Forumları Okundu Yap |
04-02-23, 12:17 | #1 |
(Orman) Best Picks against Amumu : Amumu'ya karşı alınabilecek en iyi seçimler Worst Picks against Amumu : Amumu'ya karşı alınabilecek en kötü seçimler Kullandığım Kaynaklar : ➣ leagueofgraphs.com ➣ Emre Bey ➣ League of Legends Türkiye |
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
04-02-23, 12:21 | #2 |
AMUMU
✮ HÜZÜNLÜ MUMYA ✮ ''Ölülerden bile daha yalnız olmak mümkün.'' ✎ Shurima'lı yalnız ve melankolik Amumu, bir arkadaş bulabilmek ümidiyle dünyayı karış karış dolaşıyor. Etkisi altında olduğu kadim lanet yüzünden dokunduğu, sevdiği her şeyin felaketi olduğundan, sonsuza dek yapayalnız kalmaya mahkûm. Onu gördüğünü iddia edenler ufak yapılı, yosun rengi, sargılarla kaplı Amumu'yu yaşayan bir cesede benzetiyor. Amumu, nesiller boyu anlatılan ya da dile getirilmeyen pek çok efsaneye konu olmuş; öyle ki, artık ona dair neyin gerçek neyin yalan olduğunu ayırt etmek imkânsız bir hâl almış durumda. Shurima'nın çetin halkı, bazı gerçeklerden oldukça emindir: Rüzgâr sabahları her zaman batıdan eser, gökte dolunay varken mideyi tıka basa doldurmak uğursuzluk getirir ve gömülü hazineler, her zaman en ağır taşın altında bulunur. Ancak Amumu'un hikâyesi, onlardan biri değil. Bazı söylentiler Amumu'nun, Shurima'nın başındaki en eski ailenin bir ferdi olduğunu ve etini hızla çürüten korkunç bir hastalığın pençesine düştüğünü anlatır. Ailenin en küçüğü olan Amumu, odasında karantinada yaşar ve duvarların ötesinden hıçkırıklarını duyan hizmetçi bir kızla arkadaşlık eder. Bu kız tahtın yalnız varisine saraydaki son haberleri anlatır ve onu büyükannesinin mistik güçlerine dair hikâyelerle avutur. Bir sabah Amumu'ya hayattaki son erkek kardeşinin de vefat ettiğini ve böylece onun Shurima İmparatoru olduğunu haber verir. Bu acı haberi tek başına kaldırmasını istemediğinden, kapıyı açarak onu teselli etmek için içeriye koşar. Kıza sarılan Amumu, dokunuşuyla onu da ailesiyle aynı korkunç kadere mahkûm ettiğini fark edip ellerini geri çekse de nafiledir. Kız öldükten sonra, büyükannesi genç imparatora lanetler yağdırır. Ona göre Amumu, torununun katilidir. Lanet etkisini gösterdiğinde, Amumu kehribarın içine hapsolan bir böcek misali o ıstırap dolu anın içinde tutsak kalır. Diğer bir hikâyedeyse korkunç bir kibirden, zalimlikten ve zorbalıktan bahsedilir. Genç yaşta Shurima İmparatoru olan Amumu, güneşin onu kutsadığına inanarak halkını, kendisini tanrı kabul etmeye ve ona tapınmaya zorlar. Amumu altın bir yeraltı mezarının içinde gömülü, Angor'un Gözü adı verilen ve ona gözlerini kaçırmadan, yürekli bir şekilde bakabilenlere sonsuz yaşam bahşettiği söylenen kadim bir eşyanın peşindedir. Köleleriyle birlikte yıllar yılı bu hazineyi bulmak için uğraşır; onu yeraltındaki labirentvari dehlizlerde taşıyan köleleri, Amumu ilerleyebilsin diye önden giderek vahşice tuzaklara yakalanıp can verir. Sonunda muazzam, altın kemerli geçide ulaşan Amumu, burada düzinelerce taş ustası adamına mühürlü kapıyı açmalarını emreder. Genç imparator Angor'un Gözü'ne kavuşmak için aceleyle içeri dalınca, köleleri ellerine geçen şansı değerlendirerek taş kapıyı Amumu'nun arkasından kapatıp mühürler. Kimileri, çocuk yaştaki imparatorun uzun yıllar karanlığa mahkûm olduğunu, yalnızlıktan delirip kendi derisini parçaladığını ve bu yüzden bandajlara sarılı olduğunu söyler. Göz sayesinde uzun yıllar hayatta kalan Amumu, geçmişte yaptığı hataları düşünerek tefekküre dalar; ancak sonsuz yaşamın bedeli, sonsuza dek yalnız kalmaktır. Bir gün, arka arkaya yaşanan şiddetli depremlerle anıt mezar