Cevapla
 
Konu Araçları
Eski 17-04-18, 08:47 #21
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C:Ezoterik inisiyasyonun Anlamı ve İlkelerde Erginlenme Törenleri....

Ezoterik İnisiyasyon Nedir?
Ezoterizm Nedir?
Ezoterizm Nasıl Doğdu

Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris);"dışarıdaki", "yabancı", "harici", "bigâne" kişinin "içeri" alınması, "mahrem" kılınması, ezoterik topluluğun "üyesi" durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşmasıdır.
Ezoterik İnisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere "öldüğü" duygusunu aşılamaktır. Bu nedenle, kimi ezoterik örgütlerde inisiyasyona, İkinci Doğuş da denilmektedir.

İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evrene ulaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, inisiyasyon, en derin anlamıyla, bir çeşit "tanrılaştırma' dır. Temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Böylesi bir "tanrılaştırma" eylemi, evrenin özündeki "büyük varlığın" bireyde belirmesi olgusunu varsayar. Bu varsayım temelini Panteist düşüncede bulmaktadır.

Evren ile Tanrı'yı bir ve aynı şey sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı Panteizm'dir. Kamutanrıcılık da denilen Panteizm'in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık'tan oluşmuştur. Gerçekte varolan bu tek Varlık'tır ve tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir. Felsefe olarak Stoacılık ve Neoplatonizm'de panteist anlayışlar vardır. Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf 'ta da panteist olgu benimsenmiştir.
Birey, inisiyasyon yoluyla, kendinde zaten varolan bir özü canlandırmaktadır. Bu bir "iç" gerçekleşmedir. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulanan kişinin, belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir.
İnisiyasyon'nın Batı dillerindeki karşılığı olan "initiation" sözcüğü, Latincedeki "initium" sözcüğünden türemiştir. "Initié" ise aslında "yola koyulmuş, başlamış" demektir. Ezoterizm'de en önemli kavram "İnisiyasyon"dır.
Ezoterizm (Batıniyye, İçreklik), bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma ve öğreti sistemidir. Asıl gerçeklerin anlayabilecek yetenek ve bilgide olan kişilere aktarılabileceği görüşü ezoterik sistemin özüdür.[Alıntı]
Sistemin üç önemli özelliği vardır:
Öğretiyi alacak olanların özenle seçilmelerinden sonra, inisiyasyon yöntemi ile topluluğa kabul edilerek, yine aynı yöntemle ilerlemeleri.
Öğretilerin bir dereceler silsilesi içinde verilmesinin yanısıra hiyerarşik yapı gözeten bir örgütlenmenin bulunması.
Öğretilerin kapsamında simge, allegori ve özdeyişlerin kullanılması.
Ezoterik yaklaşımın özü; bireyin kendi kendini aydınlatamaması olgusuna bağlıdır. Genelde, ezoterik öğreti uygulamasına karşın; bazen, Mistisizm (Tasavvuf, Gizemcilik) kavramı ile ezoterizm kavramı bu noktada ayrılırlar. Mistik kişi (mutasavvıf, gizemci) çoğu zaman elini eteğini dünyadan çekmiş bir "münzevi"dir, düzen ve denetim dışıdır, hatta disiplinsizdir. Gerçeğe bir anda "sezgi" yoluyla varabilir. Oysa, ezoterizm'de, kişi ancak "inisiyasyon"a dayalı (initiatique) bir örgüt tarafından ışığa kavuşturulabilir. Ezoterik örgüt kişiye, öncelikle ruhsal bir etki aşılar, sonra bu etkinin üzerine bir "öğreti" kurmaya çalışır; bunu yaparken de belirli bir hiyerarşik yapıyı ve disiplini izler. Mistisizm'in bazen salt bireysel düzeyde kalabilmesine karşın, ezoterizm daima örgütsel bir yapıdadır.

Mistisizm (Tasavvuf, Gizemcilik), duygu ve sezgiye dayalı bir inanç yolu olarak, us ile deney alanı dışında, duygu ve sezgilerle gerçeğe ulaşma anlayışıdır. Tanrıbilimsel açıdan, kişinin kendi içine kapanarak, Tanrı'yı kendinde araması biçiminde de tanımlanır. Mistisizmin son aşaması, Tanrı'nın varlığında eriyerek, kişiliğin yokedilmesidir.

İnisiye olan kişi üzerinde oluşturulan ruhsal etki, esas olarak, İnisiyasyon töreninin "haricilere aktarılamaz" olan temel niteliğidir. Aristoteles, Eleusis Gizemleri'nden söz ederken, "öğrenmek yerine hissetmek" diyordu. İnisiyasyon sırasında da, aktarılan bir öğreti yoktur, yaşanan yoğun duygular vardır. Ama, bu duygular, ilerde öğretinin serpileceği uygun toprağı yaratmaktadır.
Öyleyse "inisiyasyon"nın gizemi, "dile getirilemez, sözcüklerle anlatılamaz" bir gizemdir; ancak ritüeller aracılığı ile yaşanır, çilesi çekilir, hissedilir. Gerçekten, tüm ritüelleri en ufak ayrıntısına kadar hariciler tarafından bilinse bile, ezoterik örgütlerin gizemleri tam olarak çözülemez ve çözülemeyecektir. Zira bu gizemler ancak kişisel olarak yaşandığı zaman duyumsanabilir. Tüm ezoterik örgütlerde bulunan ve üstünkörü incelendiğinde anlamsız görünen ritüellerin, aslında, ister korkutucu, ister yadırgatıcı olsun, inisiye olan kişiler üzerinde bir tür psikanalitik tedavi etkisini andıran tinsel yankılanmaları vardır.

Bu durumda, inisiyasyon yoluyla, birey kendi kendini "gerçekleştirmekte", yetkinleşme sürecine ilk adımı atmakta, kendi özünde saklı olanları kuramsaldan eylemsele yöneltmektedir. Üstelik bu durum bir kez kazanılınca, bir daha yitirilmeyen bir niteliktir. İnisiyasyon olgusu artık sürekli bir "durum"dur. İnisiye olmak bir daha geri alınamaz bir özelliktir.
Sonuç olarak; ezoterik inisiyasyon:
Kişinin önceden belirlenen eğilimleri ve özellikleri üzerine yapılandırılan,
Belirli bir ruhsal etki yaratarak, kişinin bilinçaltına yönelen,
Bireyin kendisinin tamamlaması gereken bir "saklı özün gerçekleştirilmesi" çabasından oluşan üçlü bir süreçtir.
İnisiyasyon Törenlerinin Nitelik ve Amaçları

Ezoterik örgütlerde, İnisiyasyon Törenleri, bireyin benliğini etkilemeyi amaçlayan, ve hem fizik, hem de tinsel birer "sınav" niteliği taşıyan deneyimlerdir. Aslında, inisiyasyon, ezoterik örgüt üyelerinin, haricilere açmamak konusunda yemin ettikleri bir "gizem" dir.
Törenin, katılanların kişiliğine bağlı olmayan, kendiliğinden bir etkenliği vardır. Bu etkenlik törenin kendi özünden kaynaklanmakta olup, töreni yöneten ve düzenleyenlerin, ayrıca diğer katılıcıların kişiliğinden bağımsızdır. Töreni yöneten önemli değildir, önemli olan törenin işlevidir. Buradaki yaklaşım, dinsel yaklaşımla paraleldir; örneğin, namazın değerinin, imamın kişiliğinden bağımsız olması gibi.
Diğer taraftan, etkin sonuçlara ulaşabilmek için, törenin ritüeline, en ufak ayrıntısına kadar uyulması gerekmektedir. Ancak, yine de, eğilimleri açısından yatkın olmayan kişilere uygulanan inisiyasyon'nun etkisiz kalması olasıdır. Bu noktada, dinsel yaklaşımdan ayrılınır; örneğin, hristiyanlarda, vaftiz töreni, eğilimine bakılmaksızın herkese uygulanır. Gizemci aradığı ışığa, bilgiye bir anda sezgiyle ulaşabilir. Buna karşılık, inisiye olmuş kişi, bilgiyi ancak, zamanla ve bir takım aşamalardan sırasıyla geçerek elde eder. Bu nedenle, inisiyasyon yolu, uzun, çileli, aktif katılım gerektiren bir yoldur. Bunun sonucu olarak, inisiyasyonu temel alan tüm ezoterik örgütlerde, hiyerarşik bir yapı oluşmuştur. İnisiyasyonun çeşitli aşamaları, üyelerin ulaştığı varsayılan çeşitli yetkinlik düzeyleri, bir takım "derece" lerle, "rütbe" lerle belirlenmiştir.
Hiyerarşinin gereği olarak, her ezoterik örgütlenmede, üyelerin seçilmesine, törelerin gözetilmesine, geleneklerin sürdürülmesine egemen olan, çoğunlukla oldukça karmaşık ve ayrıntılı bir organizasyon bulunur. Aynı şekilde, ritüellerin izlenmesinde de, yine hiyerarşik yapının gereği olarak, disipline sıkı sıkıya uyulur.

Ezoterik Düşüncenin Özü: İnisiyasyon
Ezoterizm (esotérisme) sözcüğü, eski Yunancada "içeri almak" anlamına gelen "eisotheo" sözcüğünden türetilmiştir. Bu terimin anlamı çok açıktır: içeri almak demek, bir kapı açmak, dışardaki insanlara içeri girme fırsatını vermek demektir. Simgesel olarak bu, saklı bir gerçeği, gizli bir anlamı açıklamaktır. Bütün bunlar, ezoterizm sözcüğünün, bir "kapalı" öğreti ifade ettiğini ortaya koyar. Dışarıdan ve kalabalıktan soyutlanmış bir topluluğa, belirli bilgilerin aktarılması söz konusudur.

Bu durumda, ezoterik düşünce temelinde, bu kapsama giren tüm örgütlerin ortak noktalarını yakalamak olasıdır.


