Konu Araçları
Eski 27-02-25, 09:30 #1
Sergio Alvarez Sergio Alvarez çevrimdışı
Varsayılan Tarihin Tanığı Etkinliği - Yarışma Başvuru Topiği

Tarihin Tanığı Etkinliği [Rep Ödüllü Yarışma] Başvuru Topiğidir.
Yarışmaya Katılmak İçin Bu Topik Altına Konunuzu Oluşturabilirsiniz.


Örnek Katılım Konusu

[Tarihin Tanığı Örnek Yarışma Konusu] Denizli'nin Tarihi, Doğal ve Kültürel Yapısı
 
Eski 27-02-25, 15:44 #2
rowzy rowzy çevrimdışı
Arrow "Yarışma Konusu" Semerkand: Şehirlerin şahı

İpek Yolu’nun incisi, Timur’un başkenti, İslami eserlerle dönemin bilim ve ilim diyarı, Uluğ Bey’in astronomi merkezi, tarihte gezginlerin ortak noktası… Semerkand, modern zamanlarda adı geçtiğinde gizemi, bilgiyi, zenginliği, görkemi çağrıştırır…

Orta Asya’da Özbekistan’ın bir şehri olan Semerkand, tarih boyunca önemli bir kent olmuş. Bugün bile adı duyulduğunda bir gizemi çağrıştırır. Hakkında yazılan kitaplardan, İslami bilginlerden ve tarihi yapılarından dolayı insanların aklında kalıyor. Ve bugün 56 ülkeyle vizeleri kaldıran Özbekistan’a, dolayısıyla da Semerkand’a turist akını yaşanıyor.

Şehir 16.400 kilometrekarelik bir alanı kaplar ve yaklaşık 3.651.700 nüfusa sahiptir. (2017 itibarıyla) Resmî istatistiklere göre, ilde çoğunlukla Özbekler (% 76), Tacikler (% 9,7), Ruslar (% 5,3) ve Tatarlar (% 3,3) yaşamaktadır.



Tarihçesi
Semerkant, gezegendeki Roma ve Atina ile aynı yaşta olan en eski şehirlerden biridir. 2750 yaşın üzerindedir.

Eski bir efsaneye göre Semerkant şehri kurulduğunda (MÖ VIII yy), Zarafşan dağlarından bir leopar inmiş ve şehrin inşasını onaylamıştır. O zamandan beri, Semerkant halkı kendilerini leoparla ilişkilendirdi - onlar kadar gururlu, aynı kararlı cesur ve aynı derecede cömertlerdir.

Semerkant adı, "Taş Kale" veya "Taş Şehir" anlamına gelen Soğdca Smr'kand'dan gelir.

Orta Çağ'ın başlarında, Semerkant Türk Kağanlığının bir parçasıydı. 712 yılında şehir, Kuteyba ibn Muslim liderliğindeki Araplar tarafından ele geçirildi ve Maveraünnehir ve Büyük Horasan'ın merkezi oldu.

9. yüzyılda Semerkant, Samani Devleti'nin bir parçası iken, 10. yüzyılın sonunda Karahanlı Devleti'nin bir parçası oldu. O zaman, Semerkant'ta görkemli mimari yapılar inşa edildi, ancak bunların çoğu ne yazık ki Cengiz Han tarafından tahrip edildi. Daha sonra Semerkant, Moğol istilası sonucu ezilen Harezmşahlar devletinin bir parçası oldu.

Emir Timur iktidara geldiğinde Semerkant çok değişti. Şehir tekrar başkent oldu, yıkılan binaların restorasyonu başladı ve Semerkant tekrar eski ihtişamına döndü. Timurlular döneminde, Semerkant aktif olarak geliştirildi, dünyanın her yerinden bilim adamları ve sanatçılar buraya gelmeye çalıştı. Şehirde bilim, eğitim ve kültürün gelişmesi için tüm koşullar yaratıldı.

Bugün Semerkant, 1 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilân eden Özbekistan Cumhuriyeti’nin on iki yönetim biriminin merkezi olup ekonomisi büyük ölçüde çevresindeki tarıma dayanır, sanayi de gelişmiştir. Zerefşân vadisinin sulanabilen kesimlerinde daha çok pamuk ekilir; bunun yanında buğday, çeşitli meyveler, üzüm, tütün ve pirinç yetiştirilir. İpek böcekçiliği de gelişmiştir. Hafif sanayi kuruluşları yönetim merkezi Semerkant’ta toplanmıştır. Dokumacılık, meyve ve sebze konserveciliği, traktör ve otomobil parçaları imâlatı başlıca sanayi kuruluşlarıdır. Ayrıca halısı ve seramiğiyle de ünlüdür.
***


Registan Meydanı

Semerkand'ın en ikonik meydanı olan Registan, birlikte çarpıcı bir mimari bütün oluşturan 15. ve 17. yüzyıllardan kalma üç medreseyi sergiliyor. Meydanda, 1420 yılında inşa edilen merkezi Uluğbek Medresesi yer alıyor ve iki yanında Şerdor Medresesi (1636) ve Tillya-Kari Medresesi (1660) bulunuyor. Bu güne kadar iyi korunmuş olan kompleksin tamamı UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak tanımlanıyor.


Siab Çarşısı

Özbekistan’da yetişen taptaze ürünlerin satıldığı devasa Siab Çarşısı’nda yerel halkın arasına karışın. Taze meyveler, sebzeler, tatlılar, kuruyemişler, el sanatları ürünleri ve mutlaka denenmesi gereken geleneksel, lezzetli tandır ekmeğini burada bulabilirsiniz!

Çarşı, Registan Meydanı’na yürüme mesafesinde ve Semerkant’ta yapılacak diğer şeylerden biri olan Bibi Hanım Camii’nin hemen yanındadır.


Kralın Türbesi" Gur-i Emir

Gur-i Emir, hareketli bir avluya ve dört köşesinde minarelerin yükseldiği, türbeye ev sahipliği yapan bir anıt mezardır. Eski bir askeri lider olan Timur, binayı aslen bir medrese olarak inşa etmişti. Ancak bir aile üyesinin ani ölümü üzerine kullanım amacı anıt mezara dönüştü.


Bibi Hanım Camii

Semerkand'ın en büyük camilerinden biri olan Bibi Hanım Camii, 15. yüzyılda inşa edilmiştir. Etkileyici mimarisi ve süslemeleriyle görülmeye değer bir yapı.


Ulugh Bey Rasathanesi

Timur İmparatorluğu dönemine ait olan Ulugh Bey Rasathanesi, astronomi çalışmaları ve gözlem için kullanılan bir yapı. Günümüzde bir müzeye dönüştürülmüştür ve ziyaretçilere tarihî astronomiye dair bilgiler sunuyor.


Aziz Daniel'in Mezarı (Hoca Daniyar Türbesi)

Müslümanlar ona Hoca Daniyar Peygamber, Yahudiler peygamber Daniel derler, Hıristiyanlıkta da Daniil peygamber olarak bilinir. Aziz Daniel'in Mezarı (Hoca Daniyar Türbesi); İslam, Ortodoksluk ve Yahudilik takipçilerinin uğrak yeri oluyor.


Semerkand - Buhara İpek Halı Fabrikası

Semerkand - Buhara İpek Halı Fabrikası’nda (Hudjum olarak da anılır), halı dokumanın asırlık geleneklerini keşfedebilir, ipliklerin doğal renklerle nasıl boyandığını öğrenebilir ve benzersiz desenlerin yaratılışını deneyimleyebilirsin. Ayrıca el yapımı bir halının yapımına katılma fırsatına da sahip olabilirsin. Meros Kâğıt Fabrikasını da mutlaka ziyaret edin! Burada kâğıt yapımını öğrenecek ve tüm üretim sürecine tanık olacaksınız. Kâğıtlar ise eski teknikler kullanılarak hazırlanıyor.


İmam Buhari Türbesi

İmam Buhari Türbesi, Semerkant bölgesi Payaryk ilçesi Hartang köyünde bulunan bir anıt kompleksidir. Kompleks 20. yüzyılın sonunda inşa edilmiştir ve İmam Ebu Abdullah Muhammed ibn İsmail el-Buhari'nin mezar yeridir. El-Buhari, bir kült araştırmacısı ve hadis koleksiyoncusu, Sünni geleneklerden oluşan bir koleksiyonun yazarıdır.

 
Eski 28-02-25, 23:31 #3
You Are My Hero. You Are My Hero. çevrimdışı
Varsayılan C: Tarihin Tanığı Etkinliği - Yarışma Başvuru Topiği

Güzel Atlar Diyarı KAPADOKYA...


Sadece Türkiye'nin değil, dünyanın en popüler turizm merkezlerinden biri olan Kapadokya'nın ünü tesadüf değil. Kalkolitik çağdan beri bir yerleşim yeri olarak kullanılan ve büyülü atmosferiyle UNESCO’nun Dünya Mirası Listesine girmiş olan Kapadokya hakkında öğrenecek çok şey var. İlk bakışta Kapadokya hakkında bilmeniz gerekenleri beraber keşfedelim.




Kapadokya Tarihi
Kapadokya toprakları, günümüze kadar çok farklı uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Bu topraklarda yaşadığı bilinen en eski uygarlık Asurlar olarak kaydedilmiştir. Asurlardan sonra bölgenin Hititlerin hakimiyeti altına girmesiyle birlikte bölgede büyük bir imparatorluğun da temelleri atılmıştır. MÖ. 12’inci yüzyıla kadar süren Hitit egemenliğinden sonra bölgede karanlık bir dönem başlar. MÖ. 332’de krallıklar arasında çıkan çatışmalar, ticaret yollarına hakim olma mücadelesi ve Büyük İskender’e karşı gösterilen direnişler, Kapadokya tarihinin zenginliğini anlamaya yeter. Sonraları bölgeye Hristiyanların gelmesiyle birlikte yeni bir çağ başlar. 7 ila 13’üncü yüzyıllar arasında baskılardan kaçan Hristiyanların sayısının artmasıyla birlikte Kapadokya en önemli Hristiyanlık merkezlerinden biri haline gelmiştir. Coğrafi konumu ve iklim özelliklerinin etkisiyle uygarlıkların cazibe merkezi haline gelmiş bu topraklarda yapılan kazılarda, yerleşim yerlerinin Kalkolitik döneme dayandığı tespit edilmiştir.



Kapadokya’nın Oluşumu
Kapadokya’nın doğal güzelliği dillere destan… Bölgedeki peri bacaları, eşi benzeri olmayan görünüşüyle her yıl milyonlarca turisti büyülüyor. Bu coğrafi yapıların oluşumu ise günümüzden milyonlarca yıl öncesine dayanıyor.
Volkanik patlamalar sonrasında bu volkanlardan çıkan lavlar, platoya yayılarak plato üzerinde yumuşak bir tüf katmanı oluşturmuştur. Bu tüflerden bazıları, sert bazalt içeren bir lav katmanıyla kaplanmıştır. Zamanla bazalt çatlayarak parçalara ayrılmıştır. Yağmur, nehir, göl ve rüzgarların da etkisiyle tüf katmanı erozyona uğramaya başlamıştır. Elbette bu faktörlerin çeşitliliği bunlarla sınırlı değil. Hava sıcaklıklarındaki değişim de Peri Bacalarının oluşumuna katkıda bulunan faktörlerden biridir.




Kapadokya UNESCO Dünya Mirası Listesinde
Doğal ve kültürel özellikleriyle Kapadokya, 1985 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Listesinde yer almaktadır. Bölgede yer alan Göreme Milli Parkı, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi, Soğanlı Arkeolojik Alanı ve Karain Güvercinlikleri, doğal ve kültürel güzellikleriyle en çok turist çeken noktalar arasındadır.



Kapadokya, En Önemli Hristiyanlık Merkezleri Arasında
Kapadokya, tarihi dokusu ve doğal güzelliklerinin yanı sıra inanç turizmi açısından da çok önemli bir konumdadır. Roma İmparatorluğu’nun baskısından kaçan ilk Hristiyanlar bu bölgeye yerleşmiş ve ibadetlerini gizlice yerine getirmek için Selime Katedrali’ni inşa etmişlerdir. Hem ibadet etmelerini hem de düşmanlarına karşı korunmalarını sağlayan bu yapı, Kapadokya’da en çok ziyaret edilen tarihi yerler arasında yer almaktadır. Bölgenin ilk Hristiyanlar için önemi bununla sınırlı değildir; 313’te imzalanmış olan Milano Fermanı özgürce ibadet edebilmelerine izin verirken Ortodokslar ilk yüksek sesli ayinlerini de Kapadokya’da gerçekleştirmişlerdir. Hristiyanlık tarihindeki bu etkisi, Kapadokya’nın her yıl inanç turizmine ev sahipliği yapmasını sağlamaktır.

Kapadokya’nın günümüzde bu kadar popüler bir merkez olmasının pek çok meşru sebebi var. Kapadokya’nın tarihi, Kapadokya’nın oluşumu, bölgenin Hristiyanlar açısından önemi ve eşi benzeri olmayan doğal güzellikleri büyük önem taşır. 2019 yılında Kapadokya Alan Başkanlığı hakkında yönelik çıkarılması da bölgenin korunmasına yönelik çalışmaların artmış olduğuna işaret eder. Dünyadaki en eşsiz miraslardan biri olan Kapadokya, nesiller boyu varlığını koruyacak bir inci tanesi gibi İç Anadolu’da parlamaya devam ediyor.




Yeraltı şehri, Kapadokya bölgesinin en ilginç kültürel zenginliklerinden biri olan çeşitli büyüklükteki yeraltı yerleşimleri 150-200 civarındadır. Ancak 25.000 km² bir alanı kaplayan Kapadokya bölgesinin bütün kasaba ve köylerinde büyüklü ve küçüklü kaya yerleşimi bulunduğundan bu sayı daha da artabilir. Bu kaya yerleşimlerinin büyük bir kısmı yumuşak volkanik tüfün aşağıya doğru derinlemesine oyulmasıyla inşa edilmişlerdir. Oyma esnasında oluşan alet izlerinden yapım teknikleri hakkında henüz yeterli bir bilgiye sahip değiliz.

Yeraltı şehirleri kavramı oldukça yaygın olarak kullanıldığından ve bazılarının 30.000 kişiyi barındırabilecek büyüklükte olmasından dolayı bir kısmını 'Yeraltı Şehri' olarak daha küçüklerini ise 'Yeraltı Köyü' olarak adlandırmak mümkündür.

Kapadokya Bölgesi, geçmişte sık sık çeşitli saldırılara maruz kaldığından, bu şehirlerin yapılış amacı, daha çok tehlike anında halkın geçici olarak sığınmasını sağlamaktır.

Yeraltı şehirleri aynı zamanda yörede bulunan hemen hemen her evle gizli geçitlerle bağlantılıdır. Yörede yaşamış olan insanlar kendilerini daha fazla emniyete almak için yaşadıkları kayadan evleri çeşitli yerlerine geçilmesi zor odalar, tuzaklar hazırlamış, ihtiyaç karşısında kayaların dibine doğru yeni odalar açmışlardır. Böylece koridorlar ve galeriler çoğalarak yeraltı şehirlerini meydana getirmiştir.

Kapadokya bölgesinde en bilinen yeraltı şehirleri; Mazı Yeraltı Şehri ve Kaymaklı Yeraltı Şehri'dir.



 
Eski 01-03-25, 00:00 #4
CalistOBeyDiyeceksin CalistOBeyDiyeceksin çevrimdışı
Varsayılan C: Tarihin Tanığı Etkinliği - Yarışma Başvuru Topiği

“Hiç şüphesiz ki Antalya dünyanın en güzel yeridir.”
Mustafa Kemal ATATÜRK





Sizler için konuma Ölümsüz ve Tek Büyük Liderimiz Ata'mızın Antalya için söylemiş olduğu söz ile başlamak istedim.
Antalya yaşanmışlıklarında bir çok döneme ev sahipliği yapmıştır. Bizans , Selçuklu , Osmanlı , Hititler , Likya ve Pamfilya gibi saymakla bitmeyen kökenlere sahip bir Şehirdir.
Dünya'da bilinen bir yere sahiptir , Aynı zamanda Türkiye'nin Turizm sektöründe başı çekmektedir.

Bu konu içinde sizlere hem tarihi ve yaşanmışlıkları ile netleşmiş bilgiler hemde Bir Antalya'lı olarak sizlere özgün cümlelerim ile anlatmaya çalışacağım



ANTALYA

Antalya ilinin merkezi olan şehirdir. Türkiye'de "turizmin başkenti" olarak görülür.Özellikle yaz aylarında turist sayısı artar.

Antalya şehri, 1980 yılından sonra uygun iklim koşulları ve turizm etkinlikleri nedeniyle hızla gelişmiş ve buna paralel olarak il de günümüzde Türkiye'nin en kalabalık beşinci ili olmuştur.Antalya'da ekonomik hayat büyük oranda ticaret, tarım ve turizme dayalıdır.

Antalya ilinin kapsadığı bölge tarih öncesinden günümüze dek pek çok medeniyeti barındırmıştır ve Türkiye'de en çok antik kent bulunan ildir.Sırasıyla Likyalılar, Lidyalılar, Pamfilyalılar, Bergamalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu Hanedanı, Osmanlılar ve son olarak da Türkiye Cumhuriyeti hakimiyetinde bulunan Antalya bu medeniyetlerin hiçbirine başkentlik yapmamıştır.

Antalya 2015 yılı G20 Zirvesi'nin ve Expo 2016'nın ev sahibidir.





ATATÜRK'ÜN ANTALYA ZİYARETİNDE KALDIĞI EV

Türkiye Cumhuriyeti kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ilki 6 Mart 1930'da olmak üzere 3 kez Antalya'yı ziyaret etmiştir. Atatürk'ün ilk Antalya ziyareti Türkiye ile İtalya Krallığı arasında yakın zaman önce doğan politik sorunların sonucunda gerçekleşmiştir.

İtalya'da iktidarda bulunan ve Doğu Akdeniz'de kendine üsler arayan Benito Mussolini'nin Türkiye'ye atadığı büyükelçi, Mustafa Kemal'le yaptığı görüşmede ülkesinin Antalya ve Muğla çevresinde bazı hakları olduğuna sözü getirir. Bunun üzerine Mustafa Kemal büyükelçiden iki dakikalık izin isteyerek yan odaya geçer. Gazi Mustafa Kemal odaya döndüğünde üzerinde Kurtuluş Savaşı sonunda mareşal apoleti takılmış üniformasıyla içeri girer, makamına oturur ve büyükelçiye dönerek: "Buyurun sayın büyükelçi, sizi dinliyorum." der.Bu olaydan kısa bir süre sonra Antalya'ya gelmek için yola çıkan Mustafa Kemal, uluslararası politika yönünden oldukça kritik dönemde şehre gelmiş ve ülkesinin güney kıyılarındaki kentlerine verdiği önemi göstermiştir.

Altı günlük ilk ziyareti sırasında Antalya'nın çeşitli yerlerini görmüş ve incelemelerde bulunmuştur. Antalya'yı ne kadar beğendiğini 8 Mart 1930 günü gezisi sırasında Lara'dan Beydağları'na bakarken "Hiç şüphesiz ki Antalya, dünyanın en güzel yeridir." sözüyle ifade etmiştir. 11 Mart günü ilk ziyaretini tamamlayan Mustafa Kemal aynı günün akşamı Ankara'ya dönmüştür. Bu ziyaret sırasında Atatürk'ün kaldığı ev yol genişletme için yıkılmış, uygun yere aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiştir. Günümüzde Antalya Atatürk Müzesi olarak hizmet vermektedir.

Atatürk'ün ikinci ziyareti 26 Ocak 1931 tarihinde başladığı yurt gezisinin bir parçası dahilinde gerçekleşmiştir. Seyahati, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılması sonuçlarını uzman bir heyet ile yerinde tetkik etmek ve yapılması gereken işleri tespit edilmek üzere yapılmıştı. Bu amaçla 8 Şubat 1931'de Ege Vapuru ile İzmir'den Antalya'ya yola çıkıp 10 Şubat 1931'de sabah Antalya'ya geldi. Deniz motoru ile iskeleye çıkan Atatürk buradan alay karargahına, hükûmet konağına, belediyeye ve Cumhuriyet Halk Fırkası'nı ziyarette bulunarak, memleket işleri üzerinde yetkililerle uzun uzun görüştü. Buradaki görüşmelerini tamamlayan Atatürk, Silifke'ye hareket etti.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Antalya'yı üçüncü ve son ziyareti 18 Şubat 1935 tarihinde gerçekleşti. İstanbul'dan Ege Vapuru ile hareket eden Atatürk, 16 Şubat 1935 tarihinde Çeşme önlerinde Zafer torpidosuna geçti. Aynı torpido ile Alanya'ya doğru hareket etti. 18 Şubat günü Alanya'da üç saat kadar kaldıktan sonra öğleye doğru Antalya'ya geldi. Atatürk Antalya'ya üçüncü kez adımını attığında, tıpkı ilk gelişinde olduğu olduğu gibi Türkiye ile İtalya Krallığı arasında yeni bir siyasi kriz yaşandı. İtalya liderliği devam eden Mussolini, savaş gemilerini bir süredir Antalya yakınlarına demirlemiş durumdaydı. İtalyan hava kuvvetleri de Antalya üzerinde uçuşlar yapmaktaydı. 18 Şubat gün boyunca şerefine çeşitli etkinlikler düzenlenen Atatürk, günün akşamında yemek masasında bu konuyu yetkililerle tartışırken, Türk Hava Kuvvetleri pilotlarından İtalyan deniz güçlerine intihar saldırısı düzenlenmesini istemişti.[kaynak belirtilmeli] Bu istek kabul pilotlarca kabul edildi. Mustafa Kemal, ertesi gün (19 Şubat) Afet İnan ve beraberindeki heyetle birlikte Ege Vapuru'na binerek Antalya'dan ayrıldı. Atatürk ve pilotlar arasında geçen bu yazışmaların da ulusal ve uluslararası kamuoyuna ulaşmasına izin verildi. Kısa bir süre sonra İtalyan hava ve deniz kuvvetleri Akdeniz'in güneyine çekildiler.



Ek olarak eklemem gerekirse Antalya'yı ilk defa gelip görmek isteyenler için kesinlikle gidilip görülmesi gereken bir yerdir. Antalya Işıklar bölgesinde yer alınan ev şuan Atatürk'ün şahsi eşyaları ile müze olarak sergilenmektedir. Ailecek detaylı şekilde defalarca gezmiştik Tam arkasında Antalya Şehir Tiyatroları Yıldız Kenter Sahnesi bulunmaktadır.


ANTALYA İKLİMİ

Antalya'da ölçülmüş günlük en yüksek yağış miktarı: 232,8 kg/m2; günlük en hızlı rüzgâr: 155,5 km/sa ve en yüksek kar kalınlığı 5,0 cm'dir.



ANTALYA ARKEOLOJİ MÜZESİ



Antalya ilindeki müzelerin büyük çoğunluğu Antalya şehir merkezi ve Alanya sınırları içerisinde kalır. İlde çeşitli kurumlarca işletilen 11 müze bulunmaktadır.



Antalya Müzesi çocuk mezarı lahdi.
Özellikle ilk çağdan olmak üzere ve Türkiye'de cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadarki döneme ait önemli eşyaları Antalya'daki müzelerde bulmak mümkündür. Tarihsel süreçten bakılırsa Antalya Müzesi'nden başlayarak Alanya Atatürk Evi Müzesi'ne kadar süregelen müzeler Antalya'nın tarihini aydınlatacak eserleri barındırır. Bunların yanı sıra Kaleiçi Müzesi ve Alanya Kızılkule Etnografya Müzesi de birer etnografya müzesi olarak hizmet vermektedir.

İldeki Antalya Müzesi, Alanya Arkeoloji Müzesi ve Side Müzesi ilk çağ eserlerini, Alanya'daki İçkale Müzesi Selçuklu dönemi eserlerini, Antalya Atatürk Müzesi ve Alanya Atatürk Evi Müzesi de Türkiye Cumhuriyeti dönemi eserlerini ziyaretçilerine sunar.



İldeki bu müzeler dışında tematik bir müze olan Antalya Oyuncak Müzesi aynı zamanda Türkiye'deki ikinci büyük oyuncak müzesidir.

