Forumları Okundu Yap |
11-02-23, 16:45 | #1 |
(Alt Koridor) Best Picks against Aphelios : Aphelios'a karşı alınabilecek en iyi seçimler Worst Picks against Aphelios : Aphelios'a karşı alınabilecek en kötü seçimler Kullandığım Kaynaklar : ➜ CounterStats ➜ LeagueOfLegendsTürkiye ➜ Titanlar ➜ Leagueofstats |
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
11-02-23, 16:48 | #2 |
APHELIOS İTİKATIN SİLAHI Ay, Targon Dağı'nın baş döndüren yükseklikteki yamaçları üzerinde asılı durur. Hem çok uzaktadır hem de gerçek olamayacak kadar yakın görünür. Targon Dağı'nda yaşayan Lunari inancı mensupları, maddi ayın ruhlar âlemindeki yansımasının gölgesinde kalarak tutulduğu nadir bir "ay kavuşması" sırasında doğan Aphelios'la ikiz kız kardeşi Alune'yi yazgının çocukları olarak görüp doğumlarını büyük sevinçle karşıladılar. İki çocuk kaderin işaretini taşıdıklarını biliyorlardı. Doğumlarını muştulayan göksel olayı yankılarcasına Aphelios bedence taş gibi sağlam, Alune de ayın ruhani yansıması gibi büyük bir sihir gücüne sahip olarak doğmuştu. Sofuluk derecesinde inançlı olan kardeşler gizem, derin düşünce ve keşif üzerine kurulu bir inanışta yetişti ve karanlığı sadece inançları yüzünden değil, onları koruyabilecek tek şey olduğu için kucakladı. Targon Dağı'nı yöneten Solariler, Lunarileri kafir kabul edip gizlenmeye zorlamıştı. Öyle ki çoğu artık Lunarilerin varlığını bile unutmuştu. Lunariler gölgelere çekilerek Solarilerin gözünden uzak tapınaklarda ve mağaralarda yaşamaya başladılar. Aphelios, diğer Lunarilere örnek olma zorunluluğu yüzünden büyük bir baskı hissediyordu. Tılsımlı ay taşından yapılma silahlarıyla yorulmak bilmeden çalışıyordu. Başkalarının kanını dökerek inancını koruyabilmek için idmanlarda kendi kanını döküyordu. Şiddetli duyguları olan ve çabuk incinen bir yapısı vardı. Başka arkadaşlıklar aramak yerine kız kardeşiyle çok derin bir bağ kurdu. Aphelios Lunarileri korumak için gitgide daha tehlikeli görevlere gönderilirken Alune ondan ayrı olarak kâhinlik eğitimi alıyor, parlak sihrini kullanarak gizli yolları ve gerçekleri ayın ışığıyla ortaya çıkarıyordu. Zaman içinde görevleri, Alune'nin kardeşiyle birlikte büyüdükleri tapınaktan ayrılmasını gerektirdi. Alune'den ayrı kalan Aphelios'un inancı zayıfladı. Kendine bir amaç bulmak için ne yapacağını bilemedi. Sonunda karanlıkların içine törensel bir yolculuk yapmaya gönüllü oldu. Lunarilerin bu yolculukta yörüngelerini, yani hayattaki amaçlarını bulacağı söylenirdi. Ayın ışığını takip ederek bir su birikintisine vardı. Suyun yüzeyinin hemen altında nadir bulunan noctum çiçekleri açmıştı. Bu çiçekler zehirliydi ama damıtıldıklarında içeni gecenin gücüne açık hale getiren bir sıvı elde ediliyordu. Noctum çiçeklerinin özünü içen Aphelios öyle büyük bir acı duydu ki başka hiçbir şey hissetmez oldu. Bundan kısa süre sonra, Marus Omegnum adlı kadim bir tapınak yüzyıllardır ilk defa ruhlar âleminden maddi âleme geçmeye başladı. Dağdaki Lunariler, semavi döngünün ilerleyişini ve güç dengesinin değişimini görmek için gizlendikleri yerlerden çıkıp toplandı. Tapınak her ortaya çıkışında, büyü gücü yüksek tek bir kişiyi içine kabul ederdi. Bu seferki Alune olacaktı. Yörüngesi onu tapınağa götürüyordu. Genelde hiçbir istekte bulunmayan Aphelios törene katılmayı rica etti. Fakat tapınak iki dünyayı ayıran örtüden ışıl ışıl bir sihir gösterisiyle geçerken, geceyi çok daha çiğ bir ışık doldurdu. Semavi döngü kendi lehlerine döndüğü halde Lunariler her nasılsa bulunmuşlardı. Bir