A)İnisiyasyon kendi kendine bilgiye ulaşmak değildir. İnisiyasyonu oluşturan çeşitli "gizler" belirli bir öğretinin dogmatik açıklamaları olmaktan çok, inisiye olan kişide bir diriliş, bir yeniden doğuşla taçlanan bir ölüm duygusu yaratmaya yönelik törenler, ritüeller ve teknikler dizisinden oluşmuştur.
Tüm uygulanan tören, ritüel, ayin, allegorik öykü ve efsanelerin simgesel özü, birbirine oldukça benzeyen bir ana tema etrafında şekillenir: tüm ezoterik örgütlerde, inisiyasyon süreci, "karanlıklar" (ölüm) içine yapılan bir girişle başlar. Bu aşama boyunca, inisiyasyonya aday kişi, kendisinde öldüğü duygusunu yaratmayı hedefleyen, bir takım korkutucu olaylar ve mekânlar içine sokulur, çeşitli "sınav" lara tutulur. Bu aşama, bir tür "cehenneme iniş" tir (Orpheus, Isis, Persephone, Tammuz gibi).
İniş ya da ölüm aşamasını izleyen aşama, genellikle tüm ezoterik inisiyasyon törenlerinde, belirli duygulanımlarla yüklü olmasına özen gösterilen, yine de bir takım simgesel sınavların uygulandığı, bir çıkış, yükseliş aşamasıdır. Bu noktada, genellikle, dar bir geçitten geçişle simgelenen, tipik bir doğum olgusu da yer alır. İnisiye olan kişinin gözleri daima bağlıdır, ve bu da, henüz karanlıktan kurtulamadığını vurgulamaktadır. Son aşamayı, göz bağlarının çözümü ve ani bir ışıklandırmayla (Aydınlanma, Nurlanma) ile başlayan, çeşitli güzellikte sahnelerle süslü, neredeyse kendinden geçişi andıran, bir doruklanma oluşturur.
Alabildiğince çeşitlendirilmiş, ama hemen tüm ezoterik örgütlerde birbirini andıran, simgelerle canlandırılan ve inisiyasyon töreninin iskeletini oluşturan, bu "iniş-yükseliş" ya da "ölüm-doğum" temasının aktarmak istediği öz nedir?
İnisiyasyon süreci, bir yandan, "evrendoğum" (kozmogoni) sürecinin aşamalarını, Kaos' un Işık tarafından düzenlenmesini simgesel olarak canlandırmakta, temsil etmektedir; diğer yandan, kişinin, Adem'in İlk Günahıyla yitirilen ayrıcalıklara fiktif bir şekilde yeniden kavuşması, Eksiksiz Bilgi'ye ermek için gerekli mistik koşulların içine yeniden doğmasıdır.
Evrendoğum (Kozmogoni), evrenin oluşumu, yaradılışı ile ilgili ilksel ve inançsal tasarımlardır. Genel olarak evrenin yoktan, hiçlikten, kaostan varedildiği inancı, yani Yaradılış kavramı evrendoğumu ifade eder.
Adem'in İlk Günahı, Tevrat'ın Tekvin bölümündeki Cennet'ten elma çalma öyküsüdür. İnsan soyunun bu nedenle her zaman günahkar olarak yaşayacağı dogmasının temellendiği ve Aziz Paul ve Aziz Augustinus tarafından oluşturulan bu dogma, İsa'nın bu yüzden cisimleşerek, günahkar insan soyunu bağışlatmak için kendini feda ettiğini ileri sürer. Bu ilk günah insan soyunun mutsuzluğunun nedeni sayılır.
Özetle, inisiyasyon;
Bir arınma' dır. İnsan böylece, eksiksiz, yetkin bir varlık olabilmek için, dış yaşamdan getirdiği tutku ve yanlışlarından sıyrılır.
Bir nurlanma' dır. İnsan böylece, yitirilmiş bilgi'ye erme, "Yitik Kelâm"ı yeniden bulma umuduna kavuşur.
Bir bütünlenme' dir. İnsan böylece, Günah'tan önceki ayrıcalıklı durumuna yeniden doğar ve evrenin özündeki "Büyük Varlık" la birleşir.
Yitik Kelâm, Yitirilmiş Bilgelik, insanoğlu'nun yaradılış sırasında sahip bulunduğu, ama sonradan yitirdiği, sonsuz özgürlük ve mutluluk veren eksiksiz bilgiyi simgeler. Tanrı bu bilgiyi insanlara vermiş, ancak haketmediklerini görünce geri almıştır. Bu "bilgi"ye yeniden ulaşabilmek için, haketmek yani çileli bir çaba göstermek şarttır. Bu nedenle, gelişigüzel her insan bu bilgiye ulaşamaz, sadece seçkin kişiler, belirli sınav ve aşamalardan geçerek bilgiyi elde edebilirler.
B) Ta başlangıçtan beri, insanoğlu, nereden gelip nereye gittiğini, varoluşunun amacını, ölümden sonraki yazgısını öğrenmek arzusuyla yanmış; buna koşut olarak da, bütün çağlar boyunca, bir takım ezoterik örgütler, evreni yöneten yasaları kavramış olduklarını, temel soruları çözen "Dile Getirilmez Giz" e ulaştıklarını ileri sürmüşlerdir. "Nereden Geliyoruz? Kimiz? Nereye Gidiyoruz?". İnsanoğlu, sınırsız kudrete ve Tanrıya ulaşmaya duyduğu susuzlukla, hep bu üç soruyu soragelmiştir kendine. Bu kesin ve eksiksiz bilgiye açlıktır. İster dini, ister felsefi, ister mistik ya da isterse Gizlici (Occult) olsun, tüm ezoterik örgütleri besleyen ana kaynak bu açlıktır.
Kaynak:http://www.hermetics.org

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 18-04-18, 09:13 #22
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Masonlukta töre

Merhabalar arkadaşlar Bugün sizlere “Töre” kavramını genel olarak şöyle bir gözden geçirdikten sonra, şimdi bu kavramın Masonlukta nasıl yer tuttuğunu ve nasıl değerlendirildiğini görelim.

Genelde toplumlar özelde topluluklar gibi Masonluğun da kendine özgü bir töresi vardır. Buna “masonik töre” de denilebilir. Bu töre, kişilerin/masonların tutum ve davranışları bakımından Masonluğun ne olduğunu ve ne olmadığını, ne olması ve nasıl olması gerektiğini ortaya koyar.

Bu bir yasa değildir. Bu bakımdan yazılı değildir. Ancak birtakım masonlar, yapıtlarında, törenin özelliklerini ortaya koymuştur. Böyle olunca, bu törenin göreli olduğunu söyleyebiliriz; çünkü anlatılan töre o mason yazara göredir. Bir başkasının yazdığı onunkiyle tam olarak örtüşmez. Kaldı ki, bir de bu törenin bir mason kuruluşundan diğerine de farklılık gösterdiğini göz önüne alacak olursak, o zaman Masonluğun “evrensellik” iddiasına karşın aslında denildiği gibi evrensel nitelikli bir töresinin bulunmadığını da söyleyebiliriz.

Benim bu deyişim yanılgılı mı acaba? Bunun yargısını ben değil, okuyanlar vermeli. Onun için de Masonluktaki töre anlayışını masonların yaklaşımıyla anlatmaya devam etmeli. Ancak çok ayrıntıya da girmemeli; kavramlar ölçüsünde kalmalı ki anlatım biraz daha genel geçerli olsun.

Aslında Masonluğun töresi bir evrensel insanlık töresinden pek farklı değildir. İyiliğin kötülüğe, doğruluğun yanlışlığa, güzelliğin çirkinliğe üstün gelebilmesi için yapılacak çalışmalarda, bireyin benimseyerek takınması gereken tutum ve davranışların tümünü içerir.

Buna karşın Masonluğun töresi, herhangi belli bir toplumun genel töresi ile yer yer çelişkiler gösterebilir. Zaten bazı toplumlarda Masonluğun yadırganışının nedenlerinden biri de budur. Bu çelişki, Masonlukta kişilere bilimsel yöntemden yararlanmalarının, akıllarını kullanarak düşünmeye alışmalarının, buyrultularını başkasına teslim etmemelerinin, baskı altında ezilmeyip özgürlüklerine sahip çıkmalarının, toplumlarında başkalarını da aynı yola yöneltmelerinin önerilmesinden ileri gelir.

Bunun özellikle sonuncusunu yani kendileriyle yetinmeyip toplumlarında başkalarına da yönelmeyi gerçekten yapıyorlarsa, o zaman Masonluğa bir ön yargı ile saldırılarda bulunanların masonları “anarşist” hatta “devrimci” olarak niteleyişlerinin göreli bir haklılığının bulunduğu söylenebilir.

Bununla birlikte, az önce değinmiş olduğum üzere dünyadaki tüm mason kuruluşlarınca benimsenmiş olan “ortak ve standart bir mason töresi” bulunduğu da söylenemez. Gerçi masonik töre birer erdem niteliğindeki ilkelerden oluşmaktadır ve bunları belirtmekte kullanılan kavramlar da her yerde hemen hemen aynıdır ama törenin tümü ilgili mason örgütünün benimsediği Masonluk anlayışı, ilkeleri ya da çalışmalarında uyguladığı sistemin özelliklerine (ritüellere) göre birtakım farklar sergiler.

Bu farklar, aslında kavramların yorumlanıp değerlendirilmesindedir. Üstelik bu kavramlar salt Masonluğa özgü değildir. Dinlerde, diğer inanç sistemlerinde, felsefelerde ve toplumsal törelerde hatta birçok öğretide yer aldığı görülebilir. Tıpkı özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramlarının salt Masonluğa özgü olmayışı hatta Masonluğa karşıt olanların bile bu kavramları Masonluktaki anlayışla kullandıkları gibi.

Bazı mason kuruluşlarına göre; mason töresi, kaynağını Masonluğun yüzyıllar boyunca süregelmiş olan sağlam ve değişmez geleneklerinden almaktadır.

Bazılarına göre bu töre dinsel inanç ve yükümlülüklerden kaynaklanır.

Bazılarına göre ise çeşitli dinlerden, düşünce ve felsefe sistemlerinden, sosyolojik değerlendirmelerden, gerek özel olarak toplumlar gerekse genel olarak tüm insanlığın geçmiş deneyimlerinden yararlanılıp esinlenilerek, bunların tümünün insancı (hümanist) açıdan yaşanılan çağın koşullarına uyarlanması ile oluşturulmuştur.

İşte bu çelişkili görüşler, günümüzde Masonluktaki izlenen bölünmüşlüğün göstergelerinden biri sayılabilir.

Kaldı ki bir de “yaşanılan çağın koşulları” söz konusu olunca, Masonluğun dünkü töresi ile bugünkü töresi arasında birtakım farkların bulunması söz konusudur.

İyilik, dinlerin de öncelikli ilkelerinden biridir. Ancak dinlerde insanın iyilik etmesinin karşılığına bir ödül konmuş, kötülük yapanların ise ceza göreceği bildirilmiştir. Böylece, iyilik bir zaman gelip de ödüllendirilme umudu ile yapılır olmuş, cezalandırılma korkusu da kötülükten sakınmayı sağlamıştır, sağladığı kadar.

Tarih boyunca, yasal yaptırımlarla da Tanrı ya da cehennem korkuları saçılarak da, “kurtuluş” ve “cennet” söz verişleriyle de insanların iyi kişiler olup, iyilikte bulunmaları sağlanamamıştır. Çünkü bu yoldan iyi olmak ve yapılacak iyilik, ancak o sözü edilen ödül umudu ya da ceza korkusu sürdükçe var olabilir. Şayet ödül umudu azalır, ceza korkusu da kalkarsa, iyi insan olmanın ve iyilik etmenin gerekçesi kalmaz. Hele bir de ne öyle bir ödülün ne de cezanın olduğu, bunların birtakım insanlarca uydurulmuş bulunduğuna ilişkin bir kuşku doğarsa, işte o zaman bir bakmışsınız ki “iyilik” sözcüğü sözlüklerden bile silinmiş.

Masonlukta ise “iyi insan” olmak ve başkalarına iyilik etmek, her şeyden önce kişinin kendisine karşı duyduğu saygının, sonra da insan ve insanlık sevgisinin ürünü olarak nitelenir. Herhangi bir çıkar gözetmeden, hiçbir karşılık beklemeden yapılan iyilik bir erdemdir.