Türkiye'de yakın zamanda yagınlaşmaya başlayan kent müzesi kurma planları da Antalya'da uygulanmaya başlanmıştır. Antalya Kent Müzesi şu an büyükşehir belediyesi binasında ve bir kısmı açıkhava müzesi olarak hizmet vermektedir.


ARKEOLOJİK ALANLAR VE TARİHİ KALINTILAR

İlde sayısız arkeolojik alan vardır. Buralarda bazı keşfedilmiş kıymetli eserlerin bir kısmı Antalya Müzesi'nde sergilenmekte, yapılar da ziyarete açık tutulmaktadır.

Antalya'nın 30 km kuzeyindeki Karain Mağarası paleolitik, neololitik, kalkolitik, eski tunç gibi protohistorik çağlarda ve klasik çağda insanlar tarafından sürekli bir biçimde iskan edilmiştir. Karain Mağarası insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinin başında gelir. Karain Mağarası Dünya Miras Geçici Listesinde yer almaktadır.

Antalya'nın Serik ilçesindeki Aspendos antik kentinin tiyatrosu Roma mimarisinin en iyi örneklerinden birdir.



Antalya Kalesi'nin, (şimdiki adıyla Kaleiçi) kapısı Romalılar zamanında Kral Hadrianus'un şehri ziyaretine hitaben inşa edilmiş ve sonraki yüzyıllar boyunca çeşitli medeniyetlerce kullanılmıştır.

Myra
Kuruluş tarihi tam olarak bilinmeyen Termessos kentinin tarih sahnesine çıkışı Büyük İskender'in MÖ 333'te kenti kuşatması ve Termesosluların güçlü bir savunma yaparak kenti teslim etmemesiyle olmuştur.

Antalya'da MÖ 12. yüzyılda Yunan göçleriyle kurulan Pamfilya'nın antik kentlerinden Perge'nin kalıntıları günümüze ulaşmıştır. MÖ 10. yüzyıldan kalan antik kent Aspendos ve bu kentte MS 2. yüzyılda kurulan Aspendos tiyatrosu ilin Serik ilçesindedir.

Simena antik kenti kalıntıları
Demre ilçesindeki Simena, Türkiye'nin sadece denizden ulaşılabilen nadir yerleşimlerinden biridir. Kekova Adası ve çevresindeki kıyılarda doğal, kültürel ve coğrafi değerlerin korunması amacıyla oluşturulmuştur, 260 km2 alanı kaplayan Kekova Özel Çevre Koruma Alanı'nın içerisinde yer alan Simena Antik Kenti, 1. Derece arkeolojik sit alanı olarak tescillidir.



Demre'deki Myra, kaya mezarları, Likçe yazıtları ve sikkeler, kentin en azından MÖ 5. yüzyıldan itibaren varlığını sürdürdüğünü gösterirler.

Side Antik kenti, MS 2. yüzyıla tarihlenen tiyatroda MS 3. yüzyılda orkestranın etrafı yüksek bir duvarla çevrilerek arena şekline dönüştürülmüş olmalıdır. Duvar üzerindeki su geçirmez sıva kalıntılarından havuz şekline de dönüştürülmüş olabileceğini düşünülse de bu teknik olarak mümkün görünmemektedir. MS 5. yüzyılda tiyatro içerisine Şapeller yapılarak Erken Hristiyanlık Dönemi'nde de kutsal bir mekan (açık hava kilisesi) olarak kullanıldığı bilinmektedir.



MÖ 13. yüzyıla ait Hitit metinlerinde şehrin adı Patar olarak geçen Patara, Tepecik Akropolü'nde ele geçen seramik parçaları, Orta Tunç Çağı özellikleri içerirken, yine Tepecik'in doğu yamacı eteklerinde ortaya çıkarılan, Demir Çağı öncesine ait taş balta Patara'nın tarihinin ne kadar eskilere gittiğini göstermektedir.

13 Antik kentten biri olan Olympos, kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte MÖ 167-168 yılarında basılan Likya Birlik sikkelerinde adı geçer. Likya Birliği'nde üç oy hakkına sahip 6 şehirden biridir.

Alanya Kalesi ise denizden ve karadan zor ulaşılabilirliği ve doğal korunaklı oluşu nedeniyle tarih boyunca kesintisiz yerleşim görmüş olan Alanya Kalesi, Anadolu'yu süsleyen yüzlerce kaleden bugün ayakta kalabilmiş, en iyi korunmuş Orta Çağ kalelerinden birisidir.






SPOR



İl sınırları içinde 197 adet tescilli spor kulübü ve 7.443'ü aktif 58.395 sporcu bulunmaktadır.Bu kulüplerde futbol, basketbol, hentbol, voleybol, atletizm, güreş, judo, karate, tekvando, tenis, masa tenisi, sutopu ve yüzme başta olmak üzere birçok spor dalında faaliyet yapılmaktadır.

Futbolda, Akrepler takma ismini kullanan Antalyaspor, şehri Türk futbolunda en üst düzeyde temsil etmektedir. Antalyaspor, 2024-25 sezonu Süper Lig'deki 29. sezonu olan kırmızı beyazlı takım, karşılaşmalarını 29.307 kişilik Antalya Stadyumu'nda oynamaktadır.



Antalyaspor, Süper Lig'de hiç şampiyon olamadı ve Süper Lig'de en iyi derecesini 58 puan toplayarak Süper Lig'i 5. sırada tamamladığı 2016-17 sezonunda elde etti. En çok puan topladığı sezonu ise 59 puanla Süper Lig'i 7. sırada tamamladığı 2021-22 sezonu oldu. 1999-00 sezonunda Galatasaray ile 2020-21 sezonunda da Beşiktaş ile Türkiye Kupası finalleri oynadı ve oynadığı 2 finali de kaybetti. Süper Kupa'nda ise tarihinde ilk kez 2021 Türkiye Süper Kupası oynadı ve rakibi Beşiktaş'a normal ve uzatma süreleri 1-1 biten maçta seri penaltılar sonucu 4-2 mağlup oldu ve kupayı kaybetti. Avrupa kupalarındaki en iyi başarısı ise 2000-01 sezonunda UEFA Kupası'nda 1. tur'dur.

İlin diğer profesyonel futbol takımlarından Alanyaspor da 2015-16 yılını 1. Lig play-off şampiyonu olarak tamamlayıp 2016-17 sezonunda ilk kez Süper Lig'de mücadele etme hakkı kazanmasıyla Antalya ilk kez bir Süper Lig sezonunda iki takımla temsil edilmiştir.

2018-2019 Sezonu sonunda, Futbol süper ligde Antalyaspor 7. Alanyaspor 9.su oldular. Antalya'nın diğer profesyonel takımları Antalya Kemerspor ve Serik Belediyespor ise 3. Lig'de yer almaktadır. Ziraat Türkiye Kupası'nda Antalya Kemerspor ve Serik Belediyespor 3.turda elenmişlerdir. Son 16 turunda Antalyaspor, Göztepe'ye, Alanyaspor ise Kasımpaşa'ya elenmişlerdir.

Basketbolda Antalyaspor 2016-17 sezonu itibarı ile profesyonel liglere dönerek ve kenti Türkiye Basketbol 1. Ligi'nde temsil etmektedir. Ayrıca, Antalya Büyükşehir Belediyesi Basketbol Kulübü 2006/07 sezonunda Türkiye Basketbol 2. Ligi'ni şampiyon bitirip, Beko Basketbol Ligi'ne yükselmesiyle beraber kentte basketbola olan ilgi arttı. 2008-2010 yıllarında şehrin diğer takımı Kepez Belediyespor da Beko Basketbol Ligi'nde mücadele etti. Ancak 2009-10 sezonunda Kepez Belediyespor'un Antalya Büyükşehir Belediyespor'un da 2012-13 sezonunda ligden düşmüştü.

Şehrin tek tekerlekli sandalye basketbol takımı Antalya Büyükşehir Belediyesi Basketbol Kulübü'de Tekerlekli Sandalye Basketbol Süper Lig'de uzun seneler mücadele etmiş ve 2015 itibarı ile kapanmıştır.

Antalya merkezli hentbol kulüpleri Muratpaşa Belediyesi Kadın Hentbol Takımı ve Antalyaspor profesyonel liglerde kenti Süper Lig'de temsil etmektedirler.

Muratpaşa Belediye Kadın Hentbol Takımı, 2012 yılında ilk Süper Lig, Türkiye Kupası ve Süper Kupa şampiyonluğunu kazanmıştır. Mücadelesini Türkiye Kadınlar Hentbol Süper Ligi'nde sürdürmektedir. 2017-2018 Süper lig şampiyonu olmuştur. İlin diğer kadın hentbol takımı Gazi Gençlik Spor 2. Ligdedir.

Antalyaspor Hentbol Takımı, Antalyaspor'un Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi'nde mücadele eden hentbol takımıdır. Kulüp yönetimi, 2012 Ağustos'unda erkek hentbol takımını bünyesinde açmaya karar verdi. Türkiye Hentbol Federasyonu'nun da daha önce almış olduğu "profesyonel futbol takımı erkekler Süper Lig'inde mücadele etmiş takımlar doğrudan Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi'nde mücadeleye hak kazanır" maddesinden yararlanarak Türkiye Hentbol Federasyonu'na başvuru da bulundu Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi'ne kabul edildi. Takım 2012-2013 sezonundan bu yana Hentbol Süper Ligi'nde mücadele etmektedir. Antalyaspor yönetimi, Antalyaspor futbol takımı maçlarını Akdeniz Üniversitesi Stadyumu'nda oynadığı dönemde Akdeniz Üniversitesi yönetimi ile bir dostluk köprüsü kurdu ve hentbol takımının maçlarını da Akdeniz Üniversitesi BESYO Spor Salonu'nda oynamasına dair karar alındı. 2011-2012 sezonunda Türkiye Erkekler Hentbol Süper Ligi'nden küme düşen Akdeniz Üniversitesi Erkek Hentbol Takımı da Antalyaspor'la birleşti.

2018-19 sezonu sonunda Basketbol Kadınlar 1. Liginde Akdeniz Üniversitesi lig 6.sı, Voleybol erkekler 1. Liginde Alanyaspor lig 5.si, Hentbol Kadınlar 1. Liginde Gazi Gençlik Spor lig 9.su olmuştur.

Antalyaspor kadın-erkek masa tenisi takımları ise Türkiye Masa Tenisi 1.Ligi'nde mücadelesini sürdürmektedirler.

Sutopu dalında Antalyaspor erkek sutopu takımı Türkiye Sutopu Ligi'inde mücadele ediyor. Antalyaspor, 1970 ve 80'lerde mücadele ettiği sutopu branşına 2010 yılının yaz başında geri döndü. Yaş ortalaması 45 olmasına rağmen yeni kurulan tüm kulüpler gibi açık kümeden başlayan ve 24 yıl aradan sonra İzmir'deki lig elemesine katılıp 18 takım içerisinden 4. olan takım, 2011 yılında ise tekrar katıldığı açık kümede sırasıyla tüm rakiplerine karşı yenilgi alamdan Sutopu Büyük Erkekler 2. Ligi'ne yükseldi.

Takım, 2012 sezonunun yaz aylarında oynanan müsabakaları tek mağlubiyet alarak şampiyon olarak tamamlamış ve 2. Ligden, Türkiye Deplasmanlı Sutopu 1. Ligi'ne yükselmeyi başardı.Ancak Antalyaspor Sutopu Takımının antrenman ve sutopu karşılaşmaları için sahası bulunmuyor.



Antalyalı pehlivanlar Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nde çok fazla başarı elde etmişlerdir
Türkiye'de yağlı güreşin yarışma biçiminde düzenlenen en üst seviyesi Kırkpınar Yağlı Güreşleri'nde Antalyalı pehlivanlar özellikle Recep Gürbüz'ün 1988 yılındaki başpehlivanlığı kazanmasının ardından bu yana hemen her yıl ilk üçe girdiler. 1987'de Recep Gürbüz'ün üçüncülüğünden, 2016'daki turnuvaya kadar geçen 29 yılın 18'inde en az bir Antalyalı pehlivan ilk üçe girdi. Ayrıca bu süre zarfında 29 kez Antalyalı pehlivanlar podyumun ilk üç basamağından en az birinde kendine yer buldular.

Kırkpınar Yağlı Güreşleri'ni 2002 yılında Hasan Tuna, 2006 yılında Osman Aynur (en kısa sürede biten Kırkpınar finali 6. dakikada Recep Kara'yı yendi), 2009 ve 2010 başpehlivanı Mehmet Yeşil Yeşil, 2011-2012ve 2019-2021 yıllarında altın kemeri alan Ali Gürbüz, 2013 ve 2017 yıllarında İsmail Balaban, 2015 ve 2018 yıllarında Orhan Okulu, 2023 yılında Yusuf Can Zeybek Antalya'ya şampiyonluk getirdiler.

Kırkpınar'dan daha eski bir geçmişe sahip olan ve 2016 Eylül'ünde 664.'sü düzenlenen Tarihi Elmalı Yeşilyayla Yağlı Pehlivan Güreşleri de her sene Antalya'nın Elmalı ilçesinde düzenlenir.

Bütün bunların yanında Antalya Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, il çapında çeşitli amatör spor faaliyetleri düzenler. Bunlar, atletizm, basketbol, voleybol, golf, güreş, futbol, judo, tekvando, hentbol, tenis, okçuluk, yüzme gibi dallar için çeşitli tesisler çoğunlukla il merkezindedir.Saklıkent'te kayak tesisleri, diğer ilçelerde de çeşitli spor salonları ve tesisleri bulunmaktadır.

Türkiye'nin 10. hipodromu olan Antalya Hipodromu kentteki önemli yarışlara ev sahipliği yapmaktadır.


EĞİTİM



Eğitim ve öğretim açısından Türkiye'nin önemli merkezlerinden biri olan Antalya'da 595 tane okul öncesi eğitim kurumu (21.921 öğrenci), 681 tane ilk (249.662 öğrenci), 190 tane orta dereceli (84.525 öğrenci) eğitim veren okul vardır. Ayrıca Antalya'da bir devlet üniversitesi Akdeniz Üniversitesi, bir özel üniversite Antalya Bilim Üniversitesi ve Kültürlerarası Diyalog Merkezi mevcuttur. Bu üniversitelerde il genelinden öğrencilere eğitim verildiği gibi, il dışından ve öğrenci değişim programları ile yurtdışından gelen öğrencilere de eğitim verilmektedir.



2011 yılı üniversiteye yerleşme basamakları olan Yükseköğrenime Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı'na (LYS) başvuran 38618 kişiden 19803'si ya da diğer bir deyişle %51,27'si sınavda başarılı oldu. Bu kişilerden 9616'sı lisans programına, 4063'ü açık öğretim fakültelerine, 3549'u YGS'yle yerleşilebilen bölümlere, 2575 kişi de sınırsız programlara gitme hakkı elde etti.

Ayrıca Antalya'nın 15 yaş ve üzeri nüfusunun %6,73'ü üniversite mezunu, %2,8'si yüksek lisans mezunu, %0,06'sı ise doktora mezunudur.

İldeki okullaşma oranı; okul öncesinde %23, ilköğretimde %99,8, ortaöğretimde %80, genel lisede %62, mesleki ve teknik lisede %38'dir.



TURİZM

Türk turizminde İstanbul ile birlikte en çok turist çeken Antalya'da yılın her döneminde turizm olanaklarının ve tesisler olsa da turizm bölgeleri yaz ayında daha yoğundur.



Antalya'da kültür turizmi başta olmak üzere deniz, spor, sağlık, kış, kongre, yayla, mağara, kamp ve inanç turizmi yapılabilmekte bu turizm seçenekleri için tesisler bulunmaktadır.2017 yılı turizm istatistiklerine göre Antalya, dünyada en çok ziyaret edilen yirmidokuzuncu şehir durumundadır.Antalya iline 2017 yılında 10.486.191 turist gelmiştir. Pandemi nedeniyle 2021 yılında düşüş yaşayan ve yalnızca 9 milyon turist ağırlayan Antalya, 2022 yılında yalnızca Ocak - Kasım döneminde 13 milyon turist ağırladı. 2022 yılındaki bu sayı tüm zamanlarından en iyi 2. turist sayısı anlamına geliyor. En iyi yıl ise 2019 yılıydı ve Antalya o sene 15,5 turist ağırlamıştı.2015 yılının son aylarında Türkiye ile Rusya arasında yaşanan uçak krizi sonrası Rusya'nın Türkiye'ye karşı yaptırımlar uygulaması, tatil için Türkiye'yi tercih eden Rusya vatandaşlarının sayısında büyük bir düşüşe neden olmuş ve Türkiye'deki turizm etkinliklerini daraltmıştır.



Türkiye'de "turizmin başkenti" olarak nitelendirilen Antalya birbirinden farklı kategorilerde birçok otele ev sahipliği yapmaktadır. Şehirde özellikle 5 yıldızlı otellerin fazlalığı dikkat çekmektedir. 2017 verilerine göre, Antalya'da 405 adet 5 yıldızlı otel ve bu otellerde yaklaşık 352.000 adet yatak bulunuyor.



Side'de bulunan Apollon Tapınağı, Antalya'daki kültür turizmi noktalarından biridir.

Antalya'da kültür turizminin ağırlıklı olarak yapılacağı yerler Antalya'nın batıdaki Kaş'tan doğudaki Gazipaşa'ya kadar uzayan kıyı şeridinin çeşitli yerleridir. Bu bölgede onlarca antik kent, tarihi yapı, tarihi cami ve kiliseler bulunmaktadır.Antalya'da deniz turizmi de yine kıyı şeridi boyunca yapılmaktadır. Bu bölgede kıyı turizmiyle beraber deniz turları da yapılabilmektedir. Deniz turizminin en bilinen noktaları Kleopatra, Konyaaltı ve Lara plajlarıdır.



Spor turizmi bakımından Antalya popüler sporlara ev sahipliği yapan bir ildir. Başta futbol, tenis ve golf olmak üzere her yıl yüzlerce sporcu ve takım Antalya'yı tercih etmektedir. Antalya, bu sporların tesislerine sahip olduğu gibi sporculara ve yetkililerine verilen seminerlere de ev sahipliği yapmaktadır. Antalya, 2009-2010 döneminde judo, halter, eskrim, voleybol, badminton ve benzeri pek çok alanda 39'u uluslararası, 66'sı ulusal, 27'si millî takım kampı ve 45'i kurs ve seminer olmak üzere toplam 177 etkinliğe ev sahipliği yapmıştır. Ayrıca Antalya 2003-2008 yılları arasında Dünya Ralli Şampiyonası'na ev sahipliği yapmıştır.

Antalya yaz turizmiyle öne çıksa da kış turizminde de ülkenin önde gelen illerindendir. Antalya'daki Saklıkent Kayak Merkezi ve Alanya'daki Akdağ Kış Sporları Turizm Merkezi Antalya'yı kış turizminde önde tutan tesislerdir.



Kongre turizmi bakımından Antalya ulaşımın kolaylığı ve ulaşım imkânlarının çeşitliliği pek çok turizm ve dinlenme imkânı sunması ve toplamda 106.000 koltuğu aşan bir kapasitesi ile dünyanın her tarafından gelecek konuklar için önemli toplantıların yapılabileceği olanağa da sahiptir.



2016 yılında Antalya'da düzenlenen olan Çiçek ve Çocuk temalı Expo 2016 Antalya organizasyonuyla kent, fuar turizmiyle de tanışmıştır.

Antalya'nın turizm merkezlerinden Alanya
Dar bir alanda hem denize hem de büyük yükseklikteki dağlara sahip olan Antalya'da yayla turizmi de Finike'den başlayarak Alanya'ya kadar uzanan coğrafyanın yüksek yerlerinde yapılabilmektedir.[Ayrıca Torosların eteğinde kurulan Antalya'nın dağları ana iskelet bakımından genellikle kireç taşlarından (kalkerlerden) oluşmuştur. İldeki mağaraların büyük çoğunluğu da bu kireç taşı formasyonları içinde gelişmiştir. Antalya'da yaklaşık 500 kadar mağara tespit edilmiştir. Antalya da mağara turizmi de yapılabilmektedir. Antalya'da turizme açılan 3, turizme açılmayı bekleyen ya da yerel olanaklarla açılmış olan 28 tane mağara vardır.



Antalya'da inanç turizmi gelişme gösteren bir turizm koludur. Antalya'da özellikle Selçuklu döneminden pek çok cami vardır. Bunlardan Murat Paşa Camii ve Yivli Minare Camii en çok bilinen camilerdir. Antalya'nın batısındaki Demre'de Noel Baba Kilisesi; doğudaki Alanya'daysa 1400 yıllık Aya Yorgi Kilisesi bulunmaktadır. Bunun dışında Serik'e bağlı turizm merkezi Belek, Serik'te 2004'te özel bir girişimle Dinler Bahçesi isimli ibadethane açılmıştır.Kudüs'ten sonra üç dinin buluştuğu ikinci nokta olan bu bahçede üç semavi dinin (Hristiyanlık, İslam ve Musevilik) ibadethaneleri yan yana mevcuttur.





ANTALYA ŞEHRİNDEN GÖRSEL KESİTLER















Ailecek severek yaşadığımız ve kimilerin ise Aşk ile heves ettiği Antalya Şehrimin Tarihi ve Kokusu bu şekilde Umarım sizlere ufakta olsa Güzel Antalya'mı sevdirip hayran bırakabilmişimdir


İnanın bana daha anlatamadığım çok daha güzellikleri var ve hepsini anlatmak imkansız gezip ve görüp tatmadan anlamak mümkün olmayacak. Şehrin Şelaleleri , Antik Yapıtları , Sanatla ilgili Tiyatro ve Sahneleri , Geceleri sokağın rengarenk yaşamı hepsini yaşamak lazım o yüzden Antalya'yı yaşamadan anlamanız gerçekten mümkün değil Mavinin her tonu fazlası ile bizde var arkadaşlar görmek isteyenleri bekleriz
 
Eski 01-03-25, 19:07 #5
İcHiGooo Kurosaki İcHiGooo Kurosaki çevrimdışı
Varsayılan [Yarışma Konusu] Ege’nin Tarihi ve Kültürel İncileri



Efes Antik Kenti ve Şirince Köyü, Ege Bölgesi’nin en önemli kültürel ve tarihi noktalarından ikisidir. Efes, antik dönemin en büyük şehirlerinden biri olup Roma İmparatorluğu’nun önemli merkezlerinden biri olmuştur. Şirince Köyü ise Osmanlı ve Rum kültürünü bir arada yaşatan, doğal güzellikleriyle ünlü bir köydür. Bu çalışmada, Efes ve Şirince’nin doğal, kültürel ve tarihi yönleri ele alınacaktır.

DOĞAL GÜZELLİKLER

Efes, zeytinlikler, üzüm bağları ve Akdeniz ikliminin sunduğu muhteşem doğasıyla ünlüdür.

Şirince Köyü, yeşillikler içinde, Ege’nin en güzel dağ köylerinden biridir.

Kuşadası ve Pamucak Plajı gibi turistik sahiller de bu bölgeye oldukça yakındır.

KÜLTÜREL ZENGİNLİKLER

Efes, tarihi boyunca tüccarlar, sanatçılar ve bilim insanlarının buluştuğu bir merkez olmuştur.

Şirince Köyü, taş evleri, üzüm bağları ve şarap üretimiyle ünlüdür.

Yöresel lezzetler arasında zeytinyağlı yemekler, lokum ve meyveli şaraplar bulunur.

TARİHİ MİRAS

Efes Antik Kenti, MÖ 10. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişe sahiptir ve Roma döneminin en önemli şehirlerinden biri olmuştur.

Celsus Kütüphanesi, Büyük Tiyatro, Artemis Tapınağı gibi önemli yapıları barındırır.

Şirince Köyü, Osmanlı döneminde Rumların yaşadığı ve Türk-Rum kültürünün iç içe geçtiği bir yerdir.




Mesajı son düzenleyen Enerjik ( 01-03-25 - 19:49 )
 
Eski 01-03-25, 20:02 #6
Börü Börü çevrimdışı
Varsayılan [Yarışma Konusu] YEŞİL VE MAVİNİN EN GÜZEL TONU: KARADENİZ

YEŞİL VE MAVİNİN EN GÜZEL TONU: KARADENİZ





Doğu Karadeniz’de Gezilecek Yerler: Doğanın Kalbine Yolculuk




Türkiye’nin çay deposu Doğu Karadeniz, aynı zamanda gezginler için birbirinden güzel doğa seyahatlerine imkan tanıyor. Trabzon’un yaylaları, Maçka manastırları (Mesela Sümela Manastırı), Artvin’deki büyüleyici doğası ile Borçka… Türkiye’nin en aşık olunası coğrafyası Doğu Karadeniz, yeşil ve mavinin onlarca tonunu göstermek için gezginleri kendine çağırıyor.