Solari ordusu üstlerine saldırdı. Lunari kafirliğini ateş ve çelikle ortadan kaldıracaklardı. Her şey bitmiş gibiydi. Aphelios bile yenilmişti. Ay taşından silahları paramparça şekilde yerde yatıyordu. O, noctum özüne ulaşmaya çalışırken dudaklarındansa kan sızıyordu. Savaş devam ederken Alune de tapınağın derinliklerine doğru ilerliyordu. Merkezine ulaştığında, gerçek potansiyeli açığa çıktı. Aphelios noctum'un verdiği acının içinde Alune'nin gücünün onu sarmaladığını hissetti... ve onun sesini duydu. Kız kardeşi hafif bir fısıltıyla büyüsünü Aphelios'un ellerine uzattı. Büyü katılaşıp ay taşına dönüşerek kaybettiği silahların yerini aldı. Aphelios'un becerisi ve Alune'nin büyü gücü, ay ile ruhani yansımasının kavuştuğu gibi kavuştu. Solariler gün doğumunu görecek kadar yaşamayacaktı. Alune'nin gücü arttıkça genç kadın tapınağı Solarilerden korumak amacıyla onu içinde kendisiyle birlikte ruhlar âlemine itti. Alune tapınağın odaklayıcı etkisiyle artan büyü gücünü bir mihrak bulduğu sürece her yere yansıtabiliyordu. Aphelios'un damarlarında akan zehir de ideal bir hedefti. Yazgılarını ancak şimdi anlamışlardı. Aphelios acıyla kendi içini boşaltacak, bu sayede ayın gücüyle dolacaktı. Alune tapınakta tek başına yaşayacak ama dünyayı kardeşinin gözlerinden görebilecek ve ona rehberlik edebilecekti. Fedakârlık ve ıstırapla birbirlerine bağlanacak, birlikte Lunarilerin ihtiyaç duyduğu silah haline geleceklerdi. Sadece ayrı kalmaları halinde birlikte olabileceklerdi. Ruhları iki âlemi ayıran örtünün iki yanından birbirine değecek, hep uzakta ama inanılmaz derecede yakında olacaktı. Bütünleşip akıllarının ermediği bir şeye dönüşeceklerdi. Saldırıdan kurtulup tekrar dağın gölgelerine çekilen Lunarileri korumak için, Aphelios'un suikastçı becerilerinin kapsamı ve etkisi Alune'nin büyüsüyle ona yaptığı, birlikte tamamladıkları görevlerle mükemmel hale gelen çeşit çeşit silahla arttı. Targon'un güç dengeleri değiştiği ve Solariler Lunarilerin hâlâ hayatta olduğunu öğrendiği için Aphelios'la Alune'ye her zamankinden çok ihtiyaç var. SİLAH SENSİN YAZAN: DAVID SLAGLE İdmanına derin bir nefesle başladı. Aldı, verdi. Mağaranın tavanından damlayan, taş zemini karanlıkta parlayana kadar ıslatan suyun sesini duyabiliyordu. Zemine kazınmış, kaderleri ve yörüngeleri belirleyen kutsal desenleri biliyordu. Ayın çizdiği eğrilerin her birini gözlerini kapadığında bile görebiliyordu. Kılıcını tereddütle bir-iki kere savurdu. Ay taşını elinde tuttuğunu hissedebiliyordu ama silah bir yandan da maddesizdi, sanki yoktu. Ayla ruhlar âlemindeki yansımasının, iki âlemi ayıran örtünün üzerinden birbirlerine bir anlığına dokunmasıyla dünyaya gözyaşları gibi düşen ay taşlarından kalma bir parçaydı. İki ay yörüngelerini takip ederek ayrılmak zorunda kalmıştı. Aphelios da kendi yörüngesine dönerek idmanına devam etti. Nefesini de artık kılıcını savurduğu gibi hızlı hızlı alıyordu. Darbeleri, onu bile öldürebilecek kadar sıkı çalıştığı yıllarda kendini yaralayarak öğrendiği kavisleri izliyordu. Silahını takip ederek havada döndü. Kesti, savuşturdu, her saldırısı bir sonrakine aktı. Gözlerini kapadı. Görmek istemiyordu. Bu silahı kullanmak için feda ettiklerini hatırlamak istemiyordu... “Aphelios...” Yüzümü görüyorsun. Dudaklarım titriyor ama sesim sakin. “Aphelios.” Gözlerimden yansıyanı görüyorsun... Ay taşı kılıcı kırmızı ışıklarla çakıp gözlerinde bir yabancının hayali belirince Aphelios sendeledi. Bir görü mü almıştı? Bir anıyı mı hatırlamıştı? Kaç kişi öldürmüştü ki artık aradaki farkı anlamıyordu? Kılıç elinden kayıp düştü, Aphelios da elinde onu yönlendirecek bir silah kalmayınca disiplinini kaybedip yere yığıldı. Her şey geri dönmüştü. Derinliklere ittiği her şey yüzeye çıkmıştı. Kılıcıyla düşmanlarında açtığı her kesik kendisini daha da derin yaralamıştı. Kız kardeşi... Alune. İki dünyayı ayıran örtünün öte yanından ona ulaşmıştı. Alune bir şey göstermişti... ama sonra çekilip alınmıştı. Aphelios asla dile getiremeyeceği mutsuzluk sözcüklerini geri yuttu. Parmakları bir anlığına sımsıkı kapandı, elleri yörüngelere ve taşa yazılmış kaderlere vurmaya hazır birer yumruk oldu. Ama sonunda titreyen ellerini saldı. Ayağa kalkıp saçını yüzünden çekerken ayın doğduğunu fark etti. Işığı, tapınağın derinliklerine yerleştirdiği bir sunağı aydınlatıyordu. Sunak ona ihtiyaç duyulduğu her seferinde olduğu gibi Aphelios'u çağırıyordu. Vakti gelmişti. İnancı ödüllendirilecekti. Lunari'nin gücü artıyor, göksel örtünün ardına geçiyordu. Ruhun, insanın içindeki gizlerin sihriydi. Aphelios tüm eğitimine karşın ayın gücüne kendisi yön veremiyordu. Ama gerek de yoktu zaten. Sunağın havuzunda yetiştirdiği noctum çiçeklerini dikkatle ezerek özlerini yakıcı bir iksir haline getirdi. Sıvı, havanda hafifçe parlıyordu. İdman kılıcını bırakıp havanı ayın ışığına doğru kaldırdı. Sonra, çiçeğin zehrini tereddütsüz ağzına götürdü. Çektiğin azap tarif edilecek gibi değil. Acı boynuna dolanıyor, gırtlağını sıkıyor. Hiçbir şey söyleyemiyorsun... Her yerin yanıyor. Perişanlıktan her yerin kasılıyor. Sen öğürüp öksürürken çiçeğin zehri damarlarında akarak seni ayın gücüne açıyor. Bana açıyor. Kalemden, “Aphelios,” diye fısıldıyorum, ruhum seninkine değiyor. Örtünün ardındaki varlığımı seziyorsun. Elini kaldırıyorsun çok uzakta olduğumu bile bile. İşte bu acıya tutunmalısın. Onu sıkıca kavrıyorsun. Silahın oluyor. Onu sana gönderiyorum... Gravitum. Seni yakıp tüketen zehre tutunduğunu görünce, “Aphelios...” diye fısıldıyorum. Bu seçimi niye yaptığını biliyorum. Senden neyi feda etmeni istediğimi biliyorum. Aphelios ciğerlerinin parçalandığını hissederek aldığı son bir nefesle mağaradaki tapınaktan gecenin karanlığına çıktı. Yok edici acıya karşı koymaya, onu kucaklayıp diğer her şeyi geride bırakmaya çalışırken yüzünün ifadesi sertleşti. Targon Dağı tapınağın hem tepesinde hem aşağısında uzanıp gidiyordu. Uluyan rüzgâr, havada bir an parlayıp sönen buz zerreleri oluşturuyor, Aphelios'un atkısıyla dans edip pelerinini dalgalandırıyordu. Ay daha da yükselmişti. Ona kılavuzluk edecekti. Aydan onun ışığı yayılacaktı. Aphelios'a ihtiyaç duyduğu aracı vermişti. Gravitum ay taşı bir kılıçtan öte bir silahtı. İdmanda dönüp durmuş, havada kesikler ve delikler açmıştı. Bu silahı da aynı şekilde kullanacaktı ama etkisi çok daha büyük olacaktı. Gücünü basit bir saldırıyla ortaya çıkarabilecek, kendi becerisiyle kardeşinin büyü gücünü birleştirecekti. Topun siyah kürelerini Targon'un semavi sihriyle havada duran bir kayaya attı. Gravitum'un gücü adacığı yavaş yavaş aşağı çekti. Aphelios tek sıçrayışta adanın üstünde koşmaya başladı. Çizmelerinin düşürdüğü karlar, altındaki dipsiz boşluğa dökülüyordu. Attığı her küre başka bir kayayı ona yaklaştırıyordu. O birinden diğerine sekerek ilerlerken bu dikilitaş büyüklüğündeki kayalar arkasında birbirlerine çarpıyordu. Böylece pek çok kişinin tırmanmaya cesaret edemediği, edenlerinse günler boyu uğraştığı bu dağa hızla çıkıyordu. Burada sadece güç peşindeki Solariler nöbet tutardı. Gecenin görmezliğine bürünmüş yerleşimlerinin üstünden hızla geçti. Güneşi takip etmek için yollara düşüp sadece Lunarilerin yüz yüze gelebildiği karanlıktan korkan dar kafalı Solarilerin, kendi inancının varlığını nasıl yadsıyabildiğini yıllarca merak etmişti. Ama yazgısı belliydi. Ayın ışığı Solarileri ona gösterecekti. Aphelios son taş adasına sıçrayıp silahları alev alev yanan bir grup Solari'nin toplanmış olduğu karlı bir açıklığın tepesinde durdu. Lunariler onlara Yananlar derdi. Geceleri, aya inanan kâfirleri kavurup kül ederlerdi. Gündüzleri de rahipleri, güneş dışındaki her şeyin varlığını yadsırdı. Kara kukuletaların altındaki yüzlerini, verdikleri yargılar kadar kayıtsız alevler gizliyordu. Kızıl giysiler giyip çelik zırhlara bürünmüş bir barbarın etrafını sarmışlardı. Bu barbar, görüsünü aldığı yabancıydı. Ayın ışığı bu açıklıkta durmuştu. Barbarın ayaklarının dibinde son buluyordu. Tekrar, “Aphelios,” diyorum. Adını ruhuna fısıldayıp büyü gücümü topluyorum. Duymak istediğin sözcükleri biliyorum. “Seninleyim...” Aphelios kaya adacığından atlayıp çatışmanın ortasına düştü. Yananlar'ın silahları, Gravitum'un karanlığı aralarına yayılınca daha bir alevlenmişti. Telaşla bağırmaya başlayan Solariler savaşmaya yeltendi ama kara bir kürenin onları yere mıhladığını fark ettiler. Aphelios topu bıraktı, elinde yeni bir silah belirdi. “Severum,” diye fısıldıyorum. Yere inerken bile gözlerini düşmanlarının alev alev yüzlerinden ayırmayan Aphelios, Severum'la arkasına doğru bir hamle yaptı. Hilal şeklindeki tabancadan çıkan ışın kaya adacığını parçaladı. Dehşete kapılan Yananlar, küçülmekte olan ayın ışığıyla birbirinden kopmuş devasa kaya parçalarının aralarına yağmasını seyretmekten başka bir şey yapamadı. Hayatta kalanlar hemen açıklığa yayıldı, lavdan mızraklarıyla Aphelios'a saldırdı. Darbelerden kaçınarak ilerleyen Aphelios Severum'la kesip biçmeye devam ederken boş elini de orada olduğunu bildiği başka bir silahı almak için âlemler arasındaki örtünün öte yanına uzattı. “Crescendum,” diyorum geceye. Crescendum yüksek bir yay çizerek açıklıkta kalan Solarilerin boğazlarını kesti. Aphelios eline dönen ay taşı silahı yakaladı. Saniyeler içinde olup bitmişti her şey. Barbar karşında duruyor. Sana şükranla bakıyor. Yananlar'ın aradığı nesne ise yanı başında duruyor. Hilal gibi kıvrımlı bir yatağan bu. Barbar sana teşekkür etmek için ağzını açıyor ama gizlemeye çalışsan da yüzünün buruştuğunu görüyor. Korkuya karşı durmaya çalışıyor, Yananlar'ın silahlarının pelerinini delerek yaraladığı omzunu yumrukluyorsun. Acıyı hatırlamaya çalışıyorsun. Onu arıyorsun. Barbarı öldürmek istemiyorsun. Ama öldürmelisin. Yüzün o kadar uyuşuk ki kendi gözyaşlarını hissedemiyorsun. Onun yerine benimkileri duyumsuyorsun. “Aphelios,” diyorum son bir defa. Sesimi zorla örtünün öte yanındaki sana ulaştırmaya çalışıyorum. Yörüngelerimiz bizi bir araya getirirken baş döndürücü bir heyecan kendini gösteriyor. Senin gözlerinden, yatağanın etrafında ay ışığının gösterdiklerini görüyorum. Neden bırakıldığını görüyorum. Kız kaçıyor... Onu bulmalıyız. Kızıl giysili barbar karların içinde, Solarilerin arasında yatıyordu. Aphelios ani ve derin bir nefes alarak dizlerinin üstüne çöktü. Başını kaldırıp aya baktı, sadece kendisinin işitebildiği o fısıltıyı duymaya çalıştı. Yüzü yine ifadesizleşti. Tek kelime bile etmeden yatağanı alıp gecenin içinde kayboldu. Kaynağım |
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
Cevapla |
Konu Araçları | |
|
|