parçalanınca, imparator aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmeden dışarı çıkar. Bundan böyle amacı, geçmişte diğerlerine yaşattıklarını telafi etmektir. Başka bir hikâyede Amumu, Shurima'nın ilk ve tek yordle hükümdarıdır ve insan kalbinin saflığına olan inancıyla tanınır. Onu hakir görenlere inat, tek bir gerçek arkadaş edinene dek bir dilenci olarak yaşamak üzerine yemin ederek Shurima'lıların, hemşerilerinin yardımına koşacağını söyler. Oysa hırpani görünümlü bu yordle'ın yanından geçen binlerce insandan hiçbiri, ona yardımcı olmak için elini uzatmaz. Amumu'nun kederi zamanla içinde öyle büyür ki, sonunda kalp kırıklığından hayata gözlerini yumar. Ancak ölüm, onun için bir son değildir. Bazıları onu halen geceleri çölde dolaşıp, insanlara olan inancını tazeleyebilecek birilerini ararken gördüğünü iddia eder. Hikâyeler farklı olsa da, ortak noktaları görmek zor değil. Ne yaşanırsa yaşansın Amumu her seferinde boşluğa düşmeye, ilelebet yalnız ve arkadaşsız kalmaya mahkûm. Yalnızlığını dindirecek birilerini bulmak için sonsuza dek çabalıyor ve lanetli varlığı, dokunduğu herkesi ölüme sürüklüyor. Sobada ateşin en harlı yandığı soğuk kış gecelerinde, asla onu avutacak bir arkadaş bulamayacağını bilerek çölde çaresizce gözyaşı döken Hüzünlü Mumya'nın sesini duymak mümkündür. Kefaret, akrabalık, belki de azıcık bir yakınlık kırıntısı; Amumu'nun aradığı her ne ise, şafakta rüzgâr nasıl hep batıdan eserse, onun da aradığını henüz bulamadığı kesin. ✮ TAMAH VE GÖZYAŞLARI ✮ ✎ ''Tanrılar çok öfkelenmişti ve yeryüzünü sarstılar. Çatırdayan toprakta yarıklar açıldı,'' dedi ihtiyar Khaldun, keskin yüz hatlarını aydınlatan ateşin ışığında. ''İşte bu yarıklardan birinin içine macera ateşiyle yanıp tutuşan genç bir adam daldı. Bir açıklık buldu; bu, Çakal bilir ne zamandır saklı kalmış bir yeraltı mezarının girişiydi. Adamın evde doyuracak çocukları ve mutlu etmesi gereken bir karısı vardı. Bu yüzden karşısına çıkan bu fırsatı değerlendirmek için gözünü karartıp içeri girdi.'' Çoluk çocuk, genci yaşlısıyla herkes ihtiyar adamın anlattığı hikâyeyi dinlemek için toplanmıştı. Hepsi perişan hâldeydi. O gün çok yol kat etmişlerdi ve Shurima güneşi acımasızdı ama Khaldun'un nadiren anlattığı hikâyelerin de tadına doyum olmuyordu doğrusu. Gecenin ayazından korunmak için pelerinlerine iyice sarınıp ihtiyar adama doğru sokulmuşlardı. ''Yeraltı mezarının içindeki serinlik, dışarıdaki kavurucu havadan sonra iyi gelmişti. Genç adam bir meşale yaktı. Meşalenin ışığıyla belirginleşen gölgeler, adamın önünde adeta dans ediyordu. Olası tuzaklara karşı temkinli adımlar atmaya başladı genç adam. Fakir olabilirdi ama kesinlikle ahmak değildi. İçerideki dümdüz obsidiyen duvarlara kadim kabartma yazı ve resimler işlenmişti. Gerçi okuması yoktu; sonuçta o basit bir adamdı, ama yine de resimleri incelemekten geri kalmadı. Hizmetkârların taşıdığı bir güneş kursunun üzerine bağdaş kurup oturmuş, gülümsemesiyle insanın içini aydınlatan bir çocuk prens gördü. Önünde hazinelerle dolu sandıklar serilmişti; biraz ötedeyse sandıkları getiren ve saygıyla eğilip selam duran, tuhaf kıyafetli elçiler görünüyordu. Başka bir kabartmadaysa halkının arasında yürüyen çocuk prensin yine ışık saçan güler yüzü tasvir ediliyordu. Tebaası, prenslerinin önünde yere kapanmıştı. Çocuğun tacı, özenle şekil verilmiş güneş ışınları saçıyordu. Kabartma resimlerden birinin önünde som altından bir heykelcik duruyordu. Sadece bu heykelin ederi bile genç adamın on ömür boyu çalışıp kazanabileceğinden fazla görünüyordu. Adam heykeli aldığı gibi