1- Artvin: Dağların Gölgesinde Bir Doğa Macerası



Doğu Karadeniz’de yer alan Artvin, Borçka ve Şavşat ilçelerinin sınırları içerisinde yer alan Karagöl ile doğa tutkunları arasında çok ünlü. Sadece Karagöl mü? Kaçkar Dağları, Hatila Vadisi Milli Parkı, Maral Şelalesi… Ayrıca Artvin tarihi yerleri de ile Karadeniz bölgesi turistik yerleri için bir keşif yapmayı planlayanlara sesleniyor. Mesela Parhali Manastırı ya da İşhani Manastırı, Artvin’de yapılacak bir zaman yolculuğu için ideal yerler.

2- Giresun: Doğu Karadeniz’in Gurme Şehri



Fındık ve badem gibi kuru yemişlerin yanı sıra Tirebolu peyniri gibi yöresel lezzetlerle gezginlere sağlıklı ve organik bir yiyecek alışveriş imkanı sunan Giresun, aynı zamanda kültürü ve doğası ile gezginlere bol seçenekli bir tatil de vadediyor. Kurtuluş Savaşı’nın önemli isimlerinden Topal Osman Ağa’nın şehri Giresun, müzesi ve kalesi ile insanı bir tarih gezisine çıkarırken Pangal Şelalesi, Giresun Adası ve Botanik Bahçesi gibi mekanlar ile doğa tutkunlarına sesleniyor. Karadeniz’e bir doğa macerası için gidiyorsan rotana Giresun’u da kesinlikle eklemelisin!

3- Trabzon: Doğu Karadeniz’in En Gelişmiş Şehri


Sümela Manastırı, Trabzon

Belki de Trabzon denince akla gelen ilk şey, Sümela Manastırıdır. Karadeniz’in en güçlü tarihi yapısı olan bu manastırın bu kadar ünlü olmasının sebebi sadece tarihi değil, Karadağ’ın eteklerinde sarp bir kayaya kurulu ihtişamlı görüntüsü de etkilidir. MS 365-395 tarihleri arasında inşa edildiği düşünülen kilise, vadiden 300 metre yükseklikte bulunuyor. Uzun merdivenlere tırmanılarak ulaşılan manastırın içinde dolaplar, hücreler, ocaklar, muhafız odaları bulunur.


Ayasofya Müzesi, Trabzon

İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesiyle, İstanbul’dan kaçarak Trabzon İmparatorluğu’nu kuran Kral I. Manuel (1250-1260 yılları arasında) tarafından yaptırılan manastır, günümüzde muhteşem bir müze olarak karşımıza çıkıyor. Aslında bu müze, yıllar boyunca farklı amaçlarla kullanılmış. Fatih Sultan Mehmet 1461 yılında Trabzon’u fethetmiş ve burası cami olmuş. I. Dünya Savaşı yıllarında sırası ile depo, hastane daha sonraları yine cami olarak kullanılmış. En sonunda sağlam bir restore ile burası bir müzeye dönüştürülmüş. Kusursuz mimarisi, Adem ile Havva’nın yaratılış hikayesini anlatan kabartma frizleri, İslam ve Hristiyanlık mimarisinin kalıntıları burayı büyülü bir tarih filmine dönüştürüyor.


Atatürk Köşkü, Trabzon

Soğuksu sırtlarında, çam ormanları içinde yer alan Rönesans ve Bizans mimarisinin öne çıktığı bu bina, önceleri bir yazlıkmış. Daha sonra müzeye dönüştürülen bu bina, Mustafa Kemal Atatürk’ün Trabzon ziyareti esnasında hayranlığını kazanmayı başarmış. Bunun üzerine Atatürk’e armağan edilen bu bina, uzun yıllar özel bir köşk olarak kalmış. Taş işçiliğinin en iyi örneklerinden olan köşk, 1937’de tekrar müzeye dönüştürülmüş. 19-20. yy’a ait mobilyalar, porselenler, halılar ile Atatürk’e ait tablolardan oluşan Etnografik nitelikli 344 adet eser barındıran bu köşk, mutlaka ziyaret edilmeli.

4- Rize: Çamlıhemşin Yeter!



“Rize’nin nesi meşhur?” diye sorsak çoğunluk cevap olarak çayı ve Ayder Yaylası’nı düşünür. Rize, çayı ile ünlü olabilir; ama doğa tutkunları bilir ki Rize’deki yeşil alanlar, çayın popülerliğini geride bırakır. Mesela Pokut Yaylası. Çamlıhemşin’in 2500 rakımlı bir noktasında bulunan Pokut Yaylası, tertemiz yayla havasını içine çekerek hem bedeni hem de ruhunu arındırmayı mümkün kılıyor.
Pokut Yaylası, Rize’nin tek incisi değil üstelik. Rize Kalesi, Rize Müzesi, Atatürk Evi ve Etnografya Müzesi, Gölcük Gölü, Isırlık Tabiat Parkı ve Çayeli, Rize’de görülebilecek doğa ve kültür harikaları arasında.

Orta Karadeniz’de Gezilecek Yerler: Karadeniz’in Gizli Hazineleri



Melen Çayı’ndan Sinop’un doğusuna kadar uzanan alanı kapsayan Orta Karadeniz, batı ve doğu bölümü kadar dağlık değil; daha düz bir coğrafyaya sahip. Bu durum, bölgenin tarımcılık yönünden gelişmesini sağlamış. Orta Karadeniz’den yolun geçerse üç şehri ziyaret etmeyi düşünebilirsin: Bölgenin en gelişmiş şehri Samsun, küçük ve sevimli şehir Ordu, tarihi evleri ile ünlü Amasya.

1- Amasya: Osmanlı’nın Peşinde Karadeniz Turu



Karadeniz bölgesinde olmasına rağmen daha çok bir iç Anadolu şehri gibi görünen Amasya; elması, doğası ve mimarisi ile pek ünlü. Harşena Dağları’nın eteklerine kurulmuş Amasya hakkında çok geniş bir gezi rehberi hazırlamıştık. Burada lafı çok uzatmıyoruz, şehrin ayrıntılarını anlattığımız linki aşağıya bırakıyoruz.

2- Samsun: Yeni Bir Devri Başlatan Şehir



Karadeniz’in en gelişmiş ve modern şehirlerinden Samsun, aynı zamanda ülkemiz için en önemli günlerden birine ev sahipliği yapıyor: 19 Mayıs 1919. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tarihte Samsun’a ayak basması, Kurtuluş Savaşı’nın temellerinden biri olarak sayılıyor. Doğal olarak Samsun bu hatıraya tamamen sahip çıkmış. Yani Karadeniz’de gezilecek yerler, öğrenci minvalinde düşünüldüğünde Samsun’a toplanmış.



Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Samsun

Samsun’un tarih boyunca yaşadığı tüm deneyimleri bünyesinde bulunduran Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Samsun ziyaretlerinin vazgeçilmez rotalarından. Amisos antik Kenti’ne yapılan kazı çalışmalarında bulunmuş bu eserler, müzenin büyük bir bölümünü kaplar. Aminos hazineleri ile renklenen müze, Helenistik döneminin sanat ve işçilik kabiliyetlerini sergiler. Aminos hazinelerinde yer alan altın takıların sergilendiği müzede, ayrıca Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerine ait sikkeler ve Kalkolitik, İlk Tunç, Hitit dönemi silahları da bulunuyor.


Amisos Tepesi, Samsun

Defineciler tarafından keşfedilen ve devlet tarafından el konulduktan sonra yapılan kazılarda birçok arkeolojik eser çıkartılan bu tepede, Helenistik dönemine ait Tümülüsler ve mezar odaları bulunuyor. Teleferik ile de ulaşılabilir olan tepe, ziyaretçilerine sunduğu müthiş manzara ve lezzetli kahvecileriyle biliniyor.
Samsun’da ülkemizin tarihi adına görülebilecek birçok yer var. Gazi Müzesi, Bandırma Gemi Müzesi ve Milli Mücadele Açık Hava Müzesi, Onur Anıtı, Samsun Kent Müzesi… Bu yerlerde insanın gururun kabarmaması imkansız! Ayrıca Samsun sadece tarihi değil, aynı zamanda doğal güzellikleri ile de “Karadeniz’de gezilecek yerler nelerdir?” sorusuna cevaplar veriyor. Yanıtları merak ediyorsan aşağıya bir link bıraktık.


3- Ordu: Doğa, Balık ve Çay



Karadeniz’de gezilecek ve konaklanacak yerler arasında Ordu’nun yeri ayrıdır. Öncelikle bir huzur şehri olan Ordu, keyifli bir atmosferde dinlenmek için Karadeniz’de tatil yerleri arayanlara Yason Burnu, Perşembe Yaylası, Çarşamba Yaylası ve Ulugöl Tabiat Parkı gibi doğal güzellikleri ile sesleniyor. Ordu sahilindeki dalga sesi, insanın kulaklarını okşarken sahil boyunca uzanan balık restoranları ve kafeler, taze deniz ürünleri yedikten sonra sıcacık çayını içmek isteyenleri bir araya getiriyor. Karadeniz’de fotoğraf çekilecek yerler peşindeysen Ordu bir gizli hazine olarak seni bekliyor.



Yason Kilisesi, Ordu

Yason Burnu üzerinde bulunan bu Rum kilisesi, Karadeniz Bölgesi’nde deniz kenarında olan tek kilise. Muhteşem bir manzaraya sahip olan kilise, doğal güzelliğini bozmaması ile öne çıkar.1868 yılında inşa edilen bu kilise, mübadele döneminde cemaatsiz kalmış ve harabeye dönüşmüş. Sıkı bir restorasyonile eski haline dönüştürülen bu müze, Ordu’nun en fazla ilgi gören yapıları arasında bulunuyor.


Batı Karadeniz’de Gezilecek Yerler: Oksijen Rotası



Tertemiz havası ile bahar ve yaz aylarında nefes almak için büyükşehirlerden kaçmak isteyenlere kucak açan Batı Karadeniz, özellikle İstanbul’dan yapılacak günübirlik sehahatler için ideal. Batı Karadeniz’de gezilmesi gereken yerler, aşağıdaki gibi sıralanıyor.

1- Bolu: Dağ Havası İsteyenlere



Aşçıları ve dağı ile pek meşhur Bolu, Karadeniz turunda görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Tam bir kafa dinleme şehri olan Bolu, özellikle Abant Gölü ile pek ünlü. Burası göl manzarası eşliğinde balayı tatili yapmak isteyenlerin de uğrak yerleri arasında. Bahar ya da yaz aylarında evlenmeyi düşünenlere duyurulur!

2- Kastamonu: Doğa, Deniz ve Tarih



Karadeniz’de arabayla gezilecek yerler konusunda Kastamonu kesinlikle ön planda. Öncelikle Kastamonu’nun her bölgesinde ayrı bir güzellik yatıyor. Mesela denize girmek istiyorsan Cide’ye gidiyorsun. Tarihi yapıları görmek istiyorsan da rotan İnebolu olmalı.

Kastamonu Kalesi, Kastamonu

Kastamonu’nun simgesi haline gelen Kastamonu kalesi, kente tepeden bakan en güçlü tarihi şahittir. 12. yüzyılda Bizanslılar tarafından inşa edilen bu kale, tam 112 metre yüksekliğinde. Dehlizleri, merdivenleri ve kulesi ile gizemli bir atmosfere sahip olan kale, ışıklandırma çalışmaları ile kente yüzyıllardır farklı bir renk katıyor.




3- Zonguldak: Doğal Güzelliklerin ve Kaynakların Şehri



Ülkemizin kömür madeni Zonguldak, aynı zamanda doğal güzellikleri ile pek ünlü. Maden bölgeleri her ne kadar gri ve kasvetli olsa da Gökgöl Mağarası, Zonguldak Limanı ve Harmankaya Şelalesi gibi yerler, Batı Karadeniz’de gezilecek doğal güzellikler arasında. Şehrin yakın tarihini keşfetmek isteyenler ise Zonguldak Maden Müzesi’ni ziyaret edebilir.

4- Bartın: Amasra’da Keyifli Bir Macera



Bartın, günümüzde sessiz sakin bir şehir olabilir; ama çok eski zamanlardan beri burası bir yaşam alanı. Yani burada görebileceğin tarihi eser çok. Mesela Kuşkayası Yol Anıtı ya da Amasra Kalesi. Bartın’ın en turistik ilçesi Amasra, ayrıca müzesi ile de kültür ve tarih meraklılarına bir aktivite sunuyor. Bartın’ın doğal güzellikleri ile ilgilenenler Balamba Tabiat Parkı, Güzelcehisar Lav Sütunları ve Ulukaya Şelalesi ile Kanyonu gibi destinasyonları görülecek yerler listesine eklemeli.

5- Sinop: Türkiye’nin En Kuzeyinde Bir Saklı Cennet




Sinoplular şehirlerinin pek öne çıkmasını istemez, ama doğa tutkunu gezginler Sinop’un ne kadar özel olduğunu bilir. Akgöl, Tatlıca Şelaleleri, İnaltı Mağarası ve Hamsilos Koyu gibi doğal güzelliklere sahip bu şehir, aynı zamanda tarihi Sinop Cezaevi, Etnografya Müzesi, Sinop Kalesi, Arkeoloji Müzesi ve Balatlar Kilisesi gibi tarihi yerler ile kültür meraklılarına seçenekler sunuyor.


Mesajı son düzenleyen Enerjik ( 01-03-25 - 20:06 )
 
Eski 02-03-25, 23:41 #7
osmann5858 osmann5858 çevrimdışı
Varsayılan [YARIŞMA KONUSU] "LOMBARDİYA"

LOMBARDİYA


Antik çağlardan modern döneme kadar uzanan zengin ve karmaşık bir geçmişe sahip olan Lombardiya Bölgesi, Roma İmparatorluğunun önemli bir parçasıdır. Özellikle Orta Çağda güçlü devletlere ev sahipliği yapan bu yer Rönesans ile birlikte kültürel bir merkez hâline gelmiştir. İtalya’nın en kuzeyinde yer alan bölge; doğası, sanatı, tarihi, ekonomik gücü ve mutfağıyla ön plana çıkmaktadır. İsmini 6. yüzyılda bölgeye yerleşen Lombardlar adlı Cermen Kabilesinden almaktadır.

TARİH


Antik Dönem, Lombardlar Dönemi, Orta Çağ, Milano Dükalığı, Habsburg Hâkimiyeti, İtalya’nın Birleşmesi, Sanayileşme ve Modern Dönem olarak ayırabileceğimiz bir tarihe sahip olan Lombardiya Bölgesi, tarihte önemli yer edinen devletlerin ve komutanların mücadelelerine şahitlik etmiştir.

EKONOMİ



Fiat, Alfa Romeo ve Ferrari gibi otomotiv sektöründeki, Versace, Gucci, Prada ve Armani gibi tekstil sektöründeki büyük markaların üretim tesislerini bölgesinde barındıran, Avrupa’nın en büyük ilaç üretim merkezlerinden birine ev sahipliği yapan, Borsa Italiana’yı ihtiva eden, dünyanın moda başkentlerinden biri olarak kabul edilen Lombardiya Bölgesi; İtalya’nın toplam gayrisafi yurt içi hasılasının %22’sini oluşturmaktadır. Lombardiya Bölgesi, bağımsız bir ülke olarak değerlendirilmesi durumunda Avrupa’nın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alabilecek bir güce sahiptir.

DOĞA


Buzullar ve yüksek zirveleri bulunan Lombardiya Bölgesi, 3.900 metreye kadar yükselen dağlarıyla da dikkat çekmektedir. Kayak merkezleri ve termal sularıyla da bilinen bölge, Como Gölünün yanı srıa UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen Val Camonica’yı da (Kaya Oymaları) ihtiva etmektedir.

SANAT


Leonardo da Vinci, Caravaggio ve Giuseppe Verdi gibi sanat dehaları başta olmak üzere birçok sanatçıya ev sahipliği yapan Lombardiya Bölgesi; mimari harikaları, tiyatroları ve operalarıyla sanatın her dalında güçlü bir geçmişe sahip olmakla birlikte çağdaş sanat, tasarım ve moda dünyasında da merkezi bir konumda yer almaktadır.

MUTFAK


Et yemeklerinin bolca tüketildiği, pirincin makarnaya tercih edildiği, tereyağı ve süt ürünlerinin ön plana çıktığı, birçok peynir çeşidinin bulunduğu, güçlü bir şarap kültürüne sahip, özellikle Noel ve yılbaşı döneminde özel olarak üretilen tatlı çeşitleriyle mutfak kültüründen söz ettiren Lombardiya Bölgesi, hem rustik hem de sofistike lezzetleriyle İtalya’nın en özel gastronomik bölgelerinden birisi olarak kabul edilmektedir.

TARİH
(Napolyon Bonapart’ın Lombardiya Fethi)



1796 Nisan-1797 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen Birinci Koalisyon Savaşları esnasında, o dönem Avrupa’nın monarşik güçlerine karşı devrimci fikirlerini yaymak için savaş hâlinde olan Fransa, Napolyon önderliğinde büyük başarılar kazanarak Avusturya’nın elinde bulunan Lombardiya’yı ele geçirmiştir.
Fransa’nın, Kuzey İtalya’da güçlü bir konum elde etmesini sağlayan Napolyon Bonapart, Fransa’daki etkisini güçlendirmiş ve lider olarak ön plana çıkıp güçlü bir general hâline gelmiştir.
İlerleyen tarihlerde tekrar Avusturya hâkimiyetine geçecek olan Lombardiya Bölgesinde yaşayan halk, Avusturya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş ve son olarak 1861 yılında kurulan İtalya Krallığına katılmıştır.

DOĞA
(Como Gölü)



Dünyanın en güzel göllerinden biri olarak kabul edilen Como Gölü, muhteşem dağ manzaraları ve lüks villaları ile ünlü olup; Bellagio, Varenna, Menaggio gibi turistik cennet olarak nitelendirilen kasabaları da içinde barındırmaktadır.
Leonardo da Vinci, Codex Atlanticus isimli eserinde Como Gölünden bahsetmiş, Giuseppe Verdi, eserlerini bestelerken Como Gölünden ilham almıştır.
410 metre derinliğiyle Avrupa’nın en derin 5. gölü olma özelliğine sahip Como Gölü, Roma döneminden itibaren dünyanın en önemli tatil ve dinlenme yerlerinden birisi olmuştur. George Clooney başta olmak üzere dünyaca ünlü birçok sanatçının burada mülkü olduğu bilinmektedir.
Star Wars: Attack of the Clones (2002) ve James Bond: Casino Royale (2006) filmlerine de ev sahipliği yapan Como Gölü, tekne turları, doğa yürüyüşleri, kış sporları, yüzme ve su sporları gibi birçok aktivite imkânı da sunmaktadır.

SANAT
(Leonardo da Vinci & Giuseppe Verdi)



Milano Dükü Ludovico Sforza’nın davetiyle Lombardiya Bölgesine gelen Leonardo da Vinci burada yıllarca çalışarak bilim, mühendislik ve sanatı birleştirmiştir. UNESCO tarafından dünya mirası olarak kabul edilen Son Akşam Yemeği isimli eseri, Milano’daki Santa Maria delle Grazie Kilisesinde yer almaktadır.
La Traviata, Aida, Nabucco ve Rigoletto gibi dünya çapında üne sahip birçok bestenin sahibi olan Giuseppe Verdi, Lombardiya Bölgesinde doğmuş dünya çapında bir opera bestecisidir.

MUTFAK
(Missoltini & Resta)



Como Gölünden çıkan Agone isimli balığın kurutulup ızgarada pişirilmesiyle el edilen Missoltini, genellikle polenta ile servis edilmektedir. Tuzlanarak kurutulmuş ve preslenmiş balıklar, ızgarada pişirilerek veya zeytinyağı ile marine edilerek servis edilmektedir. Polentaya ek olarak limon dilimleri, zeytinyağı, sirke ve çeşitli otlar da servis içerisinde yer almaktadır.
İçerisinde kuru meyveler, portakal kabuğu ve ceviz bulunan Resta, Como’ya özgü en meşhur Noel Tatlısıdır. Tatlı ekmek olarak bilinen bu Noel Tatlısının üzerine Como Gölü ile özdeşleşmiş balık şeklinde küçük bir süsleme yapılır. Tatlının en önemli özelliği olan uzun süre dayanabilmesine atıf olarak İtalyanca “Kalmak” anlamına gelen “Resta” ismi tatlıya verilmiştir.

NOT: Telif hakları sebebiyle görsellerin yapımında yapay zekadan destek alınmıştır.
 
Eski 03-03-25, 01:33 #8
Odin Odin çevrimdışı
Varsayılan C: Tarihin Tanığı Etkinliği - Yarışma Başvuru Topiği

Ege'nin İncisi: İZMİR



8000 yıllık tarihi ile Mozaik Kent adına laik görülen İzmir’in yüzyıllar boyunca aşığı çok olmuş. İyonlar, Helenler, Roma, Rodos Şövalyeleri, Yahudiler… Bunlar sadece İzmir’in eşsizliğine kapılıp yerleşen ve İzmir’in dokusuna katkıda bulunan birkaç isim. Binlerce yıldır, her birinin izini taşıyan dokular, birçok uygarlığı kıskandıracak bir kent yaratmış.

Saat Kulesi



İzmir ile birleşen bu yapıya listemizde yer vermesek ayıp olurdu. Birinin İzmir'li olup olmadığını öğrenmek için sadece bir soru sormanız yeterli olur. O da Saat Kulesi’nde fotoğrafı olup olmadığı. Eğer yoksa, büyük ihtimalle İzmir'lidir. İşte İzmir'liler için o kadar şehrin bir parçasıdır bu kule. Arkasındaki tarih ne diye soracak olursanız hemen anlatalım. Padişah 2. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılı şerefine yapılmış bu kule. Kulenin üzerindeki saati son Alman İmparatoru II. Wilhelm, Osmanlı-Alman dostluğunun bir temsili olması için hediye etmiş. Tasarımı ise Fransız mimar Raymond Charles Péré tarafından yapılmış. Daha da ilginci ise bu kule Türk kurtuluş mücadelesinin en önemli tanıklarından bir tanesi. Tarih kitaplarına Yunan işgaline karşı ilk kurşunu sıkan kişi olarak ismini yazdıran Hasan Tahsin’in naaşı saat kulesinin dibinde bulunmuş. İzmir’e gittiğinizde Saat Kulesini ziyaret edip bir fotoğraf çektirmeyi unutmayın.

İzmir Tarihi Asansör Binası

İzmir’in tarihinde bir keşfe çıkmışken İzmir Tarihi Asansör Binası’nı da listenize eklemeniz iyi olur. Yahudi kültürü İzmir’in temel taşlarından bir tanesini oluşturuyor. Hatta meşhur İzmir boyozu da Yahudi mutfağına ait. Yürüdüğünüz neredeyse her sokakta İzmir’de yaşamış Yahudilerin izlerini görebilirsiniz. Belki de en meşhur İzmir yapılarından biri olan Tarihi Asansör de zamanın önemli Yahudi ailelerinden birine mensup olan Nevin Levi tarafından yapılmış. Asansör, vatandaşları 155 basamaktan oluşan ve iki en önemli Yahudi mahalleleri olan Karataş ve Halil Rıfat Paşa semtlerini birbirine bağlayan merdiveni çıkmaktan kurtarıyor. Asıl büyüleyici olan ise tepeye ulaştığınızda size kucak açan eşsiz İzmir manzarası. Vaktiniz olursa mutlaka güneşi orada batırın.



Kızlarağası Hanı

İzmir’in tarihi alanları say say bitmez, o yüzden hem mola verip hem de o tarihi atmosferden çıkmak istemeyenler için eşsiz bir yer Kızlarağası Hanı. Kemeraltı’nın en iyi korunmuş en büyük hanlarından biri olan Kızlarağası, antika, takı ve müzik aleti severlerin buluşma noktası. Aynı zamanda Kızlarağası Han’ı Osmanlı Han mimarisinin en gelişmiş örneklerinden bir tanesi. Han dönemin karakteristiğine de uygun olarak sadece ticaret amaçlı değil, kültürün, bilginin hatta fikirlerin dolaşımının da sağlandığı bir yapı olarak çok amaçlı bir şekilde kullanılıyor. Bu yüzden mutlaka gittiğinizde avluda bir közde kahve içip, gelen giden, işinde olan insanları izleyiniz.