Toplumda beğeni (takdir), övgü ya da saygı kazanmak, başkalarının ilgisini çekebilmek amacıyla yapılan iyilik, böylece “iyilikçi görünmek” de iyi kişi olup iyilik etmekten çok farklı olup, bir gösterişten başka bir şey değildir ki, bunun sonucunda sahiden de iyi bir iş bulunsa bile erdemden sayılamaz. Bunun için Masonlukta her türlü iyiliğin bildirilmeden ve anlatılmadan, karşılığında hiçbir şey beklemeden yapılması öngörülür.

Nitekim hani kimi zaman soruluyor: “Masonlar ne gibi iyi işler yaptı?” diye… Buna çoğunlukla doğru dürüst, doyurucu, ikna edici bir yanıt verilemiyor. İşte bu yüzden.

İyiliğin tek bir ödülü olabilir. O da bir insanın iyi kişi olup başkalarına da iyilik etmekle edindiği onur, bundan ötürü duyduğu mutluluktur. [Alıntı]

Okuduğunuz için Teşekkür Ederim arkadaşlar...

Saygılarımla...

  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 18-04-18, 17:52 #23
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Çölaşan ve Erol Simavi Röportajı

Röportaj'da Masonluk daha kolay anlaşılıyor... Ama böyle dediklerine de bakmayınız...

Çölaşan: Efendim, sizin mason olduğunuzu duymuştum. Masonlar genelde kendilerini gizlerler. Gerçekten mason musunuz? Yoksa masonlukla hiç ilginiz yok mu?

Simavi: Eminciğim iyi ettin bu soruyu sormakla. Şekerim ben, 27 yaşında mason oldum. Türkiye'nin en genç masonuydum. 30 yaşında üstad, 31 yaşında İstanbul Büyük Locası Başkanı oldum ve 33 yaşıma kadar başkanlık yaptım. Sonra bir gün bizim bağlı olduğumuz İskoçya Büyük Locası'nın en büyük üstadı buraya geldi... Üst makama masonlukta obediyans denir. Bağlılığı, bağımlılığı ifade eden fransızca bir kelimedir bu. Bizim o en büyük üstat bir İngiliz... Meğerse benden de gençmiş! Adamla karşılaşınca bir tuhaf oldum. Ama ben masonlukta çok çalıştım çok şeyler öğrendim. Müthiş sabırlı bir insan oluşumun sebebi , tamamen mason oluşumdandır. Masonlara 'dinsiz' derler... Her işin başında onların olduğunu söylerler. bunlar gülünç iddialardır. Masonluk her dine saygı gösterir. Nitekim ramazanlarda bizim biraderlerin neredeyse dörtte üçü oruçlu olduğu için locadaki toplantıların saatini öne alırdık. Konuşmaları da uzatmamaya bakardık. Maksat toplantımız erken bitsin ki biraderler de aşağı salondaki iftar sofrasına yetişebilsin. Geçmişe baktığımızda da masonlar arasında padişahlar vardır, şeyhülislamlar vardır... İlk mason olacağın vakit insanı oraya gözü kapalı getirirler. Bazıları zanneder ki masonluğun şartı Allah'a ve dine inanmamaktır. Kendisine bu konuda soru sorulur. Cevap, 'Ben Allah' tanımıyorum, dine inanmıyorum' olursa bunlar hemen yine gözü kapalı olarak binadan çıkartılırlar. Bir daha da gelemezler. Allah'a inanmayan, dini tanımayan insan mason olamaz. Ama sadece kendi dinine değil, Allah'ın birliğine inanan, her dine saygı göstereceksin. Zaten müslümanlığın şartı da bu değil mi? Biz, her dine saygılıyızdır.

Çölaşan: Şimdi de devam ediyor mu masonluğunuz?

Simavi: Efendim masonluğum şöyle devam ediyor... 'Uyumamak' için aidatlarımı ödüyorum. Ödemediğim takdirde uykuya geçmiş olurum.

Çölaşan: Uykuya geçmek? Yani o zaman üyeliğiniz askıya mı alınıyor?

Simavi: Evet, askıya alınıyor. Masonlukta atılma diye bir şey yoktur. Ama beni masonluktan soğutan olaylardan biri, Demirel meselesi olmuştur. Süleyman Demirel masondu. Hem de üstadlığa kadar çıkmış bir masondu.

Çölaşan: Üstadlık nasıl oluyor?

Simavi: Girersin önce 'Çırak' olursun... Bir yıl sonra 'refik' olursun. Ondan bir yıl sonra 'üstad' olursun. Sonra da locanın 'üstad-ı muhterem'i olursun. Ben üçüncü senede üstad-ı muhterem, dördüncü sende İstanbul Locası Başkanı oldum. O sırada diyelim ki 2 bin 200 kadar mason vardı. İşte bunlardan 1800'ünün başı ben oldum. Çok inandığım bir şeydi masonluk. Çok zevk alırdım, çok da çalışırdım. Orada çok şeyler öğrendim. İlk kopmam Demirel'in AP Genel Başkanı olacağı zaman, mason olmadığını belirten bir belge istemesiyle başladı... Bu mektup kendisine verildi.

Çölaşan: Peki niçin veriliyor?

Simavi: Masonlukta bir adet vardır. 'Benim mason olmadığımı belirten bir belge verin' diyen insana o belge verilir. O sırada Ankara'da ikinci büyük üstat ya da mason tabiriyle 'kaymakam' Necdet Egeran'dı. Egeran, mobil Şirketi'nin ileri gelenlerinden... Bu belgeyi Demirel'e verince bizim masonlar ikiye ayrıldı. Çünkü her yerde olduğu gibi orada da CHP ve AP taraftarları vardı. Ben de maalesef AP tarafında kaldım.

Çölaşan: Niçin?

Simavi: Çünkü sevdiğim arkadaşlarım vardı o tarafta. Kaldım ama soğudum. Devam etmemeye başladım. Yoksa Demirel resmen masondur. Buna benzer bir belge olayı benimö de başıma geldi. Ben kendi locamın üstadı muhteremi iken locamda bir üstad vardı, şimdi ismini hatırlayamayacağım bir musevi arkadaş. Bir rum kızıyla evlenmeye kalkmıştı. Kızın ailesi de 'Biz masona kız vermeyiz' diye diretiyordu. Geldi çocuk benden rica etti, bir mektup istedi. Ben de altına kendisine mason olmadığı yolunda belge yazdım. Altına da bastım imzayı! Sonra bunlar evlendiler. Bana da gelip mason nikahı kıydırttılar.

Çölaşan: Az önce, bizde adettir, isteyene veririrz dediniz. Nitekim de vermişsiniz. O halde Demirel'e verilen belgeye niçin kızdınız?

Simavi: Ama şekerim birinin sebebi evlenmek için, öbürünün sebebi bütün Türkiye'ye kendisini mason değilmiş gibi tanıtmak için. Arada büyük fark var.

Çölaşan: Erol bey, siz burada mason olduğunuzu açıkça itiraf ettiniz. bundan sonra belge isteseniz de vermezler size.

Simavi: Allah korusun, ben politikaya atılacak olsam belge alabilirdim. Ama yoo alamazdım. Çünkü ben, İstanbul Vilayeti'nde tescilli, kayıtlı bir masonum. Böyle bir belge zaten alamazdım.

Çölaşan: Niçin alamazdınız?

Simavi: Maalesef mason kardeşlerimizin bazı korkak tarafları vardır. Mesela ben İstanbul Locası Başkanlığına seçimi kazanarak gelmiştim. Bir de altı yedi kişilik yönetim kurulum vardı. Mason Cemiyeti, Cemiyetler Kanunu'na tabidir adı da Türkiye Yükseltme Cemiyeti'dir. Doğal olarak vilayet makamına yöneticilerin isimleri bildirilir. Benden önce herkes korkarmış, ismini bildirmek istemezmiş. Onun için he zaman iki yönetim kurulu seçilirmiş. Birincisi, isimleri vilayetten gizli tutulan gerçek yönetim kurulu, öteki vilayete ismi bildirilen göstermelik yönetim kurulu. Bildirilen isimlerin hepsi 70 - 80 yaşlarında, hiç ilgisi olmayan kişiler olurdu. Onlar kendilerini feda edip isimlerini verirlermiş.

Çölaşan: Diğerleri, açığa çıkmamak için vermiyorlar öyle mi?

Simavi: Evet... Yahu ben buraya seçimle gelmişim. Ne demek gizlenmek? Başvuruda bulunacağımız zaman kalktım 'ben şakır şakır ismimi veririm ayıp bir iş yapmıyoruz ki' dedim... Etrafıma baktım 'aranızda vermek istemeyen var mı?' diye sordum. Biri çıktı gayet iyi mevkideydi. Sonra bakan falan da oldu. Şöyle durdu: 'Çok ayıp olur' dedi, bastı imzayı. Böylece biz vilayette tescilli mason olduk. Artık belge alsam da işe yaramaz!


[Alıntı]: Dünya'da ve Türkiye'de Masonluk ve Masonlar / İlhami Soysal / 6.Basım / Sayfa: XXVII - XXX

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 19-04-18, 09:08 #24
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Sultan V.Murad‘ın Masonluğu

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere V.Muradın Nasıl mason olduğunu ve yaşanan olayı anlatacağım...Sultan V. Murad iyi eğitim almış, Batıyla ünsiyet kesbetmiş bir şehzadeydi. Sultan Abdülmecid‘in büyük oğlu olması hasebiyle tahtın en büyük varisçisiydi. Hatta bu yüzden pek çok evlilik yapmış kırktan fazla çocuğu olmuş olan babası Sultan Abdülmecid daha 38 yaşında hastalıkla pençeleşip acılar içerisinde kıvranırken, onun yerine geçme hayalleri kurmuştu. Bu nedenle babasının kendisini değil de amcası Sultan Aziz‘i tahta varis yapmasına pek öfkelenip, sindiremediği pek çok kaynakta doğrulanmaktadır. Yine bu doğrultuda Abdülhamid‘in hatıratında babaları hasta iken ona çok kızıp, hastalığı sırasında hiç ziyaret etmediği, onun davetlerine aldırmadığı anlatılır. Amcası Sultan Abdülaziz‘in on beş yıllık saltanatı sırasında kendisini tahta hazırladığı, tahta geçmek için bazı girişimlerde bulunduğu yine kaynaklarda belirtilir.

Fakat gelin görün ki, Şehzade Murad‘da, Ispartalı Eşekçibaşı Ahmed‘in oğlu olan Hüseyin Avni Paşa ve avanesi diğer paşaların amcası Sultan Aziz‘i korkunç bir şekilde katlettikleri haberi akıl hastalığına varan ciddi korkular uyandırır. Tahta geçse de kendinde değildir. Nitekim taht süresi de 93 günle sınırlı kalır. Tahtan indirilip yerine Sultan II. Abdülhamid, Padişah olur. Sultan V. Murad‘da ömrünün sonuna kadar Çırağan Sarayı‘nda hapis hayatı yaşar ve orada vefat eder.