heybesine attı. Oyalanmaya hiç niyeti yoktu. Başkalarının da buraya gelmesinin fazla sürmeyeceğinin farkındaydı. Geldikleri zaman burada olmak istemiyordu. Tamahkârlık en muhteşem insanların bile gözünü kör edebilen bir şeydi; genç adam gelenlerin bu altın heykel ve yeraltı mezarının derinlerindeki başka hazineler uğruna gözlerini bile kırpmadan kanını akıtabileceklerini biliyordu. Gelgelelim genç adamın pek çok kusuru olsa da hırs bunlardan biri değildi. Bu yüzden daha da ilerlemeye gerek görmedi. Derinlerde saklı diğer hazineler varsın başkasının olsundu. Yeraltı mezarından çıkmadan önce gözü son bir kabartma resme takıldı. Prens ölmüştü ve boylu boyunca bir kaidenin üzerinde yatıyordu. Çevresini saranlar yas tutuyordu... ama arka tarafta kutlama yapan insanlar görünüyordu. Bu çocuk prens çok mu seviliyordu yoksa zorbanın teki miydi? Anlamanın imkânı yoktu. Ansızın karanlığın içinden, tüylerini diken diken eden bir ses duydu genç adam. Meşalesini önünde tutup fal taşı gibi gözlerle etrafına bakındı... Koca bir hiç. 'Kim var orada?' diye seslendi. Aldığı tek karşılık, sessizlik oldu. Genç adam başını salladı. 'Rüzgârın sesi işte, sersem şey,' diye geçirdi aklından. 'Sadece rüzgârın sesi...' Sonra ses yeniden yankılandı; bu defa daha net geliyordu. Yeraltı mezarının derinlerine uzanan karanlıkta bir çocuk ağlıyordu. Başka yerde duymuş olsa, babalık içgüdüsüyle sese doğru koşardı ama bu yeraltı mezarının karanlığında? İçinden bir ses, var gücüyle kaçmasını söylüyordu... ama genç adam kaçmadı. Ağlamaklı hıçkırık sesleri yüreğini dağlıyordu. Her hıçkırık öylesine acı, öylesine keder doluydu ki... Bu yeraltı mezarının başka bir girişi daha olabilir miydi acaba? Yoksa küçük bir çocuk bir şekilde buraya düşüp yolunu mu kaybetmişti? Meşalesini iyice kaldırıp ilerlemeye başladı genç adam. Ağlama sesi karanlığın içinde belli belirsiz yankılanmaya devam ediyordu. Sonunda genç adam geniş bir salona vardı; salonun zemini kapkara bir ayna gibiydi. Duvarları süsleyen mücevherler ve salonu dolduran altın yadigârlar soluk ışıkta ona göz kırpıyordu. Salona girmek için temkinli bir adım attı genç adam. Topuğu yüzeyle temas eder etmez bütün zemine halkalar hâlinde dalgacıklar yayıldı ve genç adam ani bir refleksle ayağını geri çekti. Su. Bu salonun zemini ayna gibi bir obsidiyenden falan yapılmamıştı; sadece suyla kaplıydı. Diz çöküp bir avuç su aldı ve dudaklarına yaklaştırdı genç adam. Diline temas etmesiyle suyu tükürmesi bir oldu. Su tuzluydu! Shurima'nın göbeğinde, en yakın denizden fersahlarca uzakta böyle bir şey nasıl olabilirdi? Çocuğun ağlayışını bir kez daha duydu genç adam; ses bu defa daha yakından geliyordu. Tam meşalesini kaldırıp önüne doğrultmuştu ki ışığın ulaştığı son noktanın az ötesinde bir karaltı fark etti. Karaltı, sırtını adama dönüp çömelmiş bir çocuğun şeklini andırıyordu. Adam temkinli bir adımla salona girdi. Zemini kaplayan su pek de derin sayılmazdı. Ensesindeki bütün tüyler diken diken olmuştu; korkudan nefesi kesiliyordu ama adam dönüp kaçmamak için direndi. 'Kayıp mı oldun?' diye sordu, karaltıya yaklaşırken. 'Buraya nasıl geldin?' Karaltı adama doğru dönmedi... ama nihayet konuştu. 'Ben... Ben hatırlamıyorum,' dedi. Karaltıdan gelen ses, genç adamın etrafında adeta yüzüyor, duvarlardan yankılanıyordu. Çocuk eski bir aksanla konuşuyordu. Kullandığı kelimeler kulağa bir tuhaf geliyordu... ama anlaşılıyorlardı. 'Kim olduğumu hatırlamıyorum.' 'Sakin ol, ufaklık,' dedi adam. 'Her şey yoluna girecek.' Adam biraz daha yaklaşınca karaltının ayrıntıları belirginleşmeye başladı ve adamın gözleri bir anda yuvalarından uğradı. Karşısındaki şekil, akikten oyulmuş bir tanrı heykelinden başka bir şey değildi. Ne duyduğu hıçkırıklar ne de çocuk sesi bu heykelden gelmiş olabilirdi. Tam bunları aklından geçirirken minicik, kupkuru bir el adamı yakaladı.'' Dinleyicilerin en küçüğü heyecan içinde nefesini tuttu, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Öteki çocuklar kahkahayı bastı ama korkmamış numarası yaptıkları her hâllerinden belliydi. İhtiyar Khaldun, altın dişini ateşin ışığında parıldatarak sırıttı. Sonra hikâyesine devam etti. ''Genç adam bakışlarını aşağı çevirdi. Minik prensin ketenler sarılı cesedi, burnunun dibinde duruyordu. Suratının tamamı defin sargılarıyla kaplı olmasına rağmen, canı çekilmiş çocuğun göz yuvalarından donuk, hayaletimsi bir ışık yayılıyordu. Ceset çocuk, adamın elini tuttu. 'Arkadaş olalım mı?' diye sordu çocuk, sargıların altından boğuk gelen bir sesle. Adam elini çocuğunkinden kurtardığı gibi geriye sıçradı. Genç adam koluna baktığında içini bir dehşet kapladı; gözlerinin önünde elindeki kan çekiliyor, eli morarıp kuruyordu. Elini mahveden duygu, kolundan yukarı tırmanmaya başladı. Dehşete yenik düşen adam arkasına bile bakmadan kaçmaya koyuldu. Genç adam, o korku ve telaş arasında meşalesini düşürdü. Gözyaşı gölüne düşen meşale tıslayarak söndü ve yeraltı mezarına bir karanlık çöktü. Yine de gün ışığının çıkışta oluşturduğu aydınlığı ayırt edebiliyordu genç adam. Kolundan yukarı doğru sinsice tırmanan ölüm dalgasına aldırmadan düşe kalka aydınlığa doğru koştu. Ölü çocuğun kendisini her an yakalayabileceği korkusuyla kalbi gümbür gümbür atıyordu... ama öyle bir şey olmadı. Sanki bir sonsuzluk denizine düşmüştü ve asırlardır koşuyordu... Oysa gerçekte göz açıp kapayıncaya kadar karanlıktan fırlamış ve kendini yeniden çöl sıcağında bulmuştu genç adam. Arkasından 'Özür dilerim,' diye yankılanan hüzünlü bir ses duydu. 'İsteyerek olmadı.' İşte böylece Amumu'nun Mezarı toprağın altından çıkmış oldu,'' dedi ihtiyar Khaldun. 'İşte ölümden dönen çocuk dünyamıza böyle salıverildi.'' Kısa bir sessizliğin ardından ''Ama Amumu gerçek değil ki! Bunu bilmeyen yok!'' diye çıkıştı çocukların en büyüğü. ''Amumu gerçek bir kere!'' dedi en küçükleri. ''Kendine bir arkadaş bulmak için dolaşıp duruyor!'' ''Gerçek ama çocuk değil,'' dedi bir başkası. ''Amumu bir yordle!'' Khaldun güldü ve eğri büğrü bir bastondan destek alarak ayağa kalktı. ''Ben yaşlı bir adamım ve yarın gidecek çok yolumuz var,' dedi. ''Yatmak için geç bile kaldım.'' Onu dinleyenler yavaş yavaş dağılmaya başladı; yüzleri gülüyor, fısıldaşarak huzurla sohbet ediyorlardı ama çocuklardan biri yerinden kımıldamamıştı bile. Minik kız gözlerini dikmiş, Khaldun'a bakıyordu. ''Dede,' dedi sonunda. ''Sen kolunu nasıl kaybetmiştin?'' İhtiyar Khaldun mintanının, savrulmasın diye omzuna iğnelediği boş koluna baktı, sonra da küçük kıza hınzır bir gülücük attı. Göz kırparak ''İyi geceler, küçüğüm,'' dedi sadece. KAYNAĞIM Mesajı son düzenleyen ::::_Puf_:::: ( 04-02-23 - 12:39 ) |
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
04-02-23, 12:22 | #3 |
|
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
04-02-23, 12:37 | #4 |
Sinematiğini lzlememiştim iyi oldu , teşekkürler
|
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
04-02-23, 12:38 | #5 |
Hikayesi de güzelmiş ya teşekkür ederim.
|
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
04-02-23, 12:46 | #6 |
|
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
05-02-23, 14:02 | #7 |
|
|
Alıntı Yaparak Cevapla |
Cevapla |
Konu Araçları | |
|
|