Efes Antik Kenti

Kuruluşu M.Ö. 6000 yıllarına dayanan ve Helenistik dönemden tutunda Roma, Bizans (Doğu Roma), Beylikler ve Osmanlı dönemlerine kadar aktif yerleşim yeri olarak kullanılan o soylu şehir; Efes.

Asırlar boyu üstün şehir planlama örneği oluşuyla, büyük öneme sahip bir liman kenti olmanın getirdiği ticaret merkezi özelliğiyle, binlerce yıl çok zengin kültüre sahip uygarlıklara ev sahipliği yapmasının kaçınılmaz sonucu olarak bir kültürler beşiği oluşuyla, Hristiyanlığın Hac merkezi olarak kabul görülmesi ve asırlardır bir dini merkez olma özelliğiyle; Efes tarihin bir parçası değil tarihin ta kendisi desek yanlış olmaz sanırım.



Efes'e gitmişken Artemis Tapınağı'nı görmeden olmaz tabii ki.



Efes Antik Kenti içerisinde yer alan Artemis Tapınağı ya da diğer adıyla Diana Tapınağı, tamamen mermerden yapılan görkemli mimarisiyle Tanrıça Artemis’e ithaf edilmiş. Milattan önce 550 yıllarında tamamlanan Artemis Tapınağı, dünyanın yedi harikasından biridir ve Türkiye’nin en özel gezi duraklarından birini oluşturur.

Eski Smyrna - Bayraklı Höyüğü

Smyrna Antik Kenti’nin kurulduğu yer olan Bayraklı Höyüğü’nün antik dönemlerde batısı ve güneyi denizle çevriliymiş. Buradaki kazılarda M.Ö 11. yüzyıldan M.Ö 4. yüzyıla kadar kesintisiz olarak devam eden yerleşim katları bulunmuş. Tapınak ise (görseldeki sütunlar) en eski Athena Tapınağı olma özelliği taşıyor.



Agora

Namazgah semtindeki Agora, M.S 2. yüzyılda Roma Dönemi’ne tarihleniyor. Ticarî, adlî, dinî, siyasî fonksiyonları olan Agora, sanatın yoğunlaştığı, felsefenin temellerinin atıldığı; stoaların, anıtların, sunakların, heykellerin bulunduğu bir yer. Üç kat hâlinde inşa edilen Agora, İon agoralarının en büyük ve en iyi korunmuş olanı kabul ediliyor.



Bergama

Bergama’da tarihin izlerini adım adım takip ederken, görkemli Akropol’ün zirvesinden Bergama Müzesi’nin zengin koleksiyonuna, geleneksel Bergama evlerinin büyüsünden Asklepion’un şifa dolu sırlarına kadar her köşede geçmişin ihtişamını yeniden hissedeceksiniz.

1. Durağımız: Asklepion

Antik Roma’nın en önemli hekimlerinden Galen’e ev sahipliği yapmış olan Asklepion. Şifa dağıtan bu kutsal merkezde, tıbba yön veren antik yöntemler ve ilginç hikâyeler günümüze kadar ulaşmıştır.



2. Durağımız: Bergama Müzesi

Pergamon ve çevresindeki antik kentlerde bulunan nadide eserlerin sergilendiği Bergama Müzesi sizleri büyüleyici bir yolculuğa çıkaracak.



3. Durağımız: Bergama Akropolü

Sonraki durağımız, antik dönemin görkemini yansıtan Bergama Akropolü oluyor. Baş döndürücü tiyatrosu, döneminin en ihtişamlı yapılarından Trajan Tapınağı, antik çağın ikinci en büyük kütüphanesi ve Bergama’nın nefes kesici manzarası burada sizleri bekliyor.



4. Durağımız: Eski Bergama


Gezimizi, Bergama’nın rengarenk halıları ve mübadele öncesinden kalma Rum evleriyle ünlü Eski Bergama sokaklarında tamamlıyoruz. Tarihin ve kültürün buluştuğu bu otantik mahallede keyifli bir yürüyüş yaparak geçmişe gidebilirsiniz.



E İzmir'e yolunuz düşer de Alsancak Kordon'da kola çiğdem yapmadan dönmek olur mu




 
Eski 03-03-25, 09:52 #9
Harmonia Harmonia çevrimdışı
66 "Yarışma Konusu" ÇANAKKALE

ÇANAKKALE






Eski çağlarda HELLESPONTOS ve DARDANEL olarak anılan Çanakkale M.Ö. 3000 yılından beri yerleşim alanı niteliğini korumuştur.
Dardanelles ve Hellespontos Çanakkale'nin bilinen en eski adları. Dardanelles Troya'nın mitolojik atalarından Dardanos'tan türetilmiş. Antik Çağ'daki adı Hellespontos ise mitolojiye dayanıyor.

Mitolojiden bir aşk öyküsü
Çok eski zamanlarda Çanakkale Boğazı’na Hellespontos deniyordu. Boğazın Avrupa yakasındaki Sestos kentinde büyük bir Afrodit Tapınağı vardı ve tapınakta da çok güzel bir rahibe olan Hero!
Sestos’taki bahar şenliğinde Abydos’lu yakışıklı Leandros getirdiği hediyeleri sunarken Hero’yu görünce yıldırım aşkına tutuldu.
Hero bu aşkı reddetti ama Leandros’un aşkı öylesine büyüktü ki sonunda rahibenin de kalbine aşk ateşi düştü.
Denizin iki ayrı yakasında yaşıyorlardı ama aşk denizleri aşacak kadar büyüktür her zaman.
Hero’nun fırtınalı ve zifiri karanlık bir gecede balıkçıların yollarını bulabilmesi için yaktığı ateşe doğru yüzmeye başladı ve kıyıya çıkmayı başardı. İki sevgili sarıldılar birbirlerine.
Artık ateş her gece yanıyor ve delikanlı her gece boğazı yüzerek Hero’ya ulaşıyordu.
Ama mevsim dönüyor; rüzgarların ve dalgaların egemenliği başlıyordu. Antik Çağ yazarı Heseidos (i.Ö. VII.) yy’da “İşler ve Günler” diye bir kitap yazmıştı ve “Kış gelip de rüzgarlar her yönden esmeye başlayınca, suları şarap rengine dönmüş denize çıkacağına toprağı işle.Tekneyi kıyıya çek, etrafını taşla çevir ..yelkenleri dikkatle dür, dümeni ocağın bir köşesine as ve deniz mevsiminin gelmesini bekle.” diyordu. Ama aşk bekler mi hiç!
Leandros bahara kadar gelmeyeceğine dair verdiği sözü unuttu ve sevgilisine doğru kulaç atmaya başladı. Fırtına ve dalgalarla boğuşuyordu. Hero’nun yaktığı ateş de fırtınadan sönünce yolunu kaybetti.
Hero gecenin karanlığında sahile indiğinde Leandros’un ölüsüyle karşılaştı. Acıya dayanamayıp intihar etti oracıkta.
İki sevdalıyı boğazın kıyısında ayrılmamacasına bir mezara koydular ve denize çiçekler attılar.




Osmanlı egemenliğine giren, Boğaz’ın kıyısına kurulmuş kentin çekirdeğini 1462 yılında Çimenlik Kalesi’nin etrafında başlayan yerleşim oluşturuyor.Bir dönem Kale-î Sultaniye olarak anılan kentin günümüzdeki adının kalenin çanağı andırmasından ya da yöredeki çanak-çömlek yapımcılığından geldiği düşünülüyor.


19. yy’da Osmanlı’nın çöküş yaşaması Ege Adaları, Kırım ve Balkanlardaki müslümanların Anadolu anakarasına göçünü başlattı. Buraları güvensiz bulanların bir bölümü de Çanakkale’ye yerleşti. Tatar mahallesi o zamanlarda oluştu. Müslümanlar dışındaki kent halkı ise göçmek bir yana genişlemeyi sürdürdüler. Yeni bir Rum mahallesi kurdular.



20. yy’ın başından itibaren başlayan savaş ortamı oldukça karmaşık bir göç dalgası yarattı. Elli yıllık bir döneme yayılan bu süreçte müslümanlar dışındaki halk kenti terketti. Balkanlar’dan ve Ege Adaları’ndan göçmenler geldi. Gelenler gidenlerin mahallelerine, evlerine yerleştikleri için kent dokusunda büyük bir değişim yaşanmadı.




TROİA ÖREN YERİ



Troia Antik kentin yeri ve kalıntıları Çanakkale Boğazı güney girişinde, Erenköy (İntepe) Beldesi, Tevfikiye (Asarlık) köyü yakınında Hisarlık (eski Pergamos) mevkiinde ovaya egemen bir tepecik üzerindedir. Çanakkale İl merkezine 30 km. mesafededir.
Kent için kullanılmış iki isim de Homeros'tan çok daha eskiye dayanmaktadır. Destan eskilerden anlatıla gelerek Homeros'a kadar ulaşmıştır. Homeros'un İliada destanında aynı yer için hem Troia hem de İlios ismi kullanılmıştır. İliada Destanı'nda 49 kez Troia, 106 kez İlios ismi geçmektedir. İliada'da "kutsal İlios" tanımlaması sıkça rastlanır. Daha az kullanılan Troia ise "sağlam duvarlarla çevrilmiş", "güçlü kuleli", "geniş caddeli", "rüzgarlı" tanımlamalarla birlikte anılmaktadır.


Troia, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girişinin 20. yılı olan 2018’in “Troia Yılı” ilan edilmesiyle bir kez daha onurlandırılmıştır.

ASSOS



Assos, Çanakkale'nin 87 km. güneyinde, Ayvacık ilçesi Behramkale Köyü sınırlarında bulunan antik bir liman kentidir. Aynı zamanda bir öğretim merkezi olarak bilinen Assos'ta, İlk çağ'ın ünlü filozofu Aristoteles bir felsefe okulu kurmuş zooloji, biyoloji ve botanik konularında da önemli araştırmalar yapmıştır.



Kentin etrafını çeviren 4 km.lik surların önemli bir bölümü bugün hala ayaktadır. Akropol'de yer alan Athena Tapınağı, Arkaik Çağ'da inşa edilmiş Anadolu'nun en eski Dor tapınaklarından biridir. Denize yönelik muhteşem manzarasının yanında bu tapınak, mimari anlamda hem Dor/ Yunan hem İon / Anadolu özelliklerini yansıtması bakımındn Ege'nin iki yakasının kültürel bir sentezini oluşturur.



Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alanı (Eceabat)



Çanakkale Savaşları Türk Milletinin dünyanın en güçlü devletlerine karşı, Kurmay Yarbay Mustafa Kemal'in önderliğinde insanüstü direnmesi ile kazanılan bir savunma destanıdır. 8,5 ay süren bu savaşta Boğaz’ın iki yakası adeta cehenneme dönüşmüş, yarım milyona yakın can kaybı olmuştur



Birinci Dünya Savaşında İtilaf Devletleri ile Osmanlı Ordusu arasında cereyan eden dünyanın en büyük savaşlarından biri olan Çanakkale Savaşında yüz binlerce kayıp anısına yapılan anıtlar ve düzenlenen şehitlikler savaşın acılarını hatırlatmasının yanı sıra tarihin muhteşem zaferlerinden birini gözler önüne sermektedir.

Bozcaada (Tenedos)



Şarap Fabrikaları, Rüzgar Santrali, Bozcaada Bağları, Alaybey Cami, Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi, Göztepe, Habbele, Çamlık piknik alanı,Namazgah Çeşmesi, Ada Evleri, Bozcaada Yerel Tarih Araştırma Merkezi, Tuz Burnu, Köprülü Mehmet Paşas Cami, Ayazma Yat Limanı, Mermer Burnu, Polente Deniz Feneri adada mutlaka görülmesi gereken yerlerdir.
Günümüzde Ağustos ayında "Bağ Bozumu Şenlikleri" yapılan adada, 4 şarap fabrikasının yanısıra, evlerde de şarap yapılmaktadır.


Gökçeada (İmroz)



Antik dönem yazarlarından Plinius, Imbrus veya Imbros olarak bahsettiği Gökçeada'nın ismi Osmanlı döneminde İmbros’tan İmroz’a dönüştürülür. Ada'nın adı Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’sinde İmroz şeklinde geçmektedir. Ege’nin bu şirin adası, Gökçeada ismini 29 Temmuz 1970 yılında almıştır.

Ekolojik ürünleriyle fuarlarda adından söz ettiren Gökçeada, doğal güzelliklerini koruyan ve tarihi değerlerini kuşaktan kuşağa aktarmasını bilen ender adalarımızdandır. Doku bütünlüğünü koruyan tarihi değerlere sahip köyleri mevcuttur. Bunlar arasında Dere köy, Zeytinli ve Eski Bademli köyleri, çeşme, çamaşırhane, kilise ve diğer özgün yapı gruplarıyla ön plana çıkmaktadır.

Köyde Ada şarapları ile ısırgan otu, rezene, gibi yerel otlarla "cullama" denilen bir yemek yapılmaktadır. Sakızlı muhallebisi ve dibek kahvesi ise artık iyice ünlenmiş durumdadır. Ada'nın en yüksekteki yerleşimi olan Rum köyü Tepeköy de koruma altındadır. Dereköy ise Ada'nın koruma altındaki en eski köylerindendir.

Parion (Biga)



Parion, Çanakkale İli, Biga İlçesi, Kemer Köyü sınırlarında bulunmaktadır.
Marmara Denizi kıyı kenti olan Parion, 2005 yılından beri yürütülen çalışmalarda özellikle nekropolis alanında elde edilen veriler göz önünde bulundurulduğunda bir Troas kenti olduğu kabul edilmektedir. Antik Parion, batısında Lampsakos, doğusunda Priapos ve güneyinde Skepsis gibi önemli kentlerle komşudur.

Kazdağı (İda Dağı)



Muhteşem manzaraları, dinlendirici yeşil alanları ve birçok kaplıcasıyla Kaz Dağı Milli Parkında, doğanın estetiğini mitolojik hikayelerle hissedebilirsiniz. Mitolojide Afrodit, Hera ve Athena arasındaki Dünyanın İlk Güzellik Yarışmasının burada yapıldığını görürüz. Hikayeye göre Tanrılar, Thetis ile Peleus'un düğünü için toplandıklarında, düğüne davet edilmeyen Eris (Nifak), Athena, Hera ve Afrodit'in bulunduğu yere altın bir elma atar. Elmanın üzerinde "en güzeline" yazılıdır. Üç tanrıça arasında "en güzel benim" tartışması başlar. Zeus, en güzelin seçilmesinde hakem olarak İda Dağı'nda bulunan Paris'in görevlendirilmesini buyurur. Tanrıçalar, Paris'in önünde güzellikleriyle övünüp, ona armağanlar vaad ederler. Hera, Paris'e kendisini seçmesi durumunda evrenin krallığını; Athena savaşta yenilmezliği; Afrodit ise kadınların en güzeli Helena'nın aşkını vaad etmektedir. Bunun üzerine Paris, üç tanrıçadan en güzelinin Afrodit olduğuna karar verir ve altın elmayı ona verir.



NE YENİR?

Peynir Helvası
Asma yaprağında sardalye
Lüfer pilavı
Koruk suyu
Efibadem kurabiyesi
Oğlak çevirme
Zeytinyağı
Tarhana kuskus ve kesme
Köy hayırlarında keşkek
Bozcada’da damla sakızlı kahve , damla sakızlı kurabiye, damla sakızlı dondurma ve domates reçeli
Gökçeada Zeytinli’de dibek kahvesi ve muhallebi
Assos ve Babakale’de deniz ürünleri
Biga köftesi
Bayramiç helvası ve elması
Gelibolu’da tuzlanmış ve konserve balık
Ezine peyniri
 
Eski 03-03-25, 11:53 #10
OrionOfPirateS OrionOfPirateS çevrimdışı
Varsayılan [Yarışma Konusu] Şanlıurfa: Medeniyetin Doğduğu Şehir

Rivayete göre eski Yunanlılar Enoch’un (Enoch=Hermes = İdris Peygamber = Uhnud, bu dört ismin aynı kimse olduğu kabul edilmektedir.) insanlara şehirler kurmayı öğrettiğini ve onun devrinde 180 şehir kurulduğunu, bunların en küçüğünün Urhai veya diğer bir okunuşla Orhay yani Urfa olduğu söylenilmektedir. Bu rivayete göre İdris peygamber Nuh peygamberden önce geldiğinden Urfa Nuh tufanından önce kurulmuştur. Nuh tufanında bütün dünya gibi Urfa’da harap oldu. Fakat tufandan sonra dünya yeniden kuruldu ve Urfa da tarihte ki yerini aldı. Yine anlatıldığına göre Nuh tufanından sonra Babil’de hüküm süren Nemrut üç şehir inşa etmişti. Bunlardan biri de Urfa şehridir. Bu şehir önce Arach ve daha sonra zaman süreci içinde Erech, Orhay, Edessa ve Ruha isimlerini almıştır.




GÖBEKLİTEPE


Göbeklitepe Arkeolojik Alanı, Şanlıurfa kent merkezinin 18 kilometre kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarındadır. Alan 1963 yılında, İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin ortaklığıyla gerçekleştirilen bir yüzey araştırması sırasında keşfedilmiş ve “V52 Neolitik Yerleşimi” olarak tanımlanmıştır.

Tarihte yeni sayfalar açılmasına neden olan ve yüzlerce yıldır kabul edilen bazı bilgilerin değiştirilmesini gerekli kılan Göbeklitepe’nin keşif tarihi 1963 yılına gitse de ilk kazılar 1995 yılında başlamıştır.

Bir yerleşim alanı olarak kullanılmayan yalnızca dinsel amaçlara hizmet eden bu yerde birden çok tapınak bulunur. Bu yönüyle de yalnızca dünyanın en eski değil, aynı zamanda en büyük tapınma merkezi olarak kabul edilir.

Tüm bu bölgenin Neolitik Çağ’ın inanç ve hac merkezi olduğunu akla getiren ve günümüze kadar 6 tanesi gün yüzüne çıkarılsa da toplam sayılarının 20’yi bulduğu jeomanyetik ölçümlerle belirlenen anıtsal yapıların biçimleri birbirine benzemektedir. Boyları 6 metreyi bulan T biçimli sütunlar üzerinde işlenmiş Neolitik Çağ’da taşa kazınan en eski resimler olan ve bazıları üç boyutlu olarak yapılmış hayvan tasvirleri atalarımızın sanatsal yeteneğini de gözler önüne sermektedir.

20 yıl boyunca burada kazı çalışmalarını gerçekleştiren Prof. Dr. Klaus Schmidt, T biçimli ve bazılarında el ve parmakların da görüldüğü bu sütunların insan figürlerini temsil ettiğini kesin bir biçimde dile getirmektedir. Kazılarda elde edilen buluntuların bir kısmını Şanlıurfa Müzesi'nde görmek mümkündür.

Göbeklitepe pek çok yeni bilginin açığa çıkmasını sağlasa da buluntularla ilgili hala çözülemeyen sorular bilim adamlarının kafasını kurcalamaya devam ediyor. Bu tapınakları yapanların kimler olduğu, Ağırlıkları 60 tonu bulan sütunların buraya nasıl taşındığı ve dikildiği, üstlerinin tonlarca toprak ve taş ile örtülerek neden gömüldükleri, tapınakların amacının tam olarak ne olduğu, cevaplanmayı bekleyen ve muhtemelen yıllarca sürecek araştırmaları gerektirecek gizemler.

Kesin olan tek şey tüm bu araştırmaların insanlık tarihine katkı yapmaya ve şimdiye kadar yazılanları tamamen değiştirmeye devam edeceği...








URFA’YI MÜSLÜMANLARIN FETHİ VE DÖRT HALİFE DEVRİNDE URFA


636 tarihinde Kudüs’ün fethi sırasında halife Hazreti Ömer (r.a.) Kudüs’e gitmişti. Oradan Fırat’ı geçerek daha kuzeye doğru çıktığı ve onun bu seyahati sırasında Urfa’ya yaklaştığı, Urfa halkının Hazreti Ömer’i (r.a) karşılamaya çıktıkları ve Urfa’nın güvenliği hakkında kendisinden söz aldıkları da kaydedilmektedir. Halife Ömer, İyaz bin Ganem’i Güneydoğu Anadolu (el-Cezire) valiliğine tayin etmişti. İyaz b. Ganem, önce “Pagan” dininde (daha sonra kendilerine Sabiî denilecek) olan yani halkının yıldızlara taptığı Harranlılara teslim olmalarını teklif eder. Harranlılar, önce Urfa’ya gitmelerini ve bu teklifi onlara yapmalarını, Urfa’nın nasıl bir anlaşmayı kabul ederlerse kendilerinin de aynı anlaşma gereğince teslim olacaklarını söylediler. Bu devirde Bizans İmparatorluğu, putperest olduklarından dolayı Harranlılara, Hristiyan olmalarına rağmen mezhep ayrılığından dolayı Uralılara zülum ediyordu. O sebepledir ki İslam ordusunun Harran önlerine gelmesi Harranlılara adeta Bizans işkencelerinden kurtulma ümidi vermişti. Yine de Urfa’nın nasıl hareket edeceğini görmek istiyorlardı. Bu arada Urfalıların, Müslümanları kurtarıcı olarak ve seve seve karşıladıkları söylenilmektedir. İyaz bin Ganem Urfa halkı ile anlaştı. Güneydoğu Anadolu’nun diğer şehirlerinin halkı da Urfa barış şartlarına göre, Müslümanlarla barış yaptılar. Böylece Urfa miladi 637–38 yılında fethedildi.





OSMANLI İDARESİNDE URFA

XVI. yüzyıl başlarında Mısır devletine bağlı olan Urfa, 5 Nisan 1517 tarihinde Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim (1512–1520) tarafından alındı. Önce Urfa sancak olarak Diyarbakır eyaletine bağlandı. İlk valisi de Piri Bey oldu. Kanuni Sultan Süleyman (1520–1566) Bağdat seferi sırasında Halep’e geçerken Urfa’ya uğramış ve iki gün Urfa’da kalmıştır. Sultan IV. Murat da Bağdat seferine giderken Urfa’ya da uğramıştır. Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre 17. yüzyılda Urfa üç tuğlu paşalar tarafından idare edilmekte olup, dört mezhebe göre fetva veren bilgili kadılara sahipti. Urfa, Osmanlı idaresine geçmesinden sonra Sultan III. Mehmet (1595–1603) devrinde Celali isyanları sırasında 1599’da ve Sultan II. Mahmut (1808–1839) devrinde Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında 1833-1839 yılları arasında Osmanlı idaresinden geçici olarak çıksada Osmanlı ile bağı hiç kopmayan bir şehir olmuştur. Cumhuriyetin ilanına kadar Osmanlı devletinin idaresinde bir sancak olarak kalmış ve sancak beyi tarafından idare edilmiştir.

Urfa 1865 yılına kadar Rakka eyaletinin merkezi olarak yaşamıştır. Bu sırda eyalet paşası Urfa’da otururdu. Bu vali paşalar, Urfa’da saraylar, camiler, medreseler, hamamlar gibi imarlarda bulunurlardı. Dolayısıyla Urfa mamur bir şehir olmuştur. Fakat Urfa, 1865’de sancak olarak Halep eyaletine bağlanınca sadece mutasarrıf Urfa’da oturur oldu. Bu yüzden de Urfa eski mamuriyetini ve değerini kaybetti. Zamanla sönükleşmeye başladı.





Hz. İbrahim ve Urfa

Urfa, sadece tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmakla kalmamış, aynı zamanda peygamberler şehri olarak da anılmıştır. Bu unvanın en önemli sebeplerinden biri de Hz. İbrahim’in burada doğduğuna ve yaşadığına inanılmasıdır.

Rivayete göre Hz. İbrahim, Nemrut döneminde putperestliğe karşı çıkmış ve bu yüzden ateşe atılmak istenmiştir.
Ancak Allah’ın emriyle ateş suya, odunlar da balıklara dönüşmüştür. Bugün Urfa’daki Balıklıgöl bu mucizenin yaşandığı yer olarak kabul edilir.
Bu yüzden Urfa, üç semavi din için de kutsal sayılan bir şehirdir.
Kısacası, Urfa’nın taşında toprağında hem tarih hem inanç vardır..