Sultan Murad‘ın kötü bir hususiyeti de Mason locasına üye olmasıdır. Bu nedenle Sultan II. Abdülhamid‘in tahtan indirilmesi için iki kez girişimde bulunulur. İlk girişim Ali Suavi tarafından gerçekleştirilir. İhtilalcı Ali Suavi de daha sonra adı "Yedi Sekiz Hasan Paşa"ya çıkacak olan bir asker tarafından baskın sırasında başına yediği odun parçasıyla öldürülür ve V. Murad‘ı tekrar tahta çıkarmak için başlatılan isyan bastırılır.

Ne var ki, V. Murad ve çevresindekiler tekrar onu tahta çıkarmak sevdasından bir türlü vazgeçmezler. Bu kez Masonların desteğinde başka bir girişimde bulunurlar. Annesi Ferahfeza Sultan bu girişimin öncülüğünü yapar. Sultan Murad‘ın kız kardeşi Seniha Sultan da, anne Sultan‘ın en büyük destekçisidir.



V. Murad‘ın daha şehzade iken onun en büyük sırdaşının Seniha Sultan olması Ağabeyi Murad‘ı tahta çıkarmak için bir başka amildir. Şehzade Murad, Mason olduğunu ve Masonluğun mahiyetini hanedan azasından olan kardeşi Seniha Sultan‘a bütün teferruatıyla anlatmaktan kaçınmamış olması aradaki yakınlığı ve güveni göstermesi açısından oldukça önemlidir.

İşte Sultan Murad‘ın annesi Ferahfeza (Şevk-efzâ) Sultan ve bacısı Seniha Sultan (Adliye Nazırı Damat Mahmud Paşa‘nın eşi) ittifak ederek sabık sultanı tekrar tahta çıkarmak için işbirliği edip yola çıkarlar. Gerisini Mustafa Ragıb Esatlı‘dan dinleyelim:

"O sırada milletlerarası Mason localarının İstanbul Locası reisi ve Türkiye Masonlarının Üstad-ı azamı Kleanti Skalari adında biri idi. Rum ve İtalyan kanının birleşmelerinden doğan bu adam, Veliahd Murad Efendi‘nin Mason olmasına delalet etmiş ve bu suretle milletlerarası Mason teşkilatı ilk defa Osmanlı İmparatorluğu hükümdar ailesi arasına sokulacak ilk adımı atmıştı.



"Veliahd Murad Efendi Mason olunca, bu milletlerarası Mason teşkilatı için pek sevindirici bir hadise olmuştu. En büyük İslâm devletinin müstakbel padişahının bahusus "Halife" unvanı taşıyacağı -manen- İslâmların dinî reisi sıfatını haiz bulunacak bir hükümdarın Mason olması, Masonluğun ve Masonların küfürle, dinsizlikle itham edilemeyeceği muhakkaktı. Hatta Müslümanların daha az tereddütle Masonluğa rağbet edecekleri tahmin ediliyordu. Bunun için Sultan Murad‘ın cülûsu milletlerarası masonlukta derin sevinçlere sebep olmuş, birkaç gün sonra şuurunun bozup da üç ay nihayetinde hal‘ edilmesi de büyük keder ve teessüflere vesile vermişti.

"Milletlerarası Masonluğun en büyük merkezi İngiltere‘de bulunduğundan ve İngiliz devlet adamlarından birçoğu da Mason olduklarından Türklerden Mason olanlarda da Veliahd Murad Efendi padişah olursa Osmanlı - İngiliz münasebetlerinin bir kat daha iyileşeceğini ve İngiltere‘nin Osmanlı İmparatorluğu‘na karşı çok dost politika takip edeceğini düşünerek parlak ümitler besliyorlardı.



"İşte Sultan Murad‘ın saltanat makamına geçmeden evvel gerek memlekette, gerek memleket dışında hâkim olan bu fikirler, şimdi (Sultan Abdülhamid‘in Adalet Bakanlığını yürüten Damat Mahmut Paşa‘nın karısı ve V. Murad‘ın küçük kız kardeşi) Seniha Sultan‘ın zihnini kurcalıyordu. Herhâlde Türkiye‘deki Masonların reisi Kleanti Skalari veliahdlığından beri pek dostu bulunduğu Sultan Murad‘ın tekrar padişah olmasını en çok isteyenlerden biri idi. Bu adam, Türkiye Masonluğu dolayısıyla Avrupa Mason teşekküllerine, bilhassa İngiliz Masonluğuna dayanarak Sultan Murad lehinde başta İngiltere olmak üzere bazı devletlerin yardımını temin edebilirdi. Vaziyeti böyle mütalaa eden ve Sultan Murad‘ın tekrar cülûsu için bu sefer yapılacak teşebbüsün muvaffak olacağını sanan Seniha Sultan, fikrini Sultan Murad‘ın annesi Ferahfeza Sultan‘a da telkin ederek muvafakatini almıştı. Şimdi de Kleanti ile temas etmek ve Masonlar reisinin bu husustaki mütalaasını sorarak ne dereceye kadar yardım edeceğini anlamaktan ibaretti. Seniha sultan, padişahtan korktuğu ve o devirde bir İslam kadınının yabancı bir erkekle hususiyle bir Hıristiyan‘la görüşmesi caiz olmadıktan başka böyle bir hâl hünkârı da kuşkulandıracak ve büyük bir tehlike doğurabilecek mahiyette idi. Diğer taraftan Seniha Sultan, yine padişahtan çekindiği için Çırağan Sarayı‘na gidemiyordu. Nitekim Kleanti Skalari‘nin ve Masonların yardımından istifade etmek fikrini de Sultan Murad‘ın annesine, bir kandil günü ziyaretinde bir fırsatını bulup valide sultana açabilmişti.

"Masonluk Türkiye‘de henüz yeni kurulmuş bir cemiyet olduğundan -kapitülasyonların temin ettikleri masuniyetten istifade eden- ecnebi nüfuz ve himayesi altında bulunuyordu. Mason locası Beyoğlu‘nda, Boğaz‘ın bazı yerlerinde ecnebi tebaasından olan kimselerin müessese veya evlerinde toplantılara devam ediyordu. Mason locasına intihap eden Türkler de bin bir kayda ve ihtiyata riayet ederek gayet gizli bir surette locanın toplantılarına iştirak ediyorlardı. Bu itibarla Türk tebaasından olmayan Kleati Skalari Osmanlı zabıtasının takibatı dışında kalarak istediği gibi hareket etmekte serbest bulunuyordu. İstanbul‘daki masonları da bir araya getiren adamdı.

"Bunu düşünen Seniha sultan, masonlar cemiyeti reisi ile -Sultan Murad lehine- gizlice temas edecek becerikli, aklı başında ne söylediğini bilir"* adamlar bulup, temaslarını sürdürür. Mason liderleriyle anlaşır. Anne Sultan amacına ulaşıp oğlunun tahta çıkması için hiçbir fedakârlıktan çekinmez. Mason teşekkülüne büyük bir kutu dolusu mücevher göndererek yardımda bulunur.



Fakat tüm bunlar gizlilik içinde olup biterken hesap etmedikleri tahta bulunan Sultan II. Abdülhamid‘in istihbarat teşkilatı vardır. Dolmabahçe Sarayı‘nda ikamet etmek yerine Yıldız Sarayı‘nı tercih eden Sultan Abdülhamid‘in, Çırağan Sarayı‘ndaki uçan kuştan dahi haberi vardır. Olayı açığa çıkarır, failleri yakalar. Masonların reisini batı kamuoyununu endişelendirmemek için dokunmaz, fakat gerekli önlemleri alır, masonlara göz açtırmaz. Ana ve kız sultanları, sorgulayıp bırakır. Çırağan Sarayı bütünüyle kıskaca alınır. Sabık Sultan Murad‘ın 1905 yılında 29 yıl süren vefatına kadar bu durum devam eder. Masonlar tekrar pusuya yatarlar. İkbal günleri yakındır. Nitekim Sultan Abdülhamid hal‘ edildikten sonra artık Osmanlı Paşaları nezdinde Masonlarının itibarı arttıkça artar... Bu artış beraberinde on yıllık bir süreçte altı yüz yıl devam eden İmparatorluğun sonunu getirir...[Alıntı]

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 20-04-18, 09:25 #25
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Basında masonlar ile ilgili araştırmalar



Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere Basında masonlar ile ilgili araştırmaları aktaracağım... Masonlar giz perdesini araladı 2 yıl önce ilk kez kapılarını basına açan masonlar, şimdi de internet sitesinde amaçlarını, ilkelerini açıkladı.Türkiye ve dünyadaki ünlü masonları deşifre etti ama sadece hayatta olmayanları...

''04.11.2005 Cuma 04:11 Güncellenme: 04.11.2005 04:11 Levent İÇGEN Yüzyıllar boyu masonluk hep bir sır perdesinin arkasında kaldı... Masonluk nedir, amaçları nelerdir, nasıl çalışırlar, hiçbir zaman tam olarak bilinemedi. Böyle olunca da masonlar gizli bir takım hedefler peşindeki pek de tekin olmayan insanlar topluluğu olarak zihinlere kazındı. Ülkemizde 1909 yılından beri faaliyet gösteren Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası bu 'sır perdesini' aralamak üzere bir internet sitesi kurdu. mason.org tr. adresli sitede, masonluk hakkında merak edilen tüm sorulara yanıt veriliyor. Türk masonlarının lideri Kaya Paşakay, "Gizli olmak, gizemli kalmak gibi bir amacımızın olması ne mümkün, ne de gereklidir" diyerek, masonluk hakkında doğru bilgileri vermeyi hedeflediklerini belirtiyor. İşte masonların tarifiyle masonluk:

Masonluk nedir?
Günümüzdeki masonluk, Rönesans ve reform süreçlerini izleyen aydınlanma çağında kurulmuş; akılcılık, bilimsellik ve insanlığın oluşumundan bu yana ortaya çıkarak, insanlığın gelişimine ve bilgi birikimlerine katkıda bulunmuş bir kültür ve fikir üst yapı kurumudur.

Amaçları neler?
Semboller ve alegoriler aracılığı ile aşıladığı yüksek ahlâk ilkeleri ve erdemleri özümletmeye çalışarak, olgunlaşmalarına yardımcı olduğu üyeleri masonlarla, dünyada din, dil ve ırk ayırımı olmaksızın tüm insanların eşitlik ve barış içinde kardeşçe yaşayacakları bir sevgi düzeninin kurulmasını sağlamaya çalışmak. Masonluk, bu ülküsünü insanlık Mabedi inşası olarak tanımlar.

Nasıl mason olunur?
Yeni üyelerin, yasa ve tüzüklerde belirtilen niteliklere uygun, Allah'a inanan, hür, belli bir kültür seviyesine sahip, aydın, çevrelerinde iyi tanınan, iyi ahlaklı, namuslu, dürüst, şerefli ve çalışkan kişiler olmalarına özen gösterilir. Bu nedenle adaylar özenle incelendikten sonra dernek üyeliğine kabul edilirler.