CUMHURİYET DEVRİNDE URFA

Birinci Dünya Savaşında Osmanlı Devleti mağlup olmuştu. Osmanlı Devletinin bir bağımsız sancağı olan Urfa da Mondros mütarekesini takip eden günlerde 24 Mart 1919 senesinde İngilizlerin işgaline uğramıştı. 1919 senesinde Urfa 80.000 nufuslu idi. İyi bir araba yolu vardı ve şehir çok iyi inşa edilmiş güzel bir şehirdi. Sokakları döşeliydi ve iyi ve çok kullanışlı bir su sistemi de vardı. İşgalcilerin gelişi ile gerek Müslüman ve gerekse Hıristiyan Urfalılar işgal kuvvetlerinin baskısı altında kalmıştı. Altı ay kadar sonra İngilizler şehri Fransızlara bırakmışlardı. İngilizlerin Urfa’dan ayrılışı ile 30 Ekim 1919’da da Fransızlar Urfa’yı işgal ettiler. Urfanın işgal edilmesi üzerine bütün Anadolu’da olduğu gibi Urfa da işgalcilere karşı kurtuluş mücadelesine girişti. Bu arada Fransızların tahriklerine kapılan ve onlardan kuvvet alan Urfa’nın Ermeni Hıristiyanlarının bir bölümü de Fransızlarla bir olarak yıllarca beraber yaşadıkları Urfa Müslümanları ile savaşmaya başladılar. Urfa Çetelerinin mücadelesi ile 11 Nisan 1920’de urfa Fransızlardan resmen temizlendi ve Türkiye Cumhuriyetine bağlandı. Bunun üzerine şehirdeki Hıristiyan halk Suriye’ye göç etti. Cumhuriyetin ilanından sonra, 1924 yılında il haline getirildi




Urfa, sadece tarihiyle değil kültürü, mutfağı ve doğal güzellikleriyle de oldukça ilgi çekici bir şehir. Urfa kebabı, ciğer kebabı, lahmacun, çiğ köfte, lebeni çorbası, şıllık tatlısı gibi dillere destan lezzetleri var.
İsot yani Urfa biberi de başlı başına bir marka!

Tarihi çarşıları, taş hanları, daracık sokakları ile adeta geçmişte yolculuğa çıkarır.
Özellikle Gümrük Hanı, hem kahvesi hem tarihi dokusuyla çok meşhur.



Urfa denince Sıra Gecesi olmazsa olmaz!
Müzik, türkü, sohbet ve enfes yemeklerin birleşimi olan bu gelenek, hem eğlenceli hem kültürel bir miras.



Farklı din ve kültürlerin bir arada yaşadığı hoşgörü şehri.
Tarih boyunca Süryaniler, Ermeniler, Araplar, Kürtler ve Türkler hep bir arada yaşamış.

Kurtuluş Savaşı’ndaki Kahramanlığı
1920’de Fransız işgaline karşı destansı bir direniş gösterdiği için Şanlı unvanını aldı.





Urfa sınırlarındaki Harran, sadece konik evleriyle değil, dünyanın en eski üniversitelerinden birine ev sahipliği yapmasıyla da ünlü.
Astronomi, matematik ve tıp alanında çok önemli çalışmalar yapılmış.
Burada Sabiiler adı verilen, yıldızlara tapan bir topluluk yaşamış ve bu yüzden Harran, tarih boyunca mistik bir merkez olmuş.






KONİK EVLERİ


UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alan Şanlıurfa'nın Harran ilçesi, konik kubbeli evleriyle ilgi çekiyor. Dünyada sadece 3 yerde bulunan, dışı balçıkla içi ise yumurta akı, toprak, saman ve gül yağı karışımı ile elde edilen karışımla sıvanan bu evler, yazın serin kışın ise sıcak kalması özelliği ile ziyaretçilerini şaşkına çeviriyor..




Konik çatılara sahip, taş yapıların neden böyle bir mimariyle yapıldıkları konusunda ise farklı rivayetler mevcut. Bir rivayete göre dönemin kralı, kendisinden izinsiz yerleşim yeri kurmayı yasakladığı için var olan evlerden yüksek vergi alınmasını emretmiş. Halk da buna çözüm olarak küçük kireç taşlarını harç koymadan üst üste yığıp yaptıkları evleri bulmuş. Böylece vergi memurları geldiğine evlerini kolayca yıkıp, gittiklerinde ise tekrar yapabiliyorlarmış.




Mesajı son düzenleyen Enerjik ( 03-03-25 - 12:16 )
 
Eski 04-03-25, 14:21 #11
battal4gazi battal4gazi çevrimdışı
66 "Yarışma Konusu" Bozcaada - TATİL

. Bozcaada Tatil

Bozcaada ilçesi Çanakkale ilimizin bir adasıdır Marmara bölgesinde bulunur ve Geyikli köyünden feribotla geçilmektedir feribot yaklaşık yarım saat sürer .



Feribot ile geçiş araba ile pahalı yaya olarak ucuzdur gidiş dönüş kişi başı 50 TL dir Ada içinde plaja giden minibüsler 30 TL dir.
Ada özellikle son yıllarda turist sayısının artmasıyla bilinir bunun nedeni olarak adanın kültürel ve doğa güzellikleri gelir adada bulunan Bozcaada kalesi ve Ayazma plajı gelen turistlerin en uğrak yeridir.



Adada her bütceye uygun hotel bulunur. Otel fiyatları günlük 1500 liradan başlayıp 15000 TL arası değişir.Adadan dönüşte çok eğlenmiş az para harcamış ve çok yorulmuş olursunuz dünyanin en eğlenceli ve en keyifli yerlerinden biri olabilir Bozcaada

. TEŞEKKÜRLER
 
Eski 05-03-25, 15:28 #12
Umut Umut çevrimdışı
Varsayılan [Yarışma Konusu] Sakarya



Sakarya, Türkiye'nin en kalabalık yirmi ikinci ilidir. İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Balıkesir'in ardından Marmara Bölgesi'nin en büyük beşinci ilidir. İl ismini topraklarından geçen Sakarya Nehri'nden almıştır. Sakarya ilinin merkezi Adapazarı'dır. Adapazarı 2021 yılında Danimarka'da aldığı ödül ile bisiklet şehri ünvanı kazanmıştır.

2023 yılı sonu TÜİK verilerine göre il nüfusu 1.098.115'tir. 16 ilçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 668 mahalle bulunmaktadır.[1]

Marmara Bölgesi'nin Çatalca-Kocaeli Bölümü'nde yer alır.

Sakarya'nın kuzeyinde Karadeniz, batısında Kocaeli, Bursa, doğusunda Düzce ve güneyinde de Bolu ile Bilecik bulunmaktadır. Sakarya Nehri, Sakarya'nın Karasu ilçesinde Karadeniz'e dökülür.

Sakarya ekonomisinde tarımın önemli bir yeri vardır. Hendek, Karasu ve Kocaali ilçelerinde fındık yetiştiriciliği mevcuttur.[2] Ayrıca mısır tarımı da yapılmaktadır. Sakarya'da sanayi il merkezi Adapazarı yakınlarında gelişmeye başlamıştır. Son yıllarda kurulan sanayi kuruluşları bu sanayileşmeyi daha da artırmıştır.



Köken bilimi
Sakarya ili adını; aşağı havzasında bulunduğu, topraklarında Karadeniz'e dökülen ve il topraklarını G-K doğrultusunda ortadan ikiye bölerek kat eden Sakarya Nehrinden alır. Sakarya Nehri'nin ise adını nereden aldığına ilişkin bilgiler Frigler dönemine değin uzanmaktadır. Sakarya adının nereden geldiği ile ilgili görüşler şunlardır:[3]

Eskişehir Çifteler ilçesinin 3 km GD yönünde antik Sangia şehri bulunuyordu. Buradaki kaynaktan çıkan sular önce küçük bir göl haline gelir, sonra akışa geçerek Sakarya Nehrinin kaynağını oluştururlar. Bu antik kentin adının nehre verildiği düşünülmektedir.
MÖ 7. yüzyıla kadar bölgeye hakim olan Frigler kutsal saydıkları nehir tanrıları Sangari adını vermişler. Frig ana tanrıçası Kibele'nin kocası olan Atis'i doğuran Sakarya Nehri'nin kızı Nana'dır. Bu isim önce Sangarios, sonra ise saldırgan manasına gelen Zakharion'a dönüşmüştür.
Başka bir rivayet MÖ 3. ve MS 4. yüzyılları arası yöreye hakim olan Bitinya kraliçesi Sangarius'un adının verildiği şeklindedir.
Sakar Dede adında bir ermiş nehir üzerindeki köprüden geçerken parasız olması sebebiyle hakarete uğrar ve geçirilmez. Keramet gösterir, dua eder, nehrin yönünü değiştirir. Nehre bugün Erenler ilçe sınırlarında türbesi olan bu Sakar Dede'nin adı verilir.



İlk çağlar

Anadolu birliğini ilk kuran Hititlerle Sakarya'nın da tarihi başlar. İç karışıklıklar sonucunda bölünen Hititlerden sonra bölgede Frigler hakim olmuştur. Frigya hakimiyeti sona erdiğinde bölge Lidyalıların eline geçmiştir. MÖ 6. yüzyılda Pers İmparatorluğu Lidya Krallığı'nı yıkarak Anadolu'ya hakim olmuştur. Makedonya Kralı Büyük İskender MÖ 4. yüzyılda Persleri yenerek Anadolu'ya hakim oldu. Büyük İskender'in ölümünden sonra Bitinya Kralığı bağımsızlığını ilan ederek Sakarya'nın da bulunduğu bölgede hakimiyetini ilan etti. MÖ 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu Bitinya Krallığı'na son vererek bölgeyi topraklarına kattı.[4]

Roma İmparatorluğu ikiye bölündüğünde (MS 365), Bitinya bölgesi Bizans İmparatorluğu'na kaldı. İstanbul'u ele geçirmek gayesiyle gelen İslam orduları bölgeyi fethetmişlerdir. Bu hakimiyetler kalıcı olmamıştır. Bölgeye zaman zaman Sasaniler de akınlar düzenlemiştir.




Malazgirt Meydan Muharebesi'nden sonra Kutalmışoğlu Süleyman Şah Sakarya dahil tüm Anadolu'yu kontrol altına aldı. İznik'in başkent olduğu Türkiye Selçuklu Devleti kuruldu. Birinci Haçlı Seferinde İznik'i terk ederek başkenti Konya'ya taşıdı. Sakarya ahalisi yeniden Bizans'ın kontrolüne girdi.

Yapılan kazılar ve bulguların tarihi bilgileri sayesinde; bölgede MÖ 300 ile 395 yılları arasında başkenti Nikomedia (İzmit) olan Romalıların Bitinya eyaleti bulunmaktaydı.[5] Kandıra, Kaynarca, Hendek, Karapürçek ve Taraklı'da rastlanan bazı bulgularca da bölgenin miladın hemen öncesi ve sonrasında Bitinyalıların egemenliğinde yaşadığı kesinleşmektedir. Bölgede inşa edilen Seyifler, Harmantepe, Tersiye, Paşalar, Çobankale, Mekece kaleleriyle, I. Justinianus’un 562 yılında Sakarya Nehri’nin üzerine yaptırdığı Beşköprü önemli tarihi kalıntılardır.




Osmanlı dönemi

13. yüzyılın sonlarına doğru Konur Alp, bugünkü Adapazarı Havzası'nı fethederek Türk hakimiyetini yeniden sağladı.[6] Orhan Gazi zamanında yapılan bu fetihlere ithafen Sakarya ve çevresinde padişah adına Orhan Camii'ler yapılmıştır. İlk olarak batı Türkistan ve Azerbaycan'dan gelen göçebe Türk boyları buralarda köyler ve kentler kurmuşlardır. Adapazarı, Sakarya Nehri ve Sapanca Gölü'nden çıkan Çark Suyu arasında kalan yarımada biçimindeki kara parçası üzerinde kurulmuştur. 1563 yılına ait bir vesika ve 1581 yılında Akyazı Ada Kadılığı'na yazılan ve bu yöreden nahiye diye bahseden bir ferman şehrin tarihini anlatan ilk belgelerdendir.[6]

Adapazarı yöresi başkent yakınında olduğu için üretim fazlası her şey İstanbul'a gönderilirdi. Özellikle tarım, hayvancılık ürünleri ve kereste açısından Sakarya çevresi önemliydi. İstanbul, İzmit ve Kefken tersanelerine yakınlığı çevreden çokça kerestenin üretilmesine neden olmuştur.[7]


Osmanlı kumandanlarından Karamürsel Alp, Karamürsel'de kurduğu tersanenin kereste ihtiyacını Karasu-Adapazarı arasındaki ormanlardan karşılıyordu. Kereste işlerini takip için Adapazarı'nda Kereste Eminliği kurulmuştu. Elde edilen tomruklar Sakarya Nehri üzerinden Karadeniz'e, oradan İstanbul'a Tersane-i Amireye ulaştırılıyordu. Gemi küreği yapım işi Karasu'ya verilmişti. Tomrukların tamamı başkente gönderilmez, Sakarya ağzında (Yeni mahalle) gemi yapım ve onarımı yapılırdı. Sakarya'dan Tophaneye top arabalarının ahşap parçaları hazırlanır ve gönderilirdi.[7]


Evliya Çelebi Sakarya yöresinden ağaç denizi olarak bahseder. Yöreyi gezen Fransız kontu A. De. Moustier 1862 yılında şunları yazmıştır: "Adapazarı nehrin kenarında 10.000 kişilik bir kent. Ceviz ağacı bol fakat kesilenlerin yerine yenileri dikilmiyor. Bu gidişle Adapazarı ağaçsız kalacak." Adapazarı'nda o yıllarda ceviz ağacından tabanca ve tüfek kabzası yapılmaktaydı.[7]


İkinci Beyazıt Köprüsü: Osmanlı zamanından kalan köprü tarihi açıdan önemlidir. Geyve ilçesinde Alifuatpaşa kasabasında II. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Sakarya Nehri üzerine yapılan köprü 15 gözlüdür, uzunluğu 196,5, genişliği 5,5 metredir.





Kurtuluş Savaşı

Adapazarı yöresi Kurtuluş Savaşı'na; Ali Fuat Cebesoy, Hasan Cavit Bey, Sırrı Bey, Çerkez Sait Bey, Metozade Hüseyin Bey, Koçzade Mahmut Bey, Abdurrahman Bey, Kaymakam Tahir Bey, Cevat Bey, Kazım Kaptan, Halit Molla ve İpsiz Recep gibi kahramanlarıyla katkıda bulunmuştur.[8]

İlçede ilk müfrezeyi kurma görevi Yüzbaşı Ramiz, Yüzbaşı Rauf, Doktor Raik'e verilmiştir. Onlar da Meto Hüseyin ve Mehmet Bey'in katkılarıyla bu görevi yerine getirdiler. Geyve, Hendek ve Adapazarı'nda Kuvâ-yi Milliye teşkilatı aynı zamanda kuruldu. Bölgenin önde gelenleri Ankara'ya, Mustafa Kemal Atatürk'e bağlılık telgrafı çektiler.[8]

Bölgede Ermeni ve Rum çeteciler ile mücadele için Türk milis güçleri oluştu. Akyazı, Hendek ve Sapanca çevresinde Kazım Kaptan kuvvetleri, Kaynarca yöresinde Halit Molla, Kandıra ve Karasu çevresinde İpsiz Recep, Ermeni ve Rum çeteleri ile mücadele ettiler. Anzavur Ahmet üçüncü ayaklanmasında Adapazarı üzerinden Geyve boğazını ele geçirmek için saldırmış, Çerkez Ethem tarafından bozguna uğratılmışlardır. Hendek'i ele geçiren Anzavur, Ethem tarafından püskürtülmüştür.[8]

İzmit'i işgal eden 11. Yunan Tümeni, 24 Mart'ta Sapanca ve Kırkpınar'ı, 25 Mart tarihinde Adapazarı'nı işgal etti. Millî kuvvetler Yunan ilerleyişini durdurmak amacıyla Sakarya Nehri üzerindeki ahşap olan Tavuklar ve Taşlık köprülerini yaktı. Nehri geçen ilk Yunan birlikleri milis güçlerce geri püskürtüldü.[8]

Bölgeyi işgalden kurtarmak amacıyla yeni bir kolordu kurulup başına Albay Kasım Bey atandı. Yunan kuvvetleri Bursa'ya doğru çekilmek amacıyla Adapazarı'na toplanmaya başladılar. Çekilme sırasında şehrin yakılmasını önlemek için tedbirler alındı. 21 Haziran sabahı erkenden üç kol halinde Millî kuvvetler Adapazarı'na girdi. Küçük çatışmalarla şehir kurtarıldı. Kazım Kaptan, Osman Kaptan ve Molla Halit güçleri şehirde asayişi sağladı.[8]

25 Mart tarihinden, 21 Haziran'a kadar 3 ay süren işgalden kurtuluşu için Sakarya'da 21 Haziran Kurtuluş Günü olarak kutlanmaktadır.

Sakarya Müzesi; Atatürk'ün Adapazarı ziyaretinde konakladığı ev.




Cumhuriyet dönemi

Adaköy'den Sakarya'ya
1324: Orhan Gazi'nin fethiyle kurulan Ada Karyesi (Adaköy).
16. yüzyıl: Ada nahiyesi
18. yüzyıl: Ada kazası, Kocaeli vilayetine bağlı.
1868: Adapazarı Belediyesi Kocaeli'ye bağlı ilçe.
1954: Adapazarı merkez ilçesi yeni kurulan Sakarya ilinin merkezi.
2000: Adapazarı Büyükşehir Belediyesi kurulur.
2008: Adapazarı ilçe belediyesi, Sakarya Büyükşehir Belediyesi'nin alt kademe belediyesi olur. Kentin adı Sakarya'dır artık.[12]
2014: 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile yeni değişiklikler olmuştur. 2014 mahalli idareler genel seçimi sonrasında büyük şehir belediyesi Sakarya il mülki idare sınırlarındaki tüm alanda hizmet vermeye başlanmış, ilin tüm ilçe belediyeleri büyükşehire bağlanmıştır.

Coğrafya

İlin topoğrafyası üç ana kısımda incelenir: 1. Kuzeydeki alçak tepelik alanlar, 2. Orta kısımda Adapazarı ovası düzlüğü, 3. Güneyde engebeli dağlık alanlar. Kuzey Anadolu Fay hattının kuzeyinde olmak üzere, batıdan Kocaeli platosu Sakarya nehrine kadar ilerler. Çam Dağı kütlesi hariç kuzey Kısımlar Kocaeli platosunun devamı durumundadır.

Adapazarı ovası (Akova) Sakarya nehrinin taşıdığı alüvyonlarla oluşmuştur. İzmit körfezi ve Sapanca Gölünün devamı olan Adapazarı ve Düzce ovaları tektonik oluşumlu ovalardır. Ovada 400 metreye kadar alüvyon çökeller yer alır.[13] İl topraklarının %34'ü ovalar, %44'ü platolar, %22'si dağlar tarafından oluşturulur.

Dağlar

Samanlı Dağları, Bolu dağlarının devamı olarak il topraklarından Marmara denizine kadar uzanır. Köroğlu dağları ile Samanlı dağlarını birbirinden Geyve Boğazı ayırır. Çok yüksek olmayan Samanlı dağları İzmit körfezi ile Gemlik körfezi arasında uzanır. İlin en yüksek dorukları Keremali Dağı (1543 m) ve Karadağ'dır (1467 m).

Keremali Dağı: 1543 m ile ilin en yüksek dağıdır. Hendek ile Akyazı arasında bulunur. Zirvesinde yaylalar ve Keremali türbesi bulunur.

Çam Dağı: Düzce ovasında kesintiye uğrayan Akçakoca ve Bolu Dağlarının il topraklarındaki uzantısıdır. Hendek, Karasu, Kocaali ilçeleri arasında yer alır. Ortalama 880 m olan yüksekliği Fındıklıtepe'de 900 m'yi bulur.

İlde başka dağlık alan yoktur. Kocaeli platosu üzerindeki tepelikler en fazla 250 metreye kadar çıkarlar.

Yaylalar: İldeki Samanlı dağları, Karadağ, Oflak Dağı ve Keremali Dağı üzerinde yer alan yaylalar şunlardır: Acelle Yaylası (Akyazı), Dikmen Yaylası (Hendek), Çiğdem Yaylası (Hendek), Turnalık Yaylası (Hendek), Keremali Yaylası (Akyazı), Sultanpınar Yaylası (Akyazı), Karagöl Yaylası (Taraklı), Soğucak Yaylası (Sapanca), Davlumbaz Yaylası (Akyazı).

Ovalar




Adapazarı Ovası, Akova da denilen alan Sakarya nehrinin biriktirdiği verimli alüvyonlarla kaplıdır. 620 km2 büyüklüğüyle Marmara'nın büyük ovalarındandır. Ova, Sakarya ekonomisine önemli katkı sağlar. Yaklaşık 30 m yüksekliğe sahiptir ve merkezi kısmına Sakarya şehri kurulmuştur. Mısır, şeker pancarı, buğday, kabak, patates ekimi yapılır.

Pamukova, Sakarya nehrinin Adapazarı ovasından önce, Geyve boğazının güneyinde oluşturduğu, 170 km2 büyüklüğündeki ovadır. Akdeniz iklimi etkisi altındaki ovada çoğunlukla meyvecilik ve sebzecilik yapılır. Sakarya'nın içinden aktığı ovada sulanan tarlalarda; buğday, şeker pancarı, soğan, salçalık biber, domates, bağ, ayva, şeftali, çilek, armut yetiştirilir.[14]

Söğütlü Ovası, 30 km uzunluk 20 km genişliğindeki ova ilin en çukur kısmıdır. Sakarya sık taşkın yapar, yer altı suyu seviyesi de yüksektir. Ova dranaj kanalları açıldıktan sonra tamamen kullanılmaya başlanmıştır.

Akarsular

Sakarya Nehri: Kaynağını Eskişehir topraklarından alan nehrin uzunluğu 824 km'dir. İl sınırlarında 159 km'lik kısmı yer alır. Sakarya merkezin 4 km doğusundan geçen nehir önce Mudurnu Çayını, Seyifler Kalesi yanında Çark Suyu'nu alır, Karasu Yenimahalle'den Karadeniz'e dökülür.

Çark Suyu: Sapanca Gölünün fazla sularını taşıyan Çark 45 km uzunluğundadır. Sapanca gölünden doğar, Ferizli-Seyifler köyünde Sakarya Nehri ile birleşir. Son yıllarda Sapanca Gölünün suları insan faaliyetleri amacıyla yoğun kullanıldığı için fazla bir akışı yoktur. Belediyenin akışı sağlamak amacıyla Sakarya Nehrinden su taşıma projesi gerçekleşmiş, Kent içindeki Çark deresi çorak görünümden kurtulmuştur.[15]

Dinsiz Çayı: Mudurnu çayının koludur, uzunluğu 34 km'dir. Hendek sınırlarından doğar, Fabrika dere, Balıklı dere, Bıçkıdere ve Gürcüdere'yi alarak Mudurnu Çayıyla birleşir.

Mudurnu Çayı: Ardıç dağının güney yamaçlarından doğar, Bolatça Çayı ve Dinsiz çayını alarak Hendek'te Sakarya Nehri ile birleşir.

Darıçayırı Deresi: Hendek'in Kocadöngel Mahalleninden bu isimle doğar, Darıçayırı (Karasu) beldesinden geçtikten sonra Tuzla Mahallesinde Sakarya ile birleşir.

Maden Deresi: Çamdağının Hendek kısmından doğar, Kuzeye doğru akışa geçer. Uzunluğu 30 km olan Maden Deresinin aşağı kısmında oluşan kanyon vadi özellikle yazın turist çeker.

Melen Çayı: Yığılca'dan Küçük Melen olarak doğar, Efteni Gölüne döküldükten sonra diğer kollarını alarak gölden Büyük Melen adıyla çıkar. Efteni Gölüne kadar 61 km, gölden sonra 63 km uzunluğundadır. 30 km'si Düzce-Sakarya sınırını oluşturan çay, Melenağzı köyünde Karadeniz'e ulaşır. Cumayeri Dokuzdeğirmen köyü ile Kocaali Beyler Köyü arasında 12 km'lik kısmında rafting yapılmaktadır. Üzerinde Melen Barajı yapılmakta olan çaydan Büyük Melen Projesi ile İstanbul'a içme suyu gönderilmektedir.

Göller





Sapanca Gölü: Sakarya ile Kocaeli illeri arasında uzanan tektonik oluşumlu tatlı su gölüdür. Kuzey Anadolu Fay Hattı etkisiyle oluşan göl, 16 km uzunluk, 5 km genişliğe sahiptir. Denizden yüksekliği 33 m olan gölün en derin yeri 53 m, ortalama derinliği 36 m'dir. Göl suları Kocaeli'de sanayide, Sakarya'da içme suyu olarak kullanılmaktadır.

Acarlar Longozu: Karasu ve Kaynarca ilçeleri sınırlarında yer alan kıyı set gölüdür. Uzunluğu 7,5 km, genişliği 0,9 km olan göl, 1976'da Yaban hayatı Koruma sahası, 2004 yılında Yaban Hayatı Geliştirme Sahası ilan edilmiştir. Doğası, bitki ve kuş türleriyle ziyaretçi çekmektedir.

Taşkısığı Gölü, (Çaltıcak Gölü), Sakarya ili, Adapazarı ilçesi sınırlarında yer alır. Yüzölçümü 90 hektar olan gölün suları tatlıdır. Göl yakınlarına doğalgaz çevrim santrali yer alır.

Poyrazlar Gölü: Sakarya kent merkezinde 7–8 km uzaklıkta, Karasu yolu üzerindedir. Sakarya Nehri'nin biriktirdiği alüvyonlar sebebiyle oluşmuş alüvyal set gölüdür. Doğal sit alanı olan göl çevresi mesire yeri olarak kullanılmaktadır.

Akgöl: Karasu ve Ferizli ilçeleri arasında kalan alüvyal set gölüdür. Balık açısından zengin olan gölün kıyılarından torf çıkarılır. Fazla sularını Sakarya Nehri'ne boşaltır.

Küçük Akgöl: Sakarya merkezin 12 km kadar uzakta eski Karasu yolu üzerindedir. Doğal ormanlarla çevrilidir.

Küçükboğaz gölü: Karasu-Kocaali yolu üzerinde oluşmuş kıyı set gölüdür. Çevresi mesire yeri olarak değerlendirilir.

Gökçeören Gölü: 25 ha alana sahip olan göl, merkezin 7–8 km KB yönünde yer almaktaydı. Fazla derin olmayan ve kışın genişleyip yazın çekilen göl 1967 yılında kurutularak tarım arazisine çevrilmiştir.

İklim

Sakarya ilinin Karadeniz kıyılarında Karadeniz iklimi, güney kısmında Marmara tipi Akdeniz iklimi etkilidir. Kuzeyde fındık yetiştirilirken, güney ilçelerinde bir kısmı zeytin bahçesi olan meyve bahçeleri yaygın olması bunun göstergesidir. İl merkezinin güneyinde yer alan Samanlı dağları ve Keremali dağları Karadeniz iklim etkisinin güneye ulaşmasına engel olur. İlin güney bölümüne İznik Gölü yönünden Akdeniz hava kütleleri ulaşır. Yağış kuzeyden güneye doğru azalır: Karasu'da 1000 mm, Merkezde 840 mm, Geyve'de 600 mm'ye düşer. Hakim rüzgâr yönü KKB'dır. Bağıl nem ortalaması %72'dir.[16] Yıllık sıcaklık ortalaması 14,2 °C'dir. Ocak ayının fazla soğuk olmaması (5.9 °C), Temmuz sıcaklıklarının yüksek olamaması (23.3 °C), yıllık sıcaklık farkının düşük olması (17.4 °C), Karadeniz iklimi etkisindendir. Yağışın mevsimlere dağılışı: %31 kışın, %26 sonbahar, %22 ilkbahar, %21 yaz. Bu dağılım Karadeniz yağış rejiminin özelliklerini yansıtır. Yağışın %95,9'u normal, %3,7'si sağanak şeklindedir. Yıllın 133 günü yağışlıdır.[17]

Bitki örtüsü

Sakarya'da iklimin etkisiyle nemcil Karadeniz Ormanları hakimdir. İl topraklarının %37'si (179.516,5 ha) korunmuş, %5'i (23.191,5 ha) bozulmuş olmak üzere %42'si (202.708,0 ha) orman alanıdır.[19] Ağaç türlerinden; kayın, gürgen, meşe, dişbudak, kestane, ıhlamur, kavak, kızılağaç, bulunur. Ağaççık ve çalı türlerinden; taflan, defne, üvez, kızılcık, ormangülü, şimşir, yabani fındık, mürver, kocayemiş bulunur. Orman alanının dışında az da olsa makiler bulunur. Maki türlerinden; kocayemiş, şimşir, akdiken, ardıç, çobanpüskülü, kermez meşesi, böğürtlen, dikenli mersin, ayı üzümü ve ormangülü yetişir.[20]


Sakarya ormanlarında yaban hayvanlarından; geyik, karaca, ayı, kurt, domuz, tilki, çakal, sansar, porsuk, tavşan, sülün, keklik, bıldırcın, üveyik, güvercin, sığırcık, kirpi, saksağan, şahin, doğan, baykuş, yaban kazı, ördek yaşar.

Yer bilimi

Sakarya'da kuzey-güney doğrultuda; Batı Pontid, Armutlu-Almacık-Arkotdağ ile Sakarya zonu birimleri bulunur. Batı Pontid zonunda; Paleozoyik, Permo-Triyas, Genç Kampaniyen-Orta Eosen yaşlı kırıntılar, karbonatlar, volkanitler bulunur. Bu zamanlarda oluşan kaya grupları açısal uyumsuzlukla sıralanırlar. Gurupların temeli Ordovisyen zamanlı sığ deniz, delta çökelleri (Kocadöngel formasyonu), bunun üzerinde akarsu çökelleri (Kurtköy formasyonu) ile sığ deniz çökeli olan kumtaşı şeyller oluşturur. Ferizli formasyonu yoğun demir mineralleri bulunan lagün-şelf çökellerini temsil eden karbonat ve kırıntılardan oluşur. Tüm birimler miyosen yaşlı bazalt, Pliyosen yaşlı kırıntılar, yamaç molozu ile alüvyonlarla örtülüdür.[21]

İlde 1. jeolojik zamandaki Hersiniyen dağ oluşumu ve 3. zamandaki Alpin Orojenezi etkili olmuştur. Hersiniyen kıvrımları Devoniyen ve Silüriyen tortulları üzerinde gerçekleşmiştir. Güneyde metamorfizma oluşmuş, kuzeyde metamorfizma çok az görülmüştür.[22]

İl genelinde Alp orojenezi Kuaternere kadar sürmüştür. Tektonik etkilerle Adapazarı Ovası çökmüş, Kuzey Anadolu Fayı bu devirde oluşmuştur. Fayın güneyindeki bloklar çökmüş, kuzey taraflar yükselmiştir. Fay hareketleri neticesinde Adapazarı ovası sürekli çökmekte olan sübsidans havza haline gelmiştir.[22] İzmit körfezinden Hendek'e kadar devam eden geniş düzlük alan nehir çökelleriyle kaplıdır. Sakarya merkez, Sakarya Nehri, Çark Suyu, Mudurnu Çayı, Uludere'nin getirdiği bu nehir çökelleri üzerinde kurulmuştur. Adapazarı Ovasının kuzey kenarlarında dik kenarlı tepeler başlar. Ovanın güney ve kuzeyinde bulunan aynı seviyedeki tabakaların yaş ve yapılarının farklı olması ovanın tektonik çöküntü alanı (graben) olduğunun göstergesidir.[22]




Mesajı son düzenleyen Enerjik ( 11-03-25 - 18:53 )
 
Eski 09-03-25, 19:49 #13
marifetyolcusu marifetyolcusu çevrimdışı
Arrow [Yarışma Konusu] Cumhuriyetin Kurulduğu Topraklar, Gastronomi Şehri Afyonkarahisar

Oldukça köklü bir tarihe ev sahipliği yapan Afyon ili, Türk tarihinde de oldukça önemli bir yere sahiptir. Tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Afyon, gezilecek yerleri sayesinde her sene yerli ve yabancı on binlerce turistin uğrak noktası haline gelmiştir.

Tarihi ve turistik yerleri açısından oldukça zengin bir şehir olan Afyon; tarihe ilgi duyan ziyaretçiler için oldukça ideal bir turizm noktasıdır. Afyon’un tarihi ve turistik noktaları arasında; Frig Vadisi, Afyonkarahisar Kalesi, Afyon Arkeoloji Müzesi, Afyonkarahisar Ulu Camii, Büyük Taarruz Şehitliği, Yedikapılar Manastırı, Sultan Divani Mevlevihanesi, Döğer Kervansarayı, İscehisar Peri Bacaları ve Göynüş Vadisi Örenyeri yer almaktadır.


Frig Vadisi

Afyon merkezine 121 km uzaklıkta olan Frig vadisi, ulaşımdan yana sıkıntı yaşamayacağınız bir konuma sahiptir. Ziyaretçiler, özel araçlarıyla veya otogardan kalkan minibüsler ile oldukça rahat bir şekilde ulaşım sağlayabilir.

Afyonkarahisar’da yapılan arkeolojik kazılarda Friglere ait birçok kalıntı bulunmuştur. Geometrik şekillere sahip birçok seramik eserlere rastlanmıştır. Geçmişinden günümüze kadar izleri ilk günkü gibi taşıyan Frig vadisi; eşinizle dostunuzla gezebileceğiniz ve atlı tur, bisiklet turu gibi birçok etkinlik sağlamaktadır.



Afyonkarahisar Kalesi

Afyonkarahisar’ın merkezinde yer alan bu kale, ülkemizde gözden kaçırılmayacak tarihi yerlerden biridir. Ziyaretçilerin özel araçlar ile kolayca ulaşabildiği bir noktadır. Afyon şehir merkezinden 2 km uzaklıkta bulunmaktadır.

Afyonkarahisar Kalesi, geçmişte volkanik özellik gösteren 226 metre yüksekliğindeki bir kayanın tepesinde yer almaktadır. Kale; bölgenin “Afyonkarahisar” ismini almasına vesile olmuştur.

Bu kale 3400 yıl boyunca savunma amacı ile kullanılıp, savaşta kullanılan stratejilere büyük katkıda bulunmuştur.

Bu kaleyi gezmeniz için önerilen zaman dilimi gündüzdür. Herhangi bir ücrete tabi tutulmadan haftanın her günü gidip gezebilirsiniz.









Afyonkarahisar Ulu Camii

Tarihi yapıya sahip bu camimiz Afyon’un merkezinde yer almaktadır. Dilediğiniz şekilde oraya gidebilir ve sıkıntı yaşamadan görebilirsiniz. Taksi, belediye otobüsü ve ya özel araç hiç farketmeden ulaşımınızı sağlayabilirsiniz.

40 direkli cami olarakta bilinen bu yapı 40 direk üzerinde oturtulmuştur. Bir vadi üzerinde kurulmuş olan cami, Selçuklu vezirinin oğlu Nasuriddin Hasan tarafından yaptırılmıştır. İlk başta moloz ve toprak kullanılarak inşaa edilen bu cami sonrasında osmanlı döneminde birkaç kez restorasyona uğramıştır. Şehrin sarp kalesinin eteklerinde konumlanmış olup içerisinde çok önemli çini ve hat çalışmaları bulunmaktadır. Dilediğiniz gibi gelip o önemli detayları ve tarihin önemli izlerini kendi gözünüzle görebilirsiniz.

Bu ibadethaneyi herhangi bir ücrete tabi tutulmadan ve istediğiniz mevsimde gidip görebilirsiniz.





Büyük Taarruz Şehitliği

Bu şehitlik Afyon merkezine 16 km uzaklıkta bulunmaktadır. Toplu taşıma, özel araç, taksi vb. tüm imkanlarla ziyaret edebileceğiniz bir konuma sahiptir.

1922 tarihinde Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa`nın emir vermesi ile büyük taarruz başlamıştır. 4 gün içerisinde 275 subay ve 2150 mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Bu yapı ise bu şehitlerimi temsil etmek ve anısını hatırlatmak amacıyla kurulmuştur.

Hemen şehitliğin girişinde 8 metre yüksekliğinde kemerli bir kapıyla karşılaşacaksınız. Hemen arka tarafında ise 18 metre yüksekliğinde Mustafa Kemal Atatürk heykeli yer almaktadır. Bu heykelin konumlandırılması ise yolda geçenin göreceği şekilde yapılmıştır. Dilediğiniz gibi gezip şehitlerimizin anılarını yaşatabilirsiniz.

Bu şehitliğe herhangi bir giriş ücreti yoktur.




Yedikapılar Manastırı

Afyon’un Bolvadin ilçesinde bulunan bu yapı gayet rahat bir ulaşıma sahiptir. Bolvadin-Emirdağ karayolu üzerinde Kemerkaya Beldesi’nde yer almaktadır. Afyon merkezine 68 km uzaklıkta olup ister afyon merkezden toplu taşıma ile, taksi ile veya özel araçla ulaşabilirsiniz.

Henüz manastır olduğu kesinleşmemiş olsa da manastır olarak kabul edilen bu yapının Bizanslılara ait olduğu bilinmektedir. Dışarıdan ne kadar ufak gözükse de içerisi gözleri kamaştıran bir görkeme sahiptir. İçeride gıda stok alanları, mezar odaları, barınma yerleri, koridorlar ve sığınaklar bulunmaktadır.

Barındırdığı tarih kalıntılarını istediğiniz gibi gelip kendi gözlerinizle inceleyebilirsiniz.


İscehisar Peri Bacaları

İscehisar peri bacaları şehir merkezine 35 km uzaklıkta olup rahat bir ulaşım olanağına sahip tarihi yapıdır. Bu yapıya Afyon otogarından İscehisar ve seydiler araçlarıyla gidilebilir veya taksi özel araç gibi ulaşım yollarını seçebilirsiniz.

Volkanik patlamalar vesilesiyle ortaya çıkan bu yapı, önem olarak, Kapadokya’dan hemen sonra gelmektedir. Gözden kaçmaması gereken en önemli nokta ise zengin bir tarihe ev sahipliği yapmasıyla birçok turist çekmeyi başarmıştır.



EBER GÖLÜ
EBER SARISININ DÜNYADA YETİŞTİĞİ TEK YER …
Türkiye’nin en ilgi çekici ve büyük göllerindendir. Eber Sarısı adlı endemik bitki türü dünyada sadece Eber Gölü’nde yetişmektedir. Bolvadin çevresindeki en önemli sulak alanlarından birisidir. Sultan Dağları’nın kuzeybatı yamaçlarıyla, Emirdağları’nın güney uzantıları arasında, Akarçay-Eber kapalı havzası içinde yer alan tektonik bir göldür. İlimiz Çay ve Bolvadin ilçesi sınırları içerisinde 150 km² yüzölçümüne sahiptir.
Türkiye’de göçmen kuşların göç yolu üzerinde bulunan Eber Gölü, sazlık alanlarıyla birçok kuş türüne üreme ve yaşam alanı olarak ev sahipliği yapıyor. Gölde ekonomik değeri en yüksek olan kamış üretimi yapılmakta ve sazan, turna ve aynalı sazan balığı bulunmaktadır. Gölün av turizmine olanak vermesinden dolayı il dışından birçok kişinin göl kıyısına av evleri yaptığı da görülmektedir. Eber Gölünde dikkat çeken bir özellik de yerli halkın “kopak” adını verdiği, su üzerinde kamış köklerinin oluşturduğu yüzer adacıkların bulunmasıdır. Hatta bu adacıklar üzerine balıkçıların ve avcıların barınaklar kurdukları da görülmüştür.






Mesajı son düzenleyen Enerjik ( 09-03-25 - 20:29 )
 
Eski 11-03-25, 08:43 #14
Flandre Flandre çevrimdışı
Varsayılan C: Tarihin Tanığı Etkinliği - Yarışma Başvuru Topiği

Uruguay Doğu Cumhuriyeti: Bayrağı, Nüfusu ve Tüm Detaylarıyla Uruguay Rehberi

Uruguay, Güney Amerika'nın doğu kıyısında yer alan bir ülkedir. Kıtanın en küçük ikinci ülkesi olan Uruguay, siyasi ve ekonomik olarak uzun süredir komşu cumhuriyetler olan Brezilya ve Arjantin'in gölgesinde kalmıştır. Aynı zamanda her iki ülke ile birçok kültürel ve tarihi benzerliği vardır. Açık alan ve düşük nüfus yoğunluğunun bu kombinasyonu, Uruguay'a ekonomik kalkınma için birçok fırsat sağlamıştır.

Uruguay Hakkında Genel Bilgiler




Uruguay, Güney Amerika'nın doğu kıyısında yer alan bir ülkedir. Kıtanın en küçük ikinci ülkesi olan Uruguay, siyasi ve ekonomik olarak uzun süredir komşu cumhuriyetler olan Brezilya ve Arjantin'in gölgesinde kalmıştır. Aynı zamanda her iki ülke ile birçok kültürel ve tarihi benzerliği vardır. Açık alan ve düşük nüfus yoğunluğunun bu kombinasyonu, Uruguay'a ekonomik kalkınma için birçok fırsat sağlamıştır.

Uruguay'da nüfusun neredeyse yarısı büyükşehir bölgesinde yoğunlaşmış durumda. Yaklaşık 176 bin kilometrekarelik bir alana sahip olan Uruguay, Surinam'dan sonra Güney Amerika'nın en küçük ülkesidir.

Uruguay hakkında önemli bilgiler şu şekilde:

Başkent: Montevideo

Resmi Diller: İspanyolca

Hükûmet Şekli: Üniter başkanlık cumhuriyeti

Yüzölçümü: 176.215 km2

Nüfus: 3,426 milyon (2021)

Para Birimi: Uruguay Pesosu

Telefon Kodu: +598

Uruguay'ın Tarihi


Uruguay'ı keşfeden ilk Avrupalı, 1516'da birkaç adamıyla birlikte Charrúa veya Guaraní savaşçıları tarafından öldürülüp yenen İspanyol denizci Juan Díaz de Solís'ti. Daha sonra 1624'ten itibaren İspanyollar buraya yerleşmeye başladı. 18. yüzyılda İspanya'nın genel valiliğine bağlanan Uruguay'da bağımsızlık hareketleri 1811 yılında başladı.

Uruguay'ın bağımsızlığının ilk yılları felaketle geçti. Yirmi yıllık savaş ve yağma, sığır sayısını büyük ölçüde azaltmış ve birçok sömürge ailesinin toprakları ve serveti yok edilmişti. Hem Arjantin hem de Brezilya, Uruguay'a göz dikti. Büyük çekişmeler ve kanlı savaşlar yaşandı.

19. yüzyılın ikinci yarısında, artan sayıda göçmen iş kurup arazi satın aldıkça Uruguay gelişmeye başladı. Kısmen onların çabalarıyla, koyunlar sığırlarla birlikte otlatıldı, çiftlikler çitle çevrildi ve besi hayvanlarını geliştirmek için safkan boğalar ve koçlar ithal edildi.

Bugün Uruguay, tarihindeki yoğun savaşlar, ekonomik bunalımlara rağmen nüfusuna yüksek yaşam standartları sunar.

Uruguay'ın Ekonomisi



Uruguay'ın kişi başına düşen gayri safi milli hasılası (GSMH) Latin Amerika'daki en yüksekler arasındadır ve ülke büyük bir kentsel orta sınıfa sahiptir. Ülkenin dış ticarete bağımlılığını azaltmak için birbirini izleyen hükümetler, dinamik hale gelen yerli imalat ve hizmetleri teşvik etti. Hükümet, elektrik üreten, ithal petrolü rafine eden, alkol ve çimento üreten ve et ve balık işleyen çok sayıda şirketi işletmektedir. Ayrıca demiryollarını ve ülkenin en büyük telefon şirketini de kontrol ediyor. Ancak, 1990'lardan beri devlete ait şirketleri özelleştirme girişimleri olmuştur.

Koyun ve sığır yetiştiriciliği Uruguay'ın en önemli ekonomik faaliyetlerinden ikisidir. Tarım, gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) onda birinden daha azını oluşturmasına rağmen, yün ve sığır etinin yanı sıra çiftlik hayvanları, hayvancılık ürünleri ve deriler, Uruguay'ın ihracat gelirinin yaklaşık beşte ikisini oluşturuyor. 2001 yılında bir şap hastalığı salgını, hayvancılık endüstrisine ciddi şekilde zarar verdi ve Uruguay ekonomisinin tamamında yankılara neden oldu.

Uruguay yakıtının, endüstriyel hammaddelerinin, araçlarının ve endüstriyel makinelerinin çoğunu ithal ediyor çünkü yerli ticari petrol, doğal gaz , kömür veya demir kaynakları yok. 1980'lerden bu yana imalatın önemi biraz azaldı ve şu anda GSYİH'nın yaklaşık altıda birini oluşturuyor. Başlıca imalatlar arasında işlenmiş gıdalar, içecekler, kimyasal ürünler, tekstil ve tütün ürünleri yer almaktadır. Çoğu fabrika Montevideo ve çevresinde yoğunlaşmıştır.

Uruguay'ın Nüfus Özellikleri



Uruguay'daki etnik gruplar şu şekilde:

%92 Beyaz

%5 Mestizo

%3 Siyahi

Uruguay'ın nüfusu ise 3,426 milyon (2021).

Çoğu Latin Amerika ülkesinden farklı olarak Uruguay'da çok düşük bir nüfus artışı görülür.

Din
Nüfusun yaklaşık üçte biri, diğer Hıristiyan inançlarına bağlı veya mezhepsel olmayan Hıristiyanlardır. Uruguaylıların yaklaşık altıda biri agnostik veya ateisttir. Çoğunlukla Montevideo'da bulunan Yahudiler, Güney Amerika'daki en büyük Yahudi topluluklarından biri olan küçük bir azınlığı oluşturuyor. İnsanların yaklaşık yarısı en azından Roma Katolik Kilisesine bağlı.

Dil
Uruguaylılar ağırlıklı olarak Avrupa kökenlidir. Uruguay'ın her yerinde İspanyolca konuşulur, ancak Rivera'da ve Brezilya'ya yakın diğer sınır kasabalarında Portekizce ve İspanyolca'nın karışımı duyulabilir.

Coğrafi Açıdan Uruguay



Kuzeyde ve doğuda Brezilya, güneydoğuda Atlantik Okyanusu ve güneyde Río de la Plata ile sınırlanmıştır. Uruguay Nehri ise Arjantin ile batı sınırını oluşturmaktadır.

Arazisi hafif inişli çıkışlıdır. Geniş vadiler, ovalar, alçak platolar ve tepeler ve sırtlar vardır. Güneydoğu kıyısı yakınında yer alan ve 514 metre yüksekliğe sahip olan Catedral Dağı, ülkenin en yüksek noktasıdır. Vadiler ve kıyı düzlükleri kum, kil ve verimli alüvyon yataklarıyla kaplıdır.

Uruguay'ın İklimi



Uruguay genel olarak hoş ve ılıman bir iklime sahiptir. Temmuz ayının (yani kış ortasının) ortalama sıcaklığı 10 derece ile 12 derece arasındadır. Yaz ortası ayı olan ocak ayının ortalama sıcaklığı ise 22 derece ile 26 derece arasındadır.

Kıyı boyunca don neredeyse hiç oluşmuyor. Hem yaz hem de kış hava durumu, fırtına cephelerinin geçmesiyle günden güne değişebilir; kuzeyden esen sıcak bir rüzgarı bazen Arjantin Pampalarından gelen soğuk bir rüzgar takip edebilir.

Uruguay'ın ne kurak ne de yağmurlu bir mevsimi yoktur. En yoğun yağış sonbahar aylarında (Mart ve Nisan) görülür, ancak kışın daha sık yağış görülür. Ortalama yıllık yağış genellikle 1.000 mm'den fazladır. Sahilden uzaklaştıkça azalır ve yıl boyunca nispeten eşit bir şekilde dağılır. Fırtınalar yaz aylarında sık sık görülür.

Uruguay'da Kültürel Hayat




Uruguay kültürü, komşu Arjantin ile büyük benzerlikler gösterir. Uruguay, çoğu gelişmiş ülkeninkiyle karşılaştırılabilir yüksek bir okuryazarlık oranına sahiptir. Eğitim 6-11 yaş arası öğrenciler için zorunludur ve ilk, orta, teknik okul ve üniversite olmak üzere her düzeyde ücretsizdir. Montevideo, yüksek öğrenim için ulusal merkezdir.

Mutfak
Sığır eti Uruguay mutfağının temelidir ve ülke, kişi başına dünyanın en büyük kırmızı et tüketicilerinden biridir. Barbeküler her yerde bulunur. Popüler yiyecekler arasında sığır eti tabakları, biftekli sandviçler mangalda böbrekler ve sosisler ve makarnalar bulunur. Alkolsüz içecekler, bira ve şarap, meyve suyu ve şarap karışımı çok sık servis edilir.

Kültürel Kurumlar
Ülkenin kültürel kalbi olan Montevideo, ulusal kütüphane ve ulusal tarih, antropoloji, doğa tarihi ve sanat müzeleri dahil olmak üzere Uruguay'ın başlıca kültürel kurumlarına ev sahipliği yapmaktadır. Hint Müzesi ve Tacuarembó'daki Gaucho gibi birçok bölgesel müze, bakımlı tarihi koleksiyonlara sahiptir. Hükümet iki senfoni orkestrasını, Ulusal Tiyatro'yu ve dramatik sanatlar, güzel sanatlar ve bale okullarını desteklemektedir. Özel dramatik ve müzik grupları da Montevideo ve diğer şehirlerde sahne alıyor.

Uruguay Bayrağının Anlamı



11 Temmuz 1830 yılında göndere çekilen Uruguay bayrağı, beş beyaz ve dört mavi yatay şeritin sıralanması ile oluşur. Sol üst köşede beyaz zemin üzerinde Mayıs Güneşi yer alır. Bu güneş, Arjantin'de kullanılan özgürlük güneşidir.

Mavi ve beyaz renkler, Arjantin bayrağından esinlenilmiştir. Dokuz yatay şerit, ülkenin dokuz şehrini ifade eder.

Uruguay'ın Başkenti



Montevideo, Uruguay'ın ana şehri ve başkentidir. Montevideo limanı, Uruguay'ın dış ticaretinin çoğunu gerçekleştiriyor. Başlıca ihracat yün, et ve deridir. Başkentte yün işleyen çok sayıda işletme ve soğutmalı paketleme fabrikaları et hazırlamak için donatılmıştır. Tekstil, ayakkabı, sabun, kibrit ve giyim fabrikaları şehrin her yerinde bulunmaktadır. Şarap ve süt ürünleri de üretilmektedir. Uruguay'ın tanınmış devlet kuruluşları, ANCAP (Administración Nacional de Combustibles, Alcohol y Portland) petrol rafinerileri ve çimento fabrikaları, demiryolu şirketleri ve elektrik güç sistemi Montevideo'da yoğunlaşmıştır

Uruguay'da yüksek öğrenim yalnızca başkentte mevcuttur. Halen varlığını sürdüren Solis Tiyatrosu 1856'da açıldı. Şehir ayrıca Ulusal Tarih Müzesi (1900), Ulusal Doğa Tarihi Müzesi (1837), Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi (1911) ve Ulusal Kütüphane'ye ev sahipliği yapıyor.

Uruguay'da Gezilecek Yerler



Uruguay, turistik açıdan mutlaka görülmesi gereken bir şehir. Buraya geldiğinizde ziyaret etmeniz gereken mekanlar şunlar:

Mercado Agrícola de Montevideo

The Fingers of Punta del Este

Puerto de Punta del Este

Fortress of Santa Teresa

Mercado Ferrando

Puerto Market

Castillo Pittamiglio

Uruguay'a Nasıl Gidilir?



Uruguay'a Türkiye'den direkt uçuş bulunmuyor. Buraya gitmek için Arjantin'in başkenti Buenos Aires'e gidebilir; daha sonra başkent Montevideo'ya uçakla ya da feribotla geçebilirsiniz. Aynı zamanda Avrupa aktarmalı uçuşları da değerlendirebilirsiniz. Resmi ve umumi pasaport sahibi vatandaşlar, 90 güne kadar vizeden muaftır.



Mesajı son düzenleyen Enerjik ( 11-03-25 - 18:39 )
 
Eski 11-03-25, 18:56 #15
smtdncl smtdncl çevrimdışı
Varsayılan [Yarışma Konusu] Amasya'nın Tarihi, Doğal ve Kültürel Yapısı

Amasya'nın Tarihi, Doğal ve Kültürel Yapısı

Amasya, Karadeniz Bölgesi'nin önemli şehirlerinden biri olarak, hem tarihi hem de doğal güzellikleriyle dikkat çekmektedir. Amasya'nın tarihi, MÖ 7. yüzyıla kadar uzanmakta ve bu döneme ait birçok iz günümüze kadar gelmiştir. Şehir, antik dönemlerden Osmanlı İmparatorluğu'na kadar önemli bir kültürel merkez olmuştur.

Tarihi Yapı ve Miras



Amasya'nın doğal yapısı da oldukça etkileyicidir. Şehri çevreleyen dağlar, Yeşilırmak’ın kenarındaki yürüyüş yolları ve bol yeşillik, bölgenin doğal güzelliklerini gözler önüne serer. Bu doğal alanlar, hem doğa yürüyüşleri hem de fotoğrafçılık için harika fırsatlar sunmaktadır.

Doğal Güzellikler



Amasya, Osmanlı dönemine ait zarif evleri, tarihi camileri ve önemli yapıları ile ünlüdür. Bunlar arasında Amasya Kalesi, Harşena Dağı'ndaki kaya mezarları, Hazeranlar Konağı ve II. Beyazıt Külliyesi bulunmaktadır. Ayrıca, Amasya'da yer alan Şehzadeler Müzesi, Osmanlı padişahlarının yetiştiği yer olarak büyük bir öneme sahiptir.

Kültürel Zenginlik



Amasya, aynı zamanda zengin bir mutfağa sahiptir. Yöresel yemekleri arasında Amasya elması, Amasya mantar köftesi ve kuru fasulye gibi lezzetler öne çıkar. Şehirdeki geleneksel el sanatları, özellikle dokuma ve halı işleri de oldukça ünlüdür. Her yıl düzenlenen Amasya Gelişim ve Kültür Festivali, şehri ziyaret edenlere bu kültürel mirası keşfetme fırsatı sunar.

Amasya, tarihi ve kültürel zenginliklerinin yanı sıra doğanın huzur veren güzellikleriyle de ziyaretçilerine unutulmaz anlar yaşatmaktadır.

 
Eski 11-03-25, 19:36 #16
Karagonza Karagonza çevrimdışı
Varsayılan [Yarışma Konusu] Cennet Kokan Fethiye

Fethiyenin kuruluşu antik çağlara dayanıyor. Likya uygarlığının görkemi içerisinde turizimde önemini sürdüren bu kent, şamanizm, bektaşilik ve islamiyet etkileri altında; halk arasında diğer inançlara karşı engin bir hoşgörü ortamını sağlamış. İlçe, mitolojik dönemin “Güneş” ve “Işık kenti”, roma imparatorluğu döneminin “Meğri”si (Makri-Uzak kenti) ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Fethiye’si olmuştur.

Birinci Dünya Savaşı sonrası 11 Mayıs 1919’da İtalyanlar Fethiye’yi işgal etmişlerdir. Yurdumuzu kurtarmak için verilen büyük mücadeleden sonra, 21 Haziran 1920 tarihinde, Fethiye’den ayrılmak zorunda kalmışlardır. Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Muğla İline bağlanan ilçenin ismi, 1934 yılında alınan bir kararla ilk Türk Hava Şehidi olan Yüzbaşı Pilot Fethi Bey’in ismi anısına Fethiye olarak değiştirilmiştir.

Fethiye, tipik Akdeniz iklimi özelliklerine sahip. Sıcak yaz günlerinin ortalama sıcaklığı 30-35° C arasında. Zaman zaman yağışlı geçen kış aylarında ise bu değer 12° C dolayında. Kış aylarında deniz suyu sıcaklığı 17° C’nin altına düşmez.


 
Eski 11-03-25, 19:51 #17
Sirotez Sirotez çevrimdışı
Alarm [Yarışma Konusu] Türkiye'nin Başkenti | Ankara

ANKARA'NIN KISA BİR TARİHİ
Ankara ilk çağlardan itibaren, farklı medeniyetlerin hüküm sürdüğü bir coğrafya ve sürekli bir yerleşmeye sahne olan bir kent… Bugünkü Ankara kentinin kapladığı bölge ve çevresinde yapılan araştırmalar sonucundaki arkeolojik buluntular, Paleolitik dönemden başlamak üzere, Neolitik ve Bakır Çağı boyunca bölgede devam eden toplu yaşamın kültür değerleri olarak kabul edilmişlerdir. Dolayısıyla şehrin yerleşik düzeni çok eskilere dayanmaktadır fakat bütün arkeolojik bulgulara rağmen şehrin kim tarafından ve ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir.
Ankara ve çevresinin Hititler tarafından ele geçirildiği ve bölgede yerleşik düzene geçtikleri düşünülmektedir. Mürted ovası yakınında Bitik’te bir Hitit yerleşmesi saptanmış ve yapılan kazıda eski Hitit dönemine ait bir yerleşim yeri açığa çıkarılmıştır. Ayrıca, Ankara’nın 60 km güneybatısındaki Gavurkale kalıntıları da Hitit döneminin izleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hititlerden sonra bölgeye, Frigler hakim olmuştur. Kentteki ilk önemli yerleşmenin Frigler döneminde olduğu tahmin ediliyor. Eski çağ kaynaklarında, efsanelerde, Ankara’nın kurucusu olarak Frig Kralı Midas kabul edilir. Frigler, bölgeye “gemi çıpası” anlamındaki “Ankyra” ismini veriyorlar. Frigler’in başkenti olan Gordion, bugünkü Polatlı ilçesi sınırları içerisinde yer alan Yassıhöyük Köyünde yer almaktaydı.
Friglerden sonra, Ankara ve çevresi, Lidyalıların eline geçmiştir. Lidyalılardan sonra bölgede, Persler egemen olmuştur. Lidya ve Pers döneminde, “Ankyra”ya ilişkin bilgilerimiz sınırlı olsa da, dönemin tamamına ilişkin bilgiler, Ankara’nın önemini göstermektedir. Pers Kralı I. Dareios döneminde yapılmış “Kral Yolu”nun Ankara’dan geçmesi, kenti ticari ve askeri açıdan önemli merkezlerden biri haline getirmişti.
Makedonya Kralı Büyük İskender’in Doğu’ya yaptığı seferler sonucunda bölgede, Persler’den sonra Makedonyalılar hakimiyet kurar. Kaynaklarda, İskender’in, Gordion şehrinden geldiği ve bir süre bölgede ikamet ettiği belirtiliyor.
M.Ö. III. yüzyılda yöreye, Galatlar yerleşir. Ankyra, Galat akıncılarının bir boyu olan Tektosagların başkenti olur.
Roma İmparatoru Augustus’un M.Ö. 25’te, Galatya’yı Roma egemenliği altına alması üzerine, Ankyra, Roma’nın eyaleti Galatya’nın başkenti olmuştur. Bu süreçte, bölge, önemli askeri bir üs haline gelir.
Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden sonra kent, Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde kalmıştır. Ankara, Bizans döneminde de askeri ve lojistik önemini korumuştur. Bizans döneminde, birçok hakimiyet mücadelesine sahne olan Ankara, çeşitli hakimiyet kurma girişimlerine rağmen 1073’e kadar Bizanslıların hakimiyeti altında kalmıştır.
Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın 1071’de gerçekleşen Malazgirt Meydan Muharebesinde kazandığı zafer ile Türklerin Anadolu’daki kitlesel yerleşimleri başlamıştır. Selçuklular, 1073’te, Malazgirt Zaferinden iki yıl sonra, Ankara’yı feth etmişlerdir. Malazgirt’ten sonra, kent birçok kez Selçuklular, Danişmentliler ve Bizanslılar arasındaki hakimiyet mücadelesine sahne olmuştur. Sultan Alaeddin Keykubat’ın hüküm sürdüğü dönem, Selçukluların en parlak devridir ve kentbu dönemde, büyük imar çalışmalarına sahne olmuştur.
Moğolların Anadolu’yu istilasının ardından, 14. yüzyıl başlarında kent İlhanlıların hakimiyeti altına girmiştir. Kent, Osmanlılar’a geçmeden önce bir süre Ahiler tarafından yerel bir yönetimle yönetilmiştir. Selçuklu Beyleri arasındaki güç savaşları ve Haçlı Seferleri sebebiyle sekteye uğrayan Türkleşme sürecinde önemli rol oynamışlar ve başta Ankara olmak üzere, Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulunmuşlardır.
Nihayet, Osmanlı topraklarına dahil olan Ankara, bu dönemde de, sınır kenti işlevini sürdürmüştür.
Kentin “Ankyra” adı, İslami devirlerde “Engürü” ve “Angora” biçimlerinde karşımıza çıkarken, kent, 1402 yılında Çubuk Ovasında yapılan Ankara Savaşı’na sahne olmuş ve Ankara bir süre Timur kuşatması altında kalmıştır. Timur’un Anadolu’dan ayrılışından sonra, Mehmet Çelebi, Fetret Devri’nin sonunda padişahlığını ilan edince, Ankara’yı tekrar Osmanlı egemenliği altına almıştır.
Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sonrasında güç kaybeden Osmanlı Devleti’nin merkezinin İstanbul’da kalması tehlikeli görülerek başkentin Anadolu’da başka bir kente taşınması konusu gündeme gelmişti. 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi, Ankara’ya gelerek bir tebliğ ile tüm mebuslara toplantının Ankara’da yapılacağını duyurmuştu.
23 Nisan 1920 tarihinde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hükümet merkezini Ankara olarak ilan etmişti ve Ankara, İstiklal Savaşı’nın idare edildiği bir merkez haline gelmişti. 13 Ekim 1923’te çıkarılan kanun ile Ankara resmen yeni Türkiye’nin yeni başkenti olarak ilan edildi. Böylece kentin bugünkü gelişiminin de önü açılmış oldu.
Milli Mücadele’nin sembol şehri Ankara’da, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanından sonra hızla imar çalışmalarına başlandı. Köklü bir tarihe ve zengin bir kültürel mirasa sahip, pek çok medeniyete ev sahipliği yapmış bu güzel ve kadim şehir, yapılan ilk imar çalışmalarıyla daha yeni ve farklı bir görünüme kavuşmuş oldu ve bir kent olarak gelişiminin ilk adımları atılmış oldu.



ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ

Mustafa Kemal Atatürk'ün isteği üzerine Ankara'da bir Hitit müzesi kurulmasına yönelik ilk girişim; 1921 yılında, dönemin Hars Müdürü Mübarek Galip Bey ve Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından başlatıldı. O döneme kadar Augustus Tapınağı ve Roma Hamamı gibi arkeolojik alanlarda çeşitli kalıntılar ele geçirilip depolandıysa da mevcut tarihî eserlerin ilk defa kapsamlı ve düzenli bir şekilde korunması, 1 Ekim 1921 tarihinde Akkale'de açılan "Eti Müzesi" veya diğer adıyla "Asar-ı Atika Müzesi" sayesinde oldu. Böylelikle, ileride Anadolu Medeniyetleri Müzesi adını alacak ve dünyanın en kapsamlı Anadolu uygarlıkları müzesine dönüşecek olan bir kurumun temelleri atılmış oldu.
Fakat bu müze öylesine küçük bir alanda kurulmuştu ki, kısa bir süre sonra envanterdeki eserlerin muhafaza edilebileceği daha geniş bir alana olan gereksinim arttı. Bir dönem bu müzenin müdürlüğünü üstlenen Remzi Oğuz Arık'a göreyse; Ankara Kalesi'ndeki bu müze, bir müze olmaktan çok düzene konmuş bir depo görünümündeydi. Ayrıca; müzenin koleksiyonu o yıllarda halka değil, sadece tarih alanında çalışmalar yürüten bilim insanlarına açıktı. Bu kısıtlı koşullar altında müzenin daha fazla idare edilemeyeceğine kanaat getiren dönemin Hars Müdürü Hamit Zübeyir Koşay; 1936 yılında Ankara Kalesi'nin güneydoğusunda ve metruk bir hâlde bulunan Mahmut Paşa Bedesteni ile Kurşunlu Han’ın onarılarak müzenin yeni binası olarak kullanılmasını teklif etti. Bu fikrin kabul görmesi üzerine Maarif Vekili Saffet Arıkan devreye girerek bu yapıların bakanlık bünyesine geçirilmesini sağladı ve böylece 1938 yılında başlayıp 1968'e kadar devam edecek olan uzun bir restorasyon çalışmasına başlandı. 1940'ta, henüz yenileme çalışmaları devam ederken, bedestene ait bir bölümün onarımı hızlıca tamamlanarak Akkale'deki eserler Alman Hititolog Hans Gustav Güterbock'un başkanlığında bir heyet tarafından buraya taşındı. 1943 senesinde ise müzenin ilk bölümü tamamen ziyarete açıldı. O sıralarda Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Güterbock ayrıca Alacahöyük, Kargamış, Sakçagözü, Malatya ve Cerablus'tan çıkartılan eserlerin de restorasyon ve teşhire hazırlık işlerini üstlenmiştir. 1948 yılına gelindiğinde ise Kurşunlu Han'da devam eden yenileme çalışmaları büyük ölçüde tamamlanmıştı ve müze müdürlüğü Akkale'nin depo olarak kullanılıp geri kalan bütün eserlerin bundan böyle burada sergilenmesine karar verdi. Müzenin bugünkü adını alarak kurumsal anlamda son haline ulaşması ise 1968'de gerçekleşti.
Günümüzde Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han'ın büyük bir kısmı teşhir salonu olarak kullanılmakta; hanın bodrum katındaki ahır kısmı ise depo görevi görmektedir. Müze bünyesinde ayrıca kütüphane, fotoğraf ve restorasyon atölyeleri, konferans salonu, laboratuvar ve araştırmacı odaları bulunur. Tarih öncesi çağlardan başlayarak günümüze kadar Anadolu topraklarında medeniyet kurmuş topluluklara ve halklara ait eserlerin kronolojik bir sıra ile sergilendiği ve bu yönüyle dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi; Avrupa Konseyi’ne bağlı Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum 24 Mayıs 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.) tarafından verilmekte olan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü’nü 19 Nisan 1997 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde 68 müze arasından birinci seçilerek almış ve Türkiye’de bu ödülü kazanan ilk müze olmuştur.


ANITKABİR
Türk Kurtuluş Savaşı'nın ve Türk İnkılâplarının büyük önderi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün, Türk vatanının bağımsızlığını kazanması için giriştiği savaş ve Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmak amacıyla gerçekleştirdiği inkılâplarla geçen yaşamı 57 yıl sürmüş ve Büyük Önder 10 Kasım 1938'de ebediyete intikal etmiştir.
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'yi bütün kurumları ile çağdaş uygarlığın bir üyesi yapan, insanlık tarihine mal olmuş büyük bir önderdir. O'nun yüceliğini her yönüyle temsil edecek, ilke ve inkılâpları ile çağdaşlaşmaya yönelik düşüncelerini yansıtacak bir anıtmezar yapma fikri, Atatürk'ü kaybetmenin derin hüznü içindeki Türk milletinin ortak isteği olarak belirmiş ve yapımına karar verilmiştir.
RASATTEPE (ANITTEPE)
Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe'nin ismi Rasattepe idi.
Bu tepede, M.Ö 12. yüzyılda Anadolu'da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir'in Rasattepe'de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.
ANITKABİR'İN İNŞAASI
Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, inşaatın başlayabilmesi için ilk aşamada kamulaştırılma çalışmalarına başlandı. Anıtkabir'in inşaatı ise 9 Ekim 1944'de görkemli bir temel atma töreni ile başladı. Anıtkabir'in inşası 9 yıllık bir süre içinde 4 aşamalı olarak yapılmıştır.
Birinci Kısım İnşaat: 1944-1945
Toprak seviyesi ve aslanlı yolun istinat duvarının yapılmasını kapsayan birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944'te başlamış ve 1945'te tamamlanmıştır.
İkinci Kısım İnşaat: 1945-1950
Mozole ve tören meydanını çevreleyen yardımcı binaların yapılmasını kapsayan ikinci kısım inşaat 29 Eylül 1945'te başlamış, 8 Ağustos 1950'de tamamlanmıştır. Bu aşamada inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, anıt kütlesinin "temel projesinin" hazırlanması kararlaştırılmıştır. 1947 yılı sonuna kadar mozolenin temel kazısı ve izolasyonu tamamlanmış ve her türlü çöküntüleri engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmiştir.
Giriş kuleleri ile yol düzeninin önemli bir kısmı, fidanlık tesisi, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştır.
Üçüncü Kısım İnşaat: 1950
Anıtkabir üçüncü kısım inşaatı, anıta çıkan yollar, aslanlı yol, tören meydanı ve mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lahit taşının yerine konması ve tesisat işlerinin yapılmasını kapsıyordu.
Dördüncü Kısım İnşaat: 1950-1953
Anıtkabir'in 4. kısım inşaatı ise şeref holü döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve şeref holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Dördüncü kısım inşaat 20 Kasım 1950'de başlamış ve 1 Eylül 1953'te bitirilmiştir.
"Anıtkabir Projesi"nde mozolenin kolonat üstünde yükselen tonoz bir bölüm vardı. 4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, şeref holünün 28 m.lik yüksekliğinin azaltılması ile yapının daha çabuk bitirilmesinin mümkün olup olmadığını mimarlara sordu.
Mimarlar yaptıkları çalışmalar sonunda şeref holünü taş bir tonoz yerine, bir betonarme tavan ile örtmenin mümkün olduğunu bildirdiler. Böylece tonoz yapının zemine vereceği ağırlık ve bunun doğuracağı teknik mahzurlar da ortadan kalkıyordu.
Anıtkabir yapımında beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır.
Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı İlçesi'nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy'den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar'dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.
Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana'dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon'dan, yeşil renk mermer Bilecik'ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lahit taşı Adana'nın Osmaniye İlçesi'nden, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon'dan getirilmiştir.
ANITKABİR'İN MİMARİ ÖZELLİKLERİ
Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arası, "II. Ulusal Mimarlık Dönemi" olarak adlandırılır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır. Anıtkabir bu dönemin özelliklerini taşımaktadır.
Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir'de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır.
Örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir'in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.
Bütün bu özellikleriyle yapıldığı dönemin en iyi örneklerinden biri olan Anıtkabir yaklaşık 750.000 m² lik bir alanı kaplamakta olup, Barış Parkı ve Anıt Bloku olarak iki kısma ayrılır.
A- BARIŞ PARKI
Anıtkabir; Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" özdeyişinden ilham alınarak, çeşitli yabancı ülkelerden ve Türkiye'nin bazı bölgelerinden getirilen fidanlarla oluşturulan Barış Parkı içinde yükselmektedir.
Afganistan, A.B.D., Almanya, Avusturya, Belçika, Çin, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hindistan, Irak, İngiltere, İspanya, İsrail, İsveç, İtalya, Japonya, Kanada, Kıbrıs, Mısır, Norveç, Portekiz, Yugoslavya ve Yunanistan'dan çeşitli ağaç ve fidanlar getirilmiştir. Bugün Barış Parkı'nda 104 ayrı türden yaklaşık 48.500 adet süs ağacı, ağaççık ve süs bitkisi bulunmaktadır.
B- ANIT BLOKU
Anıtkabir Anıt Bloku üç bölümden oluşmaktadır.
1- Aslanlı Yol
2- Tören Meydanı
3- Mozole
Anıtkabir'e Tandoğan kapısından girildiğinde Barış Parkı içerisinde uzanan yoldan Aslanlı Yol başındaki 26 basamaklı geniş merdivenlere ulaşılır. Merdivenin hemen başında karşılıklı olarak istiklal ve hürriyet kuleleri yer alır.
Anıtkabir yapı topluluğu içinde, simetri gözetilerek yerleştirilmiş olan on adet kule vardır. Bu kulelere ulusumuzun ve devletimizin oluşumunda büyük tesirleri olan yüce kavramları temsil eden isimler verilmiştir. Kuleler, plan ve yapı bakımından birbirinin benzeridir. Kareye yakın 12 x14 x7,20 m. boyutlarında dikdörtgen plan üzerine kurulmuş olan kulelerin üzeri piramit biçiminde çatılarla örtülüdür. Çatıların tepelerinde, eski Türk çadırlarında görülen tunç mızrak ucu vardır. Eski Türk kilim desenlerinden alınmış geometrik süslemeler, fresk tekniğinde uygulanmıştır.
Ayrıca kulelerin iç duvarlarında, o kulenin ismiyle ilgili bir kompozisyon ve Atatürk'ün özlü sözleri bulunmaktadır.
İSTİKLAL KULESİ
Aslanlı yolun sağ başındaki İstiklal Kulesi'nin iç duvarlarında bulunan kabartmada, ayakta duran ve iki eliyle kılıç tutan bir gencin yanında bir kaya üzerine konmuş kartal figürü görülmektedir. Kartal, mitolojide ve Selçuklu sanatında gücün, istiklâl ve bağımsızlığın sembolü olarak tasvir edilmiştir. Kılıç tutan genç ise istiklali savunan Türk milletini temsil etmektedir. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Ayrıca kule duvarlarında yazı bordürü olarak Atatürk'ün istiklalle ilgili şu sözleri yer almaktadır:
"Ulusumuz en korkunç yok oluşla son buluyor gibi görünmüşken, tutsak edilmesine karşı evladını ayaklanmaya davet eden atalarının sesi, kalplerimiz içinde yükseldi ve bizi son Kurtuluş Savaşı'na çağırdı." (1921)
"Hayat demek savaşma, çarpışma demektir. Hayatta başarı kesinlikle savaşta başarı kazanmakla mümkündür." (1927)
"Biz hayat ve bağımsızlık isteyen ulusuz ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı hiçe sayarız." (1921)
"İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk ulusu, Türkiye'nin gelecekteki çocukları, bunu bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar." (1927)
"Bu ulus bağımsızlıktan yoksun olarak yaşamamıştır, yaşıyamaz ve yaşamıyacaktır, ya istiklal ya ölüm." (1919)
Kulenin içinde ise Anıtkabir maketi ile Anıtkabir'i tanıtıcı ışıklı panolar bulunmaktadır.
HÜRRİYET KULESİ
Aslanlı Yol'un sol başında bulunan Hürriyet Kulesi içindeki kabartmada; elinde kağıt tutan melek figürü ile meleğin yanında şaha kalkmış bir at tasvir edilmiştir. Melek figürü bağımsızlığın kutsallığını, elindeki kağıt "Hürriyet Beyannamesi"ni sembolize etmektedir. At figürü ise hürriyet ve bağımsızlık sembolüdür. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Kule duvarlarında Atatürk'ün hürriyet ile ilgili şu sözleri yazılıdır.
"Esas, Türk ulusunun saygın ve onurlu bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir işleme hak kazanamaz." (1927)
"Bence, bir ulusta şerefin, onurun, namusun ve insanlığın sürekli olarak bulunabilmesi kesinlikle o ulusun özgürlük ve bağımsızlığına sahip olabilmesiyle mümkündür."
"Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayandığı ulusal egemenliktir."
"Bütün tarihsel yaşantımızda özgürlük ve bağımsızlığa sembol olmuş bir ulusuz."
Kule içinde Anıtkabir'in inşaat çalışmalarını gösteren fotoğraf sergisi ve inşaatta kullanılan taş örnekleri bulunmaktadır.
KADIN HEYKEL GRUBU
İstiklal kulesinin önünde, ulusal giysiler giymiş üç kadından oluşan bir heykel grubu vardır. Bu kadınlardan kenarlardaki ikisi yere kadar uzanan kalın bir çelenk tutmaktadır. Başak demetlerinin meydana getirdiği çelenk bereketli yurdumuzu temsil etmektedir. Soldaki kadın, ileri uzattığı elindeki kapla Atatürk'e tanrıdan rahmet dilemekte, ortadaki kadın eliyle yüzünü kapamış ağlamaktadır.
Bu üçlü grup, Türk kadınlarının Atatürk'ün ölümünün derin acısı içinde bile gururlu, ağırbaşlı ve azimli oluşunu dile getirmektedir. Heykel grubu Hüseyin Özkan'ın eseridir.
ERKEK HEYKEL GRUBU
Hürriyet Kulesi'nin önünde üç erkekten oluşan heykel grubu vardır. Sağdaki erkek başında miğferi ve kalın kaputu ile Türk askerini temsil ederken, onun yanında elinde kitabı ile Türk gençliğini ve aydın insanı, biraz gerisinde ise yerel kıyafetlerle Türk köylüsü temsil edilmiştir. Her üç heykelin yüzünde derin acı ile Türk milletinin kendine özgü ağırbaşlılığı ve yüksek irade gücü dile getirilmiştir. Heykel grubu, Hüseyin Özkan'ın eseridir.
ASLANLI YOL


Ziyaretçileri Atatürk'ün yüce huzuruna hazırlamak için yapılmış olan 262 m. uzunluğundaki yolun iki yanında oturmuş pozisyonda 24 aslan heykeli bulunmaktadır. Atatürk'ün Türk ve Anadolu tarihine verdiği önem sebebiyle, Anadolu'da uygarlık kuran Hititlerin sanat üslubu ile yapılan aslan heykelleri kuvvet ve sükuneti temsil etmektedir. Heykeller Hüseyin Özkan'ın eseridir.
TÖREN MEYDANI
Aslanlı yolun sonunda yer alan tören meydanı 129 x84,25 m. boyutlarındadır. 15.000 kişi kapasiteli bu alanın zemini; siyah, kırmızı, sarı ve beyaz renkte traverten taşlardan oluşan 373 adet halı ve kilim deseniyle bezenmiştir.
MEHMETÇİK KULESİ
Aslanlı yolun bitiminde sağda Mehmetçik Kulesi yer almaktadır. Kulenin dış yüzeyinde yer alan kabartmada; cepheye gitmekte olan Mehmetçiğin evinden ayrılışı ifade edilmektedir. Bu komposizyonda, elini asker oğlunun omuzuna atmış onu vatan için savaşa gönderen hüzünlü, fakat gururlu anne tasvir edilmiştir. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Mehmetçik ve Türk kadınları hakkında söylediği özlü sözler yer almaktadır:
"Kahraman Türk eri Anadolu savaşlarının anlamını kavramış, yeni bir ülke ile savaşmıştır." (1921)
"Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ulusunda Anadolu köylü kadının üstünde kadın çalışmasından söz etmek imkânı yoktur." (1923)
"Bu ulusun çocuklarının özverileri, kahramanlıkları için ölçü birimi bulunamaz."
Kulenin içinde; Anıtkabir ve Atatürk ile ilgili çeşitli kitaplar ve hediyelik eşyalar ziyaretçilere sunulmaktadır.
ATATÜRK VE TÜRK DEVRİMİ KÜTÜPHANESİ


Mehmetçik ve Zafer kuleleri arasında yer alan; müze, kitaplık ve Kültürel Faaliyetler Müdürlüğü'nün içindeki birimde "Atatürk ve Türk Devrimi Kütüphanesi" bulunmaktadır. Atatürk, milli mücadele ve inkılâplar konulu Türkçe ve yabancı dillerde kitapların bulunduğu bir "İhtisas Kütüphanesi" olarak, her kesimden araştırmacı ve okuyucuya hafta içi 09.00-12.30 / 13.30-17.00 saatleri arasında hizmet vermektedir.
ZAFER KULESİ
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün en önemli üç zaferinin tarihi ve zaferle ilgili özlü sözleri yazılıdır.
Kule içinde Atatürk'ün naaşını 19 Kasım 1938'de İstanbul Dolmabahçe Sarayı'ndan alarak Sarayburnu'nda donanmaya teslim eden top arabası sergilenmektedir.
İSMET İNÖNÜ'NÜN LAHTİ


Barış ve Zafer Kuleleri arasında yanları açık sütunların oluşturduğu galerinin ortasında 25 Aralık 1973 yılında vefat eden Atatürk'ün en yakın silah arkadaşı, Türk Milli Mücadelesinin Batı Cephesi komutanı ve ikinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün sembolik lahdi bulunmaktadır. Mezar odası alt kattadır.
İsmet İnönü, Anıtkabir'e 28 Aralık 1973'te Bakanlar Kurulu Kararı ile defnedilmiştir.
BARIŞ KULESİ
Kulenin iç duvarında Atatürk'ün "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesini dile getiren bir kabartma kompozisyonu yer almaktadır. Bu kabartmada çiftçilik yapan köylüler ve yanlarında kılıcını uzatarak onları koruyan bir asker figür tasvir edilmiştir. Bu asker barışın sağlam ve güvenli kaynağı olan Türk ordusunu sembolize etmektedir. Bu şekilde insanlar Türk ordusunun sağladığı huzur ortamı içinde günlük hayatlarını devam ettirmektedirler. Kabartma, Nusret Suman'ın eseridir.
Kule duvarlarında Atatürk'ün barış ile ilgili şu sözleri yer almaktadır.
"Dünya vatandaşları kıskançlık, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir." (1935)
"Yurtta Barış, Cihanda Barış."
"Ulusun hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş bir cinayettir." (1923)
Kulenin içinde ise Atatürk'ün 1935-1938 yılları arasında kullandığı Lincoln marka tören ve makam otomobilleri sergilenmektedir.
23 NİSAN KULESİ
Kulenin iç duvarında 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışını temsil eden bir kabartma yer almaktadır. Bu kabartmada, ayakta duran kadının tuttuğu kağıdın üzerinde 23 Nisan 1920 yazılıdır. Kadının diğer elinde Millet Meclisimizin açılışını simgeleyen bir anahtar bulunmaktadır. Kabartma, Hakkı Atamulu'nun eseridir.
Kule duvarlarında meclisin açılışıyla ilgili Atatürk'ün özlü sözleri yer almaktadır:
"Bir tek karar vardı: O da ulusal egemenliğe dayalı, hiçbir koşula bağlı olmayan bağımsız, yeni bir Türk Devleti kurmak." (1919)
"Türkiye Devletinin tek ve gerçek temsilcisi yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir."
"Bizim bakış açılarımız kuvvetin, gücün, egemenliğin, yönetimin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır."
Kulede Atatürk'ün 1936-1938 yılları arasında kullandığı Cadillac marka özel otomobili sergilenmektedir.
BAYRAK DİREĞİ
Anıtkabir'in Çankaya yönündeki 28 basamaklı tören meydanına giriş merdivenlerinin ortasında, tek parçalı yüksek bir direk üzerinde Türk bayrağı dalgalanır. Amerika'da özel olarak yaptırılan 33.53 m. yüksekliğindeki bu direk, Avrupa'daki tek parça çelik bayrak direklerinin en yükseğidir. Direğin 4 metresi kaidenin altında kalmaktadır. Amerika'da yaşayan Türk asıllı Amerika vatandaşı Nazmi Cemal tarafından, kendi bayrak direği fabrikasında imal edilerek 1946 yılında Anıtkabir'e hediye edilmiştir. Bayrak direğinin kaidesinde yer alan kabartmada; meşale Türk medeniyetini, kılıç taarruz gücünü, miğfer savunma gücünü, meşe dalı zaferi, zeytin dalı ise barışı simgelemektedir. Türk bayrağı, ulusumuzun yurdunu savunma, zafer kazanma, barışı koruma ve uygarlık kurma gibi yüce değerleri üzerinde dalgalanmaktadır. Kabartma Kenan Yontuç'un eseridir.
MİSAK-I MİLLİ KULESİ
Müzenin girişindeki bu kulenin içinde bulunan kabartma, tek vücut olarak kenetlenmemizi sembolize etmektedir. Kabartma, bir kılıç kabzası üzerinde üst üste konmuş dört elden ibarettir. Bu komposizyon Türk vatanının kurtarılması için içilen millet andını ifade etmektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Milli Misak ile ilgili şu sözleri yazılıdır:
"Kurtuluşumuzun genel kuralı olan ulusal andı tarih safhasına yazan ulusun demir elidir." (1923)
"Ulusal sınırlarımız içinde özgür ve bağımsız yaşamak istiyoruz." (1921)
"Ulusal benliği bulamayan uluslar başka ulusların avıdır." (1923)
Kulenin ortasında Anıtkabir'de icra edilen törenlere katılan heyetlerin özel defteri imzalamaları için imza kürsüsü yer almaktadır. Müzenin girişi olan bu kulede bulunan aktüalite panolarında Anıtkabir'de yapılan önemli törenlere ait fotoğraflar da sergilenmektedir.
ANITKABİR ATATÜRK MÜZESİ
Anıtkabir Proje Yarışması şartlarına uygun olarak, Misak-ı Milli ve İnkılâp kuleleri arasındaki bölüm müze olarak belirlenmiştir. Bu amaçla 21 Haziran 1960'ta Anıtkabir Atatürk Müzesi açılmıştır. Burada Atatürk'ün kullandığı eşyalar ve kendisine hediye edilen armağanlar ve giysileri teşhir edilmektedir.
Müzede ayrıca Atatürk'ün madalya ve nişanları ile manevi evlatlarından A. Afet İnan, Rukiye Erkin, Sabiha Gökçen'in müzeye armağan ettikleri Atatürk'e ait eşyalar sergilenmektedir.
İNKILÂP KULESİ
Müzenin devamı olan bu kulede Atatürk'ün giydiği elbiseler sergilenmektedir. Kulenin iç duvarında yer alan kabartmada zayıf, güçsüz bir elin tuttuğu sönmek üzere olan bir meşale, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nu simgelemektedir. Güçlü bir elin göklere doğru kaldırdığı ışıklar saçan diğer bir meşale ise, yeni Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk'ün Türk ulusunu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak için yaptığı inkılâpları simgelemektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.
Kule duvarlarında Atatürk'ün inkılâplarla ilgili şu sözleri yazılıdır:
"Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleriyle beraber yürümezse ilerlemesine, uygarlaşmasına teknik imkân ve bilimsel ihtimal yoktur."
"Biz ilhamlarımızı gökten ve bilinmeyen alemden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz."
Müzenin giysi bölümü olarak kullanılan bu kulede; Anadolu Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr.Yılmaz Büyükerşen'in yaptığı Atatürk'ün gerçek boyutlarında balmumu heykeli bulunmaktadır.
CUMHURİYET KULESİ
Sanat Galerisi'nin girişi olan bu kulenin duvarlarında Atatürk'ün Cumhuriyet ile ilgili şu özlü sözü bulunmaktadır.
"En büyük gücümüz, en güvenilir dayanağımız, ulusal egemenliğimizi kavramış ve onu eylemli olarak halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi gerçekten kanıtlamış olduğumuzdur."
Kulenin içinde, Atatürk'ün öğrenim gördüğü Manastır Askeri İdadisi ile Sivas ve Erzurum Kongre binaları ve I. T.B.M.M. binalarının maketleri ve o dönemlere ait fotoğraflar sergilenmektedir.
SANAT GALERİSİ
Cumhuriyet Kulesi ve Müdafaa-i Hukuk Kuleleri arasında yer alan bu bölümde Atatürk'ün özel kitaplığı teşhir edilmektedir.
Duvarlarda Atatürk'ü ziyaret etmiş olan yabancı devlet adamları ile Atatürk'ü birlikte tasvir eden yağlı boya tablolar bulunmaktadır. Bu tablolar, ressam Rahmi Pehlivanlı'nın eseridir.
Galeride ayrıca, Atatürk, Milli Mücadele ve Anıtkabir konulu belgesel filmlerin gösterildiği sinevizyon bölümü yer almaktadır.
MÜDAFAA-İ HUKUK KULESİ
Bu kule duvarının dış yüzeyinde yer alan kabartmada, Kurtuluş Savaşımızda ulusal birliğimizin temeli olan Müdafaa-i Hukuk dile getirilmektedir. Kabartmada, bir elinde kılıç tutarken diğer elini ileri uzatmış sınırlarımızı geçen düşmana "Dur!" diyen bir erkek figür tasvir edilmiştir. İleri uzatılan elin altında bulunan ulu ağaç yurdumuzu, onu koruyan erkek figürü ise kurtuluş amacıyla birleşmiş olan milletimizi temsil etmektedir. Kabartma Nusret Suman'ın eseridir.
Kulenin duvarlarında Atatürk'ün Müdafaa-i Hukuk konusunda söylediği sözler yer almaktadır:
"Ulusal gücü etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır." (1919)
"Ulus bundan sonra hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına şahsen kendisi sahip çıkacaktır." (1923)
"Tarih; bir ulusun kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez." (1919)
"Türk ulusunun kalbinden, vicdanından doğan ve onu esinlendiren en esaslı, en belirgin istek ve iman belli olmuştu: Kurtuluş." (1927)
Kulenin içinde "Atatürk ve Milli Mücadele" konulu periyodik sergiler düzenlenmektedir. Ayrıca Atatürk'ün öğrenim gördüğü Harbiye Mektebi'nin maketi bulunmaktadır.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ KONULU KABARTMA
Komposizyonun sağında bir genç, iki at, bir kadın ve bir erkek bulunmaktadır.Bunlar, savaşın ilk döneminde düşman saldırıları karşısında evlerini bırakıp yurt savunması için yollara düşmüştür. Sağdaki delikanlı arkaya dönmüş, sol elini kaldırıp yumruğunu sıkarak düşmanlara; "Bir gün döneceğiz ve sizden öcümüzü alacağız" demektedir.
Bu üçlü grubun önünde çamura batmış bir araba, çabalayan atlar, tekerleği döndürmeye çalışan bir erkek ve iki kadın ile ayakta bir yiğit ve ona bir kılıç sunan diz çökmüş bir kadın vardır. Bu grup figürleri, Sakarya Muharebesi başlamadan önceki dönemi temsil etmektedir. Bu grubun solunda, yere oturmuş iki kadın ve bir çocuk, düşman istilası altında, Türk ordusunu bekleyen halkımızı simgelemektedir. Bu halkın üzerinden uçarak Başkomutan Mustafa Kemal'e çelenk sunan bir zafer meleği vardır.
Komposizyonun sonunda yere oturan kadın vatan anayı, diz çöken genç Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazanan Türk ordusunu, meşe ağacı ise zaferi simgelemektedir. Vatan ana, Türk ordusunun zaferinin simgesi olan meşe ağacını göstermektedir. Kabartma İlhan Koman'ın eseridir.
BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ KONULU KABARTMA
Komposizyonun solunda yer alan ve bir köylü kadın, bir erkek çocuk ve bir attan oluşan grup milletçe savaşa hazırlık dönemini temsil etmektedir. Sonraki bölümde; Atatürk bir elini ileri uzatmış ve "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" diyerek ordularımıza hedefi göstermektedir. Öndeki melek, Ata'nın emrini borusu ile uzak ufuklara iletmektedir. Bundan sonraki bölümüde, Atatürk'ün emrini yerine getiren Türk ordusunun fedakarlıklarını ve kahramanlıklarını temsil eden kabartmada, vurulup düşen bir erin elindeki bayrağı kavrayan bir yiğit ile siperde ellerinde kalkan ve kılıçlı bir asker Türk ordusunun taarruzunu sembolize etmektedir. Önde ise elinde Türk bayrağı ile Türk ordusunu çağıran zafer meleği bulunmaktadır. Kabartma Zühtü Müridoğlu'nun eseridir.
MOZOLE
Anıtkabir'in en önemli bölümü olan mozoleye çıkan 42 basamaklı merdivenlerin ortasında "hitabet kürsüsü" yer almaktadır. Mermer kürsünün tören meydanı cephesi dairesel geometrik motiflerle süslü olup, ortasında Atatürk'ün "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözü yazılıdır. Kürsü Kenan Yontuç'un eseridir.
Mozole 72x52x17 m. boyutlarında uzunca dikdörtgen bir plan üzerine kurulmuş olup, ön ve arka sekiz, yan cepheler ise 14.40 m. yüksekliğinde ondört kolonatla çevrelenmiştir. Mozole cephesinde, solda Atatürk'ün Türk gençliğine hitabı, sağda ise Cumhuriyet'in kuruluşunun 10. yıldönümünde söylediği nutku yer almaktadır. Harfler taş kabartma üzerine altın yaldızlarla yazılmıştır.
ŞEREF HOLÜ
Şeref holüne bronz kapılardan girilir. Girişte sağda Atatürk'ün 29 Ekim 1938 tarihli Türk ordusuna son mesajı, solda ise 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Atatürk'ün ölümü üzerine yayınladığı 21 Kasım 1938 tarihli Türk milletine taziye mesajı yer almaktadır. Bu iki yazıt Atatürk'ün doğumunun 100. yılı olan 1981'de yazılmıştır.
Girişin tam karşısında büyük pencerenin yer aldığı nişin içinde, Atatürk'ün sembolik lahdi bulunmaktadır. Lahit taşı tek parça kırmızı mermer olup 40 ton ağırlığındadır. Lahit taşının yer aldığı bölüm ise beyaz Afyon mermeri ile kaplıdır. Şeref holünün zemini Adana ve Hatay'dan, yan duvarları ise Afyon ve Bilecik'ten getirilen kırmızı, siyah, yeşil ve kaplan postu mermerlerle kaplanmıştır.
Şeref holünün 27 kirişten oluşan tavanı ile yan galeri tavanları mozaik ile süslenmiştir. Şeref holünün yüksekliği 17 m. olup, yan duvarlarında altışardan 12 adet bronz meşale bulunmaktadır. Mozole yapısının üstü, düz kurşun çatı ile örtülüdür.
MEZAR ODASI
Atatürk'ün aziz naaşı, mozolenin zemin katında doğrudan doğruya toprağa kazılmış bir mezarda bulunmaktadır. Mozolenin birinci katı olan şeref holündeki sembolik lahit taşının tam altında bulunan mezar odası Selçuklu ve Osmanlı mimari stilinde sekizgen planlı olup, piramidal külahlı, tavanı geometrik motifli mozaiklerle süslenmiştir. Zemin ve duvarlar siyah, beyaz, kırmızı mermerlerle kaplanmıştır. Mezar odasının ortasında kıble yönünde kırmızı mermer sanduka yer almaktadır. Mermer sandukanın çevresinde bütün illerden ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden gönderilen toprakların konulduğu pirinç vazolar bulunmaktadır.
ALAGÖZ KARARGÂH MÜZESİ
Sakarya Savaşı'nda düşmanın Polatlı yakınlarına kadar ilerlemesi üzerine Batı Cephesi Komutanlığı, Ankara-Polatlı arasındaki Alagöz Köyü'nü Cephe Karargâhı olarak seçmiştir. Bu köyün halkından, Türkoğlu Ali Ağa'ya ait çiftlik evi karargâh olarak kullanılmıştır.
Sakarya Savaşı'nın bitiminde bina, sahipleri olan Ali Türkoğlu ve oğulları tarafından 1965 yılına kadar ev olarak kullanılmıştır. 1965 yılında varisleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilmiştir. 1967 yılında, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'ne bağlı olan Anıtkabir Müze Müdürlüğü'ne devredilen binanın, restorasyonu yapılarak müze haline getirilmiştir.
10 Kasım 1968 tarihinde sadece üst katı tanzim edilerek teşhire açılmış, alt kat odaları ise 1983 yılında yapılan yeni bir düzenlemeyle teşhire açılmıştır.
Bina iki katlıdır ve, Giysi Odası, Kitaplık ve Hatıra Eşya Odası, Zabitan Yemek Odası, Mutfak, Muhabere Odası, Başkumandanlık Odası, Kurmay Heyeti Odası, Dinlenme Odası, Yaveler Odası, Atatürk'ün Yatak Odası, Atatürk'ün Yemek Odası ve Hizmet Eri Odası olmak üzere 12 odadan oluşmaktadır.


 
 

Bu konunun kısa yolunu aşağıdaki sitelere ekleyebilirsiniz

Konu Araçları

Gönderme Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap yazamazsınız
Dosya gönderemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

BB code is Açık
Smiley Açık
[IMG] kodu Açık
HTML kodu Kapalı



Tüm saatler GMT +3. Şuan saat: 03:13
(Türkiye için artık GMT +3 seçilmelidir.)

 
5651 sayılı yasaya göre forumumuzdaki mesajlardan doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir. Şikayet Mailimiz. İçerik, Yer Sağlayıcı Bilgilerimiz.