Mason eşinin sıfatı 'Hemşire'dir. Bir adayın masonluğa kabul edilmesi için eşinin rızası şarttır. Masonların 18 yaşını doldurmamış erkek çocukları için yılda bir kere masonluğu tanıtıcı özel toplantılar yapılır.

Allah inancı olmayan giremez
Masonlar ilkelerini şöyle sıralıyor:

* Masonluk, Allah'a inanan bir Kardeşlik Kurumu'dur.

* Tüm insanlar için ortak bir insanlık Ülküsü'nün gerekliliğini kabul eder. Bu ülkünün gerçekleştirilmesi için şu noktaları önemli sayar: Sevgi, saygı ve hoşgörü, insanın temel hak ve özgürlüklerine saygı, hak ve vazife eşitliği, evrensel kardeşlik, bilimsel gelişme.

* Masonluk, vicdan, inanç ve düşünce özgürlüğünü temel bir hakkabul eder.

* Masonlar, vatandaş olarak ülkelerinin yasalarına uymak ve vatanlarına sadakatle hizmet etmek zorundadır. Masonlar için, ülkelerinin bağımsızlığı kutsaldır.

* Masonlar, Loca adı verilen birimler halinde çalışırlar. Loca, tarafsız ve huzurlu bir ortamdır. Localarda din ve politika tartışmaları yapılamaz.

* Masonluk, üyeleri arasında din, mezhep, ırk, dil, inanç, unvan ve makam ayrımı yapmaz. Hiçbir inancı ve ülküsü olmayanları arasına kabul etmez.

* Masonun amacı her bakımdan gelişmiş bir insan olmaktır.

* Masonluk, hiç kimseyi mason olması için zorlamaz. Mason sıfatını kazananlar, istedikleri an üyelikten ayrılabilir.

Masonluk siyonist bir gizil örgüt mü?
Hayır. Masonluk Siyonist bir kuruluş değildir. Yahudilikle ve Yahudilerle hiçbir ilgisi yoktur. Siyonizm, Masonluğun kuruluşundan çok sonra ortaya çıkmış bir olgudur. Masonik semboller Hz. Süleyman tarafından inşa edilen mabedin yapımına ilişkin efsanelere dayandığından, masonluğun Yahudi kuruluşu olduğu sanılır. Hristiyan dünyasında, piskoposlar ve rahipler; İslâm dünyasında şeyhülislâm, imam ve diğer önemli din önderi masonlar vardır.''

KAYNAK: Vatan Gazetesi

Saygılarımla...

Mesajı son düzenleyen Eru Iluvatar ( 20-04-18 - 09:27 )
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 21-04-18, 09:01 #26
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C:Masonlukta "3" sayısı (üçleme)" 7"sayisi ve derecelendirme

Merhabalar Arkadaşlar bugün sizlere derecelendirme sistemlerini Alıntılar eşliğinde aktaracağım...Derece Sistemi Masonluğun en önemli üç derecesi, 1., 2. ve 3. derecelerdir, Usta Mason olunduktan sonra alınan dereceler felsefidir. Daha da önemlisi, Masonlukta gelebileceğiniz en yüksek derece "Usta Mason"dur. Masonluğun asil dereceleri ilk üç derecedir. Sonuçta GERÇEK Masonluk budur. Ancak İskoç riti gibi Masonik kollarda mevcuttur ve Masonik egitimi pekistirmeye cok buyuk ölçüde yardımcıdır.



MASONLUK DERECELERİ 1.Derece:Çırak 2. Derece: Kalfa 3. Derece: Usta4. Derece: Ketum Üstat 5. Derece: Mükemmel Üstat 6. Derece: Sır Kâtibi 7. Derece: Nazır 8. Derece: Bina Emiri 9. Derece: Dokuzlar’ın Seçilmiş Üstadı 10. Derece: Onbeşler’in Seçilmiş Üstadı 11. Derece: Yüce Seçilmiş Şövalye 12. Derece: Üstat Mimar 13. Derece: Solomon Krallığı’nın Şövalyesi 14. Derece: Yüce Üstat (Kutsal Kubbe Büyük Seçilmişi) 15. Derece: Doğu Şövalyesi (Kılıç Şövalyesi) 16. Derece: Kudüs Prensi 17. Derece: Doğu ve Batı Şövalyesi 18. Derece: Salipverdi Şövalyesi (Güllü Haç Şövalyesi) 19. Derece: Büyük Pontif (Yüce İskoçyalı) 20. Derece: Düzenli Locaların Büyük Saygıdeğer Üstadı 21. Derece: Prusya Şövalyesi 22. Derece: Lübnan Prensi (Krali Balta Şövalyesi) 23. Derece: Sır Sandığı Başkanı 24. Derece: Sır Sandığı Prensi 25. Derece: Tunç Yılan Baş Şövalyesi 26. Derece: İskoçyalı Papaz (İnayet Prensi) 27. Derece: Kudüs Tapınağı’nın Hakim Amiri 28. Derece: Güneş Şövalyesi 29. Derece: Saint Andre Büyük İskoçyalısı 30. Derece: Seçilmiş Büyük Kadoş Şövalyesi 31. Derece: Büyük Müfettiş Kumandan 32. Derece: Kutsal Sır Yüce Prensi 33. Derece: Büyük Genel Müfettiş



Yedi sayısının Masonlukta özel bir önemi vardır. Pisagor ekolünde olduğu gibi, Masonlukta da, yedi kollu şamdanla sembolize edilen bu sayı, yedi gezegeni veya evrenin yedi temel unsurunu remzetmektedir.



Yedi gezegenin herbirine Masonluk simgesel birer anlam yüklemiştir. Gezegenlerin herbiri, Tanrısal inancın, umudun, şefkatin, iradenin, ihtiyatın, namusun ve adaletin sembolüdür. Ayrıca, 7 sayısının, yedi doğal renk ve yedi nota ile, ilahi iradenin de ifadesi olduğu belirtilmektedir.

Bir diğer Masonik sembol 3 sayısı ve üçlemelerdir. Masonluk'ta herşey adeta 3 sayısı ve üçlemeler üzerine inşa edilmiş gibidir. Masonluk için 3. derece olan Üstad derecesi en önemli derecedir ve öğretinin bütün sırlan bu derecede gizlidir. Bu nedenle Üstadlığa ulaşan bir Mason olgunluğa da ulaşmış demektir. Daha önce de belirtildiği gibi, sadece daha ayrıntılı bir inceleme yapmak ve öğretiyi daha derinlemesine incelemek isteyen Masonlar yukarı derecelere devam edebilirler. Bu bir zorunluluk değildir.





Bir loca üç temel sütun üzerinde yükselir. Bunlar, Güzellik, Kuvvet ve Akıl sütunlarıdır. Yemin masasının üstünde, Gönye, Pergel ve Kutsal Kitaplar bir üçleme oluşturur. Locayı Üstadı Muhterem ve onun iki yardımcısı, yani üç kişi yönetir. Locada mutlak iradeyi temsil eden Üstadı Muhteremin sembolü, hemen arkasındaki üçlü ışıktır. Yine doğuda, Ay, Güneş ve Üçgen İçindeki Göz sembolleri de bir diğer üçlemeyi oluşturur.



Pisagor öğretisinde 10 sayısı mükemmelliğin, yani tanrı ile özdeşleşmiş Kamil İnsan'ın sembolüdür. Masonlukta da, inisiyeyi mükemmelliğe ulaştıran, öğretinin en üst düzey sırları üçün on katı olan 30. derecede verilir. Ayrıca Masonluktaki en üst derece 33. derecedir ve her Yüksek Şura'da sadece 33 kişiye bu derece verilmektedir.



3 sayısı ve üçleme, Masonlukta daha birçok yerde kullanılmaktadır. Buna bir örnek olarak Masonik Alfabeyi verebiliriz. Alfabe ve anahtarı şöyledir: (8)
ABD Güney Jüridisiyonu Yükek Şurası Hakim Büyük Amirlerinden Albert Pike, "Masonluğun bütün savı, ruhun sonsuz Tanrı varlığının bir kıvılcımı olduğu ve bu nedenle, ölümsüz olduğudur. İnsanda, Tanrısal nesnenin insani nesne ile birleşmiş olduğu söylenebilir" demektedir. Hermes de binlerce yıl önce, "İnsan varoluşun aynası ve özetidir. Aşağıda olan da yukarıda olan gibidir. Evren ise, büyük çapta bir insandır. İşte birlik mucizesi budur" dememiş miydi?



GÖNYE – PERGEL BEŞ KÖŞELİ YILDIZ

Kaynakça

1-BOUCHER Jules-Naudon Paul- "Masonluk Bu Meçhul" - Okat Yayınevi-İstanbul 1966-Sf. 123
2- ERMAN Sahir - "Dante ve İlahi Komedyanın Ezoterik Yorumu" Yenilik Basımevi- İstanbul 1977 - Sf. 11
3- ÜLKÜ Faruk, YAZ1CIOĞLU A. Semih- "Dünyada ve Türkiye'de Masonluk" - Başak Yayınevi - İstabul 1965 - Sf. 129
4- NAUDON Paul - "Tarihte ve Günümüzde Masonluk" - Varlık Yayınları -İstanbul 1968-Sf. 139
5-Naudon P.-İe-Sf. 121
6- Ülkü F. - Yazıcıoğlu A.S. - İe- Sf. 190
7-Naudon P.-İe-Sf. 150
8- Boucher J. - Naudon P. –İe- Sf. 170

Okuduğunuz için Teşekkür Ederim...

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 22-04-18, 13:18 #27
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Bir Mason Locasının Görevlileri - 1

Merhabalar bugün sizlere mason locasının görevlerini alıntılar eşliğinde aktaracağım...

Bir locada “görevli” olarak seçilmiş her masonun loca toplantısında, içlerinden kimisinin hem toplantıda hem toplantı dışında yapması gereken işler vardır.

Loca görevlilerinin temel görevlerinin, yetki ve sorumluluklarının neler olduğu her büyük locanın tüzüklerinde belirtilmiştir. Burada bunları uzun uzadıya sıralayıp ayrıntılara girmeyeceğim. Benim asıl yapmak istediğim tüzüklerde belirtilmeyen noktalara değinmek…

Bundan böyle sadece loca görevlilerinden söz edeceğim için her keresinde “loca görevlisi” demeyeceğim. Büyük locanın görevlilerini (büyük görevlileri) belki bir başka başlık altında inceleriz. Bu başlıkta “görevli” dediğimde bunu “loca görevlisi” anlamında alalım lütfen.

Batı dillerinde Türkçede “görevli” denilen bir mason için dilimizde “memur” anlamına gelen bir sözcük kullanılıyor. Türk Masonluğu’nda bu terim hiç kullanılmamış. Eskiden “vazifedarlar” denirmiş.

Şimdi bu bölümde bakalım bir locada 10-15 kişiden oluşan bu görevliler genel olarak ne yapıyor.

Bunlardan birçoğunun (hepsinin değil) görevli olmayan diğer loca üyelerine oranla yapması gereken bir iş var. Toplantının yapılacağı gün, başlayacağı saatten mutlaka daha erken gelmek… Bu “daha erken” deyişi elbette göreli olduğu kadar esnek de… Dana erken ama ne kadar erken olduğu toplantının o günkü gündemine bağlı. Özellikle bir tören yapılacaksa elbette daha erkenden daha erken.

Bu süre içinde her biri toplantıda kendi görevi ile bağlantılı olan hazırlıkları yapar. Herhangi bir aksama olmaması için gereken önlemleri alır.

Ne gibi aksaklıklar olabilir?

Örneğin toplantı sırasında mutlaka kullanılması gereken bir ışık yanmıyor; ampulü gitmiş. Şayet bu toplantı sırasında hele bir ritüelik uygulama esnasında far edilecek olursa çok geç… Diyeceksiniz ki «Peki ama o ampul tam o esnada güme gidemez mi?» Olabilir ama o zayıf bir olasılık; kötü şans.

Hazır ışıktan söz etmişken aklıma gelen bir başka nokta daha var; özellikle bizim ülkemiz için geçerli. Tam toplantı sırasında elektriğin kesildiğini düşünün. Olamaz mı? Eğer lokalde bir acil jeneratör yoksa ya da mabette, elektrik kesilince otomatik olarak devreye giren bataryalı bir aydınlatma sistemi bulunmuyorsa, elektrik kesildi diye o anda toplantıya son mu verilecek? Yoksa gelsin diye karanlıkta oturup bekleyecekler mi? Hiçbiri değil. En azından mum kullanırlar. Bu Masonluğun çok eski geleneklerine de uygun olur hem. Demek ki yeteri sayıda mum ve bunları yakmak için çakmak ya da kibrit de hazır olmalı. Mum yerine bataryalı ya da gazlı lambalar da kullanılabilir elbette. Bana sorarsanız mum daha iyi; daha romantik…

Elektrik kesilmesi olasılığına karşı önceden bir önlem alınması aşırı uçtan bir örnekti. Ötekiler daha basit. Toplantıda kullanılacak tüm araç ve gereçler (Masonlukta bunlara avadanlık da deniyor) hazır mı? Eksik varsa, toplantının başlama saatinden önce giderilmeli. Dolayısıyla her görevli kendi sorumluluk alanında olanları gözden geçirir.

Toplantıya başlamak üzere mabede geçmeden kısa bir süre önce yapılması gereken bir diğer hazırlık daha var… Görevlilerin hepsi gelmiş mi? Bu kontrol locadaki birinci ya da ikinci nazır tarafından yapılması gereken bir iş. Önemli de… Çünkü bir görevlinin önceden durumunu bildirmeksizin gelmeyişi ya da geç kalışı nedeniyle toplantının başlaması geciktirilemez. Böyle bur durumda birinci ya da ikinci nazır bir diğer loca üyesine geçici olarak görevlendirir. Elbette o görevlinin bir yardımcısı varsa öncelikle onu... Bu bağlamda en kritik görevli de üstad-ı muhterem yani locanın başkanı. Belki onun için biraz beklenir ama “biraz”. Üstad-ı muhterem hiç gelmese bile toplantı yapılabilir. Dolayısıyla çok gecikmesi durumunda da toplantıya başlanır.

Bir locanın görevlilerinin listesini daha önce bir başka başlık altında vermiş miydim acaba?

Anımsamıyorum. Aramak da istemiyorum. Bir kez daha listelesem ne olur ki?

Üstad-ı Muhterem (Saygıdeğer Üstat)
Önceki Üstad-ı Muhterem [Bazı büyük localarda görevlilerden biri sayılmıyor.]
Birinci Nazır;
İkinci Nazır;
Sözcü (Hatip / Yasalar Sözcüsü)
Sekreter (Yazman).
Hazine Üstadı (Hazine Emini)
Yardım Üstadı (Hasenat Emini)
Muhakkik (Soruşturucu)
Tören Üstadı (Teşrifatçı) [Bazı uygulamalarda 1. ve 2. Tören Üstadı olmak üzere iki görevli]
İç Koruyucu (Dahili Muhafız)
Dış Koruyucu (Harici Muhafız / Gözcü)
Müzik Yönetmeni ya da Görevlisi
Ziyafet Memuru ya da Şölen Görevlisi
Sancaktar [Bazı uygulamalarda böyle bir görevli yok.]
Kutsal Kitap Görevlisi ya da Emini [Bazı uygulamalarda böyle bir görevli de yok.]

Elbette locanın boyutuna göre bir de bunlardan kimilerinin yeterli sayıda yardımcısı.[ALINTI]

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 22-04-18, 13:28 #28
Galio Galio çevrimdışı
Varsayılan C: İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

Elinize Sağlık.

bir ara bunlara epey bi kafayı takmıştım araştırdım her yerden filan sonra iş olmadıgını ögrendim bıraktım sıkıntılı benim açımdan
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 22-04-18, 17:10 #29
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

Alıntı:
Gerçek Mesajı Gönderen Galio Mesajı Göster
Elinize Sağlık.

bir ara bunlara epey bi kafayı takmıştım araştırdım her yerden filan sonra iş olmadıgını ögrendim bıraktım sıkıntılı benim açımdan
Teşekkür Ederim

Aynen bende Sitelerinden ve bir kaç olaylardan paylaşıyorum Her Şey yazdığım için bırakamıyorum ama gizemli bir örgüt
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 22-04-18, 20:12 #30
sosyalci139 sosyalci139 çevrimdışı
Varsayılan C: İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

Bu tip örgütleri sadece ezoterik örgütler olarak görmeyin. Aynı zamanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik güç odaklarıdır
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 22-04-18, 20:27 #31
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

Alıntı:
Gerçek Mesajı Gönderen sosyalci139 Mesajı Göster
Bu tip örgütleri sadece ezoterik örgütler olarak görmeyin. Aynı zamanda siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik güç odaklarıdır
Aynen öyle siyasi güçleri çok fazla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 22-04-18, 21:06 #32
sosyalci139 sosyalci139 çevrimdışı
Varsayılan C: İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

Alıntı:
Gerçek Mesajı Gönderen Eru Iluvatar Mesajı Göster
Aynen öyle siyasi güçleri çok fazla...
Bir çok ülkede (Türkiye de dahil) yapılan darbelerin finansörleridir bu örgütler
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 23-04-18, 08:36 #33
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: İlluminati ve Masonluk ile İlgili Her Şey

Alıntı:
Gerçek Mesajı Gönderen sosyalci139 Mesajı Göster
Bir çok ülkede (Türkiye de dahil) yapılan darbelerin finansörleridir bu örgütler
aynen öyle de Türkiye de masonlar o kadar büyük çaplı iş yapamıyor... Bunları Skoç Riti masonları yönetiyor... Ve gizli işlerinide başka riti deki üyeler yürütüyor... hepsi de birbirinden bağımsız iş yürütse de aslında hepsi tek bir amacı var dünyayı evrensel hale getirip tek devlet yapmak... Ütopik şekilde yaşamak..
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 23-04-18, 08:43 #34
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Masonluğa Girilirken Kefillik

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere Bir alıntı eşliğinde kefilliğin nasıl olduğunu aktaracağım...
''Hani dilimizde bir deyiş vardır “İşin yoksa tanık ol, paran çoksa kefil ol” diye.

Masonluktaki kefilliği de biraz buna benzetebiliriz. Anlatımında Sayın Mysticprovacateur’un dediğini bir mason için bir başka biçimde yorumlarsak şöyle diyebiliriz: “Güveniyorsan kefil ol.”

Bu güvenme kime?... Masonun hem kendisine hem de önereceği kişiye…

Ne bakımdan?.... Her bakımdan.

Uygulamada öyle mi oluyor?... Hayır. Ne yazık ki kimi zaman güvenilen dağlara kar yağıyor. Öyle ki, kimi zaman bir bakıyorsunuz o öneren, kefil olan kişi Masonluk ile pek de bağdaşmayan tutum ve davranışlarda bulunmuş ya da Masonluktan ayrılmış. Onun da bir kefili vardı elbette.

Aslına bakılacak olursa “öneren” ile “kefil” birbirinden ayrılmalı. Hani bir hariciyi bir locaya mason olması için iki kişinin önerdiğini biliyoruz ya… Aslında çoğu kez bunlardan biri “önerici”, ötekisi öneriye katılan yani “kefil”. Ancak bu bir sözcü oyunu sayılabilir. Bir bakıma ikisi de kefil.

Eskiden uygulanan, bazı yerlerde uygulanması sürdürülen bir yöntem var. Şöyle: Bir locaya önerilmiş bir adayın adı ve kimlik bilgileri loca üyelerine açıklanıyor. Sonra katılanlara söz veriliyor. İşte o zaman, o önerici var ya, söz istiyor ve önerilen kişiye ilişkin ayrıntılı bilgi veriyor. Sonra, o kefil var ya, o da söz istiyor ve öneriyi desteklediğini yani kefil olduğunu belirtiyor. Kime kefil? Önerilen adaya mı? Hayır, önerene kefil.

Bununla birlikte görenekler uyarınca hep öneren kefil sayılır.

Peki bunun ritüelik yansıması nasıl?

Biliyorsunuz, forumda ritüelik ayrıntılara giremeyiz ama şunu söylememizde hiç de sakınca olmadığı görüşündeyim.

Masonluğa Kabul Töreni’nin bir aşamasında Üstad-ı Muhterem, harici ile bağlantılı olmak üzere sorar “Ona kefil olan var mı?” ya da “Ona kim kefil oluyor?” gibisinden… Şimdi buna yanıt vermek gerek. Kim yanıt verir? Onu önermiş olan ya da yukarıda değinmiş olduğum kefil mi? Hayır. Bu bir ritüelik işlem. Burada kefil olan kişi genellikle bir locanın görevlilerinden şu “Muhakkik” ya da “Soruşturucu” unvanını taşıyan kişidir. (Yanlış bir görev unvanı bu aslında ama onun üzerinde durmayalım.)

Böylece, usulen ya da aslına uygun bir iş mi yapılmış oluyor?

Hayır… Bunu anlamak için tören öncesine gitmek gerekir.

Masonluğa Kabul Töreni’nin yapılacağı gün, önericisi adayı alıp bu törenin yapılacağı yere getirir. Orada onu törenin sonuna kadar geçerli olmak üzere işte o görevliye teslim eder. Bundan sonrasına karışmaz. Dolayısıyla işte o görevli de ritüelin bir gereği olarak adaya kefil olduğunu belirtirken, aslında kendi adına değil, onu önermiş olan kardeşi adına hareket etmekte, bir bakıma onu temsil etmektedir.

Şayet bir mason sonradan Masonluğa yakışmayacak tutum ve davranışlar içine girecek olursa hiç kimse onun Masonluğa Giriş Töreni’ndeki o görevliyi bulup ondan hesap sormaz. Ancak onu önermiş olan ve kefil olanlar var ya… İşte onlardan hesap sorulabilir?

Nasıl bir hesap sorulur?

Masonca… Masonluğun gerektirdiği bir biçimde… O kardeş ya da kardeşler, bu durumdan ötürü zaten diğerlerinden çok daha fazla üzülmüştür. Üstlerine giderek bir de onları incitmenin gereği yoktur. Sadece, olanak varsa, bu durumun düzelebilmesi bakımından ellerinden geleni yapmaları için kendilerinden ricada bulunulabilir.'' [Alıntı]

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 24-04-18, 08:55 #35
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C:"Evrensel Kadın Masonlar"

Merhabalar arkadaşlar uzun zamandır araştırdığım ve sonunda kendi sitelerinde bulduğum kadın masonlar hakkında birkaç bilgileri alıntılar eşliğinde sizlere aktaracağım...

Kadın masonlar 100 yıldan uzun bir süredir faal. Tıpkı erkek masonlar gibi toplantıları, seremonileri ve ritüelleri var. BBC'nin Victoria Derbyshire programı, bu gizli topluluğu daha önce kimseye verilmeyen bir izin sayesinde görüntüledi.

"Masonluk nedir?" diye soruyor Antik Masonluk Yüce Kardeşliği Üstadı.

"Alegorilere gizlenmiş ve simgelerle resmedilen özel bir ahlak sistemidir" diye yanıtlıyor Dialazaza Nkela.

Nkela, "ikinci seviyeye" geçişini sağlayan seremoniye katılıyor.

Bu seremoni, topluluk içindeki konumunun yükselişini kutluyor.

"İlk seviyenin" töreni üyeliğe kabul töreniydi. Bu törende boynuna bir kement geçirilirken "sağ kolu, göğsünün sonu ve diz kapağını" açması gerekiyordu.

Bu öğelerden her birinin sembolik anlamları olduğu söylense de bu anlamların ne olduğu bizimle paylaşılmıyor.

"Üçüncü seviyede" ise "ölümü ve yeniden doğuşu deneyimleyecek". Bu "bir hayatın sonlanıp yeni bir hayatın başlamasını" temsil edecek.

Bunun ne anlama geldiği de bizimle paylaşılmadı.

Bu ritüeller, bu gizli topluluğun nasıl işlediğine yönelik izlenim edinmemizi sağlıyor.

Dalazaza masonluğun kendisi için neden önemli olduğu hakkında sorguya çekiliyor
Image caption Dalazaza masonluğun kendisi için neden önemli olduğu hakkında sorguya çekiliyor
Çoğu insan kadın masonların varlığından bile habersiz.

İngiltere'de 300 yıllık geçmişleri var
İngiltere'de erkek masonlar 300 yıl önce resmi toplantılara başladı ve her zaman daha fazla ilgi çekti. İngiltere'deki erkek masonların başında Kent Dükü Prens Edward bulunuyor.

İngiltere'deki kadın masonların locası ise 20. yüzyıl başında ikiye bölündü. Bugün Antik Masonluk Yüce Kardeşliği ve Kadın Masonlar Locası adlı iki ayrı örgüt bulunuyor.

Kadın Masonlar Locası genelde ülke çapındaki localarda veya tapınaklarda buluşuyor.

Seremoniler sırasında kadınlar beyaz bir cübbe giyiyor ve boyunlarına rütbelerini gösteren farmasonluk simgeleri takıyorlar.

Antik Masonluk Yüce Kardeşliği bu tür localarda buluşuyor
Image caption Antik Masonluk Yüce Kardeşliği bu tür localarda buluşuyor
Tören odanın merkezindeki koridordan geçerek başlıyor. Örgüt üyeleri birbirlerine eğilerek selam verirken Üstad-ı Muhterem Zuzanka Penn tahta benzeyen büyük bir sandalyede oturuyor.

Seremoniler sırasında dua da ediliyor ve zaman zaman grubun dini bir grup olduğu izlenimi uyandırıyor. Fakat Penn, durumun böyle olmadığını vurguluyor:

"Mason olmak için üstün bir varlığa inanmanız gerekiyor. Ama bu herhangi bir inancın varlığı olabilir.

"Bazı üyelerimiz çok dindardır, bazılarıysa inandıkları dini o kadar ön planda tutmaz. Ama her dinden ve ırktan insanlar bizim üyemiz olabilir."

Masonlar boyunlarına rütbelerini gösteren simgeler takıyor
Image caption Masonlar boyunlarına rütbelerini gösteren simgeler takıyor.
Kadınların çoğu 50 yaş ve üzerinde. Bu durumu değiştirmek istiyorlar ve bu yüzden genç üyeler kazanmak için üniversite öğrencilerini kazanmayı hedefliyorlar.

Optisyen Roshni Patel, üstat mason seviyesine ulaşmasını sağlayan bir seremoniye dahil oluyor.

Masonlara 7 yıl önce katılmıştı.

Seremoniyi izlememize izin verilmiyor fakat kendisine tahtımsı sandalyeye oturma "onuru" verildiğini öğreniyoruz.

Salondan çıkarken "Sandalyeye oturtulma sürecim çok duygusaldı" diyor:

"Özellikle çok değer verdiğim loca üyeleri yanımdayken."

Roshni Patel
Image caption Roshni üstat mason oldu
Üstat mason olmanın nasıl bir his olduğunu sorulduğunda "Hâlâ şok içindeyim" diyebiliyor yalnızca.

Fakat masonların örgütlenmesinin önündeki en büyük engel gizlilikleri ve yolsuzluğun yanı sıra üyelerinin birbirlerinin arkasını kolladığı, kariyer basamaklarını hızla çıkmalarını sağladığı adam kayırmacılık gibi özelliklerle ilişkilendirilmeleri.

Penn, böyle bir şey olmadığını söylüyor:

"40 yıllık masonum böyle bir şey görmedim. Ne biri bana torpil yapmayı teklif etti ne de ben başkasını kayırdım.

"Bu tip hikayeler duyarsınız ama ben hiç karşılaşmadım."

Christine Chapman
Image caption Christine Chapman masonları özel kılan şeyin gizlilikleri olduğunu söylüyor
1997 yılında İngiltere İçişleri Bakanı Jack Straw mason polisleri ve yargıçları gönüllü olarak üyeliklerini açıklamaya davet etti fakat bu plan masonların dava açma tehdidi sonucu geri çekildi.

Antik Masonluk Yüce Kardeşliği Üstad-ı Muhteremi Christine Chapman, "Bazı polis üyelerimiz var ama kimseyi kayırdıklarını görmedim" diyor.

Fakat polis ve yargıda yolsuzluklarına yönelik uzun zamandır suçlamalar sürüyor.

Masonluk kuralları üyelerinin birbirlerini kollamalarını ve yasalara uygun olduğu sürece sırlarını saklamayı şart koşuyor. Bu kural nedeniyle yolsuzluğa bulaşmış kliklerin oluşabileceğinden endişeleniliyor.

Masonlarla ilgili bilgiler

Dünyada 6 milyon masonun 200 bini İngiltere Birleşik Yüce Locası üyesi
İngiltere'de 4 bin 700 kadın mason ve 200 bin erkek mason bulunuyor.
Masonlar loca dedikleri tapınaklarda buluşuyor. Bu geleneğin eskiden duvar ustalarının (mason duvar yapıcı, taş örücü demektir) inşa etmekte oldukları kilise veya katedrallerde buluşmalarından geldiği düşünülüyor.
Giydikleri mason kıyafetlerinin mason örgütlerinin duvar ustalarının örgütlerinden ayrışmaya başladığı döneme dayandığı, kıyafetlerin taş parçalarının sıçramasına karşı giyildiği tahmin ediliyor.
Bir kişinin tam mason olabilmesi için "üçüncü seviyeyi" de aşması gerekiyor. Bu seremonide yoğun bir sorgulama yapılıyor.
Ünlü masonlar arasında Sir Winston Churchill, Sir Arthur Conan Doyle, Rudyard Kipling, Robert Burns, Oscar Wilde ve Peter Sellers da bulunuyor.
line break
Chapman, masonların gizliliğinin amacının gizem uyandırmak ve cazibe yaratmak olduğunu, arkasında şeytani bir plan olmadığını söylüyor:

"İnternetteki tüm teorilere rağmen dünyayı ele geçirmeye veya hükümetleri devirmeye çalışmıyoruz.

"Gizliliğe önem veriyoruz çünkü masonluğun olayı bu."

Masonluğun en ünlü özelliği mason el sıkışmasıdır ve kadın örgütleri için de bu geçerli.

"Tabii ki bizim de gizli bir el sıkışma yöntemimiz var" diyor Penn.

Fakat bu yöntemi göstermeyi reddediyor:

"Bu bir sır. Öğrenmek için aramıza girmen lazım.''

Kaynak: https://www.google.com/amp/s/www.bbc...erler-41921441











Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 25-04-18, 09:10 #36
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Tapınak (Templiye) Şovalyeleri

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere Tapınak Şovalyeleri hakkında bilgileri Alıntılar eşliğinde aktaracağım...Tarihin en gizemli topluluklarından biri de hiç kuşkusuz Tapınakçılar'dır. Fransızca'da "Templiers", İngilizce'de "Templars" olarak adlandırılan bu şövalyelerin gizemi günümüzde de varlığını korumaktadır. Özellikle de Mason Cemiyetlerinin bu şövalyelere sahip çıkmaları günümüzde de süregelen bir ilgiye kaynaklık etmektedir.

1099 yılında Kudüs ve Filistin'deki kutsal yerler Haçlılar'ın eline geçmişti. Ancak Haçlı kuvvetlerinin burada güven içinde olduklarını söylemek çok güçtü. Buradaki Müslüman kuvvetler, özellikle de 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra akın eden Türkler Haçlıları güç durumda bırakmaktaydılar. Bölgeye Hıristiyan hacı adaylarının da sürekli gelmesi bölgede özel güvenlik önlemlerinin alınmasını gerektirmekteydi. Hacı adayları ya fanatik Müslümanların ya da etraftaki haydutların kurbanı olmaktaydılar.

Bölgede güvenlik sağlanması ve hacı adaylarının güven içinde seyahatlerinin gerçekleştirilebilmesi için -kaynaklara göre- dokuz şövalye Fransa'da, Champagne bölgesinde, Hugues de Payns önderliğinde toplanmışlardır. Elimizdeki kayıtlara göre bu şövalyeler Hugues de Payns, Geoffroy de Saint-Omer, André de Mantbard, Payen de Montdidier, Archambaud de Saint-Aignan, Geoffroy Bisol, Hughes Rigaud, Rossal ve Gondemare'dir.

Hac yollarının emniyeti için yola çıkıp Kudüs'e varan bu şövalyeler, kral II.Baudouin tarafından çok iyi karşılanmış ve kendilerine şehirde bir yer tahsisi edilmiştir. Bu yıllar, 1119 -1120 yılları, tarikatın aynı zamanda ilk yıllarıdır. Tarikatın bu yıllardaki adı ise "İsa'nın Yoksul Şövalyeleri"dir. Birkaç sene sonra ise kral II.Baudouin, oturmakta olduğu ve Süleyman'ın Tapınağı olarak bilinen yeri terk etmiş ve burayı bu şövalyelere tahsis etmiştir.

İsa'nın Yoksul Şövalyeleri'nin adı ise bundan böyle "Tapınakçılar" olarak anılmaya başlamıştır. Takip eden yıllarda Tapınakçı şövalyelerin sayısı hızla artmaya başlamıştır. Artık savunmaya ihtiyaç duyan hacıların korunmasın üstlenmek isteyen şövalyeler kendilerini Tapınakçıların arasında bulmaktadırlar. Özellikle Hayfa Limanı ile Kudüs arasındaki yolun korunmasını Tapınakçılar üstlenmiştir. Tapınakçıların sayılarının artması artık Saint Augustin'den esinlenerek konulan kuralların yerine yeni, bu tarikata mahsus kuralların konulması gerektirmişti. 1127 yılında Hugues de Payns beş arkadaşı ile birlikte Roma'ya, papa II.Honorius'u ziyarete gitmiş ve bu topluluk papa tarafından dini bir örgüt olarak tanınmış ve 13 Ocak 1128'de kurallar konulmuştur. Latince olan bu kurallar "Latince kurallar" olarak geçer.

12 yıl sonra uygulanacak olan "Fransızca kurallar" ise bunlardan çok az farklıdırlar. Aslında Tapınakçıların tanınmasında ve kuralların konmasında, daha başka bir deyişle tarikatlaşmasında önemli bir isim rol oynamıştır: Saint Bernard de Clairvaux. 1090 doğumlu olan Saint Bernard de Clairvaux, genç yaşlardan beri çevresinde tanınmaya başlanmış, gerek davranışları gerekse de din kültürü ile ünü yayılmıştır. 1153 yılındaki ölümüne kadar etrafında hem sevgi dolu bir din adamı hem de karizmatik bir lider olarak saygı görmüştür.

20 Ağustos'taki ölüm tarihi, ona ait bir kült gününe dönüşmeye başladığında ise kilise müdahale etmek zorunda kalmıştı. Saint Bernard de Clairvaux gibi önemli bir kişiden destek alan Tapınakçılar böylece hem savaşçı şövalye olarak hem de dindar rahipler olarak kendi kurallarını uygulamaya başlamışlardır. Tapınakçılar ayrıca kendilerini diğerlerinden ayırmak için beyaz elbiseler de giymeye başlamışlardır. Tapınakçıların kıyafetlerinin en belirgin özelliği ise beyaz elbisenin üzerinde bulunan kırmızı haçtır.

Tapınakçıların Büyümesi

Zaman içinde Tapınakçılara bir çok şövalye katılmış ve örgüt büyümeye başlamıştır. 1147 yılında tarikatın ikinci Üstadı Robert de Craon öldüğünde sadece Kudüs'te 700 şövalye ve onlara hizmet eden 2400 kişi vardı. On üçüncü yüzyılda bir çok eyalette varlık göstermekteydiler. Bunların arasında Provence, Bourgogne, Catalogne, Portekiz, gibi yerler de vardı. Filistin'de üç büyük eyalete bölünmüşlerdi: Kudüs, Tripoli ve Antakya.

Bu yüzyılda Tapınakçıların 3468 adet şatoları vardı. Tapınakçılar hem asker hem rahip oldukları için kadınlarla ilgilenmezler, boş vakitlerinin çoğunu ibadetle geçirirlerdi. Tapınakçılar hem birtakım ayrıcalıklara sahip oldukları için hem de güvenilir oldukları için kutsal topraklara giden haçlıların paralarını da taşıyorlardı.

Tapınakçılar ayrıca hem katılanlardan gelen gelirle hem bağışlarla iyice de zenginleşmişlerdi. Bunun dışında söylentilere göre Tapınakçılar civardaki Müslümanlardan da para almaktaydılar. Tapınakçılar bu arada Orta Doğu'da ve İberya'da bir çok savaşlara katılmış ve başarılar da sağlamışlardı. Sonuç olarak, Tapınakçılar Haçlı Seferleri ve Hıristiyan Krallıkları döneminde güçlerinin doruğuna çıkmışlardı. Ancak bu etrafta söylentilerin doğmasına da neden olmaktaydı.

Bu suçlamalar arasında birbirlerini kalçalarından ve kaba etlerinden öpmeleri, eşcinsel ilişkide bulunmaları, haça tükürmeleri, Bafomet adı verilen bir puta tapmaları da vardı. Uzun mahkemelerden sonra Tapınakçıların sonu ateşte yanarak gelmiştir. Ancak ölümlerinden ve tarikatın yok olmasından sonra da haklarında söylentiler devam etmiştir.

Tapınakçıların Gizemleri

Tapınakçıların gizemleri daha tarikatın kuruluşu ile başlar. Aslında tarikat kurulduğu andan itibaren ezoterik bir karakter göstermiş ve amacını saklamıştır. Tarikatın ezoterik karakteri mühründe de görülmektedir. Aynı ata binmiş iki şövalye şeklindeki bu mühür değişik araştırmacılar tarafından değişik şekillerde yorumlanmıştır.

Bazı araştırmacılar bu sembolü birbirini kollayan iki şövalye olarak yorumlarken bazıları da bunu tarikatın ilk yıllarındaki fakirliğini belirttiğini iddia etmişlerdir. Aslında bu mühür, Saint Bernard'ın da «çarpışma iki yönlüdür, yeryüzünde ve gökyüzünde» şeklinde belirttiği gibi, misyonun maddi ve manevi olan iki yönünü temsil etmektedir. Bir başka deyişle görünüşteki amaçları Kutsal Topraklara giden hacılara yardım etmek olan tarikatın aslında bir de ruhsal bir amacı vardı.

Tarikatın ezoterik yönünün bir başka göstergesi de inisiyasyon törenleridir. Bu törenler bütün ezoterik topluluklarda görülen törenlere benzemektedir. Aday kabul edilmeden önce çeşitli sınavlardan geçmektedir. Bu sınavların tam olarak neler olduğunu bilemesek de dört elementle ilgili bir takım törenler olduğunu, bazı moral değerlerin sorgulandığını öğrenmekteyiz.

Bu sınavları geçen adayı, geceleyin, on iki şövalye beklemekteydi. Dışarıda bekleyen adaya şövalyeler niçin kapıya geldiğini üç defa sorarlar, yanıtını kabul edince içeri alırlardı. Tarikata kabul edilme ise törenle olmaktaydı. Tarikatın bir ilginç karakteri de o zamanki Orta Çağ düşüncesinden farklı düşünsel yapısı idi. Ezoterik düşünceye olan yatkınlığı Tapınakçıları diğer tarikatlardan ayırtmakta ve etrafta yanlış anlamalara yer vermekte idi.

Tapınakçıları tam bir ezoterik topluluk olarak düşünmek doğru olmaz ancak tarikatın zaman içinde böyle bir karakter aldığını ve diğer ezoterik topluluklara kaynak olduğu için bu özelliğinin fazla abartıldığını söyleyebiliriz.

İsa Hakkındaki Görüşleri

Tarih boyunca süregelen rivayetlere göre Tapınakçıların İsa hakkındaki görüşleri Hıristiyanlıktan çok daha farklıdır. Yaygın olan bir rivayete göre Tapınakçı şövalyeler Johannit mezhebe mensupturlar. Bilindiği gibi, Hıristiyanlık tarihine baktığımızda İsa'nın gelişinden önce Vaftizci Yahya'nın kişiliğinin öne çıktığını görürüz. Ancak Yahya, kabul edilen İncillerde İsa'nın geleceğini müjdeleyip onun vaftiz olmasını sağlayan bir kişidir sadece.

Hatta Matta İncilinde Yahya şöyle der: «Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O'nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh ve ateşle vaftiz edecek.» Ancak zaman içinde bazı topluluklar Yahya'yı İsa'dan daha önemli tutmuşlar hatta bu düşüncelerini çağlar boyu, İsa betimlemelerinde aslında Yahya'yı resmederek sürdürmüşlerdir. Aslında Tapınakçıların Johannit olduklarına dair çok da somut deliller yoktur, ancak kendilerine yöneltilen birtakım suçlamalarda Johannit mezhebe yöneltilen suçlamalara benzer suçlamalar vardır.

Son yıllarda yapılan araştırmalar ise, biraz zorlamalı da olsa, bazı Tapınakçı sembollerinde Johannit mezhebine ait izler bulmaktadırlar. Tapınakçılara yakıştırılan başka inanışlara göre de Tapınakçılar İsa'nın Thomas isimli bir ikizi olduğuna ve yeniden dirilmenin ancak böyle gerçekleştiğine inanmakta ve ayrıca Maria Magdelena'nın İsa'nın karısı olduğunu öne sürmektedirler.

Müslümanlarla İlişkileri

Haçlı seferleri sırasında kutsal topraklara giden haçlılar içinde Müslümanlar ile en yakın ilişkileri kuranlar Tapınakçılardır. Söylentilere göre Tapınakçılar Müslümanlardan para da almaktadırlar. Tapınakçıların en çok ilişki kurdukları topluluk ise İsmailliye mezhebinden türeyen Haşhaşiler'dir.

Haşhaşiler (Batıda "Assasin" diye anılırlar ve katil anlamına gelen bu sözcük buradan türemiştir.) Hassan Sabbah'ın Alamut kalesini almasından sonra buraya yerleşen müritlere verilen isimdir. Haşhaş içtikten sonra cinayet işledikleri öne sürülen bu topluluk aslında dejenere olmuş bir ezoterik öğretiye bağlılardı. Ancak Hassan Sabbah'ın kişiliğinden de kaynaklana nedenlerle siyasete de karışan Haşhaşiler Tapınakçıların ezoterik İslam'ı tanımalarında etkili olmuşlardır.

Tapınakçılar Müslümanlarla ilişki kurdukları için çok suçlanmışlar, hatta Tapınakçıların taptığı ileri sürülen Bafomet/Bahomet adlı putun aslında Mahomet (Muhammed) sözcüğünden geldiği ve Tapınakçıların Muhammed'e taptıkları söylenmiştir. Aslında Orta Çağ'da Batı'da Müslümanların Muhammed'e taptıkları zannedildiği bilindiğinden Tapınakçıların Müslüman olmakla da suçlandıklarını düşünebiliriz.

Bu arada Johannit mezhepler de, Özellikle de İstanbul ile olan alakadan ötürü üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Kaba hatları ile tarihini anlatmaya çalıştığımız Tapınakçıların gizemleri bugün hala gündemde. Yazılan bir çok kitapta Tapınakçıların bir çok "sırra vakıf " oldukları, tapınağın anahtarına, Kutsal Kab'a, Ahit Sandığı'na, bilmem hangi hazinelere sahip oldukları sürekli yazılmakta. Bazı cemiyetler ise bu topluluğu gereğinden fazla abartmaktadır.

Tapınakçıların Sonu

Sağlanan bütün başarılara rağmen doğuda Latin krallıkları çok uzun ömürlü olamamışlardı. 16 Haziran 1291'de son kale de Müslümanların eline geçtiğinde sadece 16 Tapınakçı şövalye kalmıştı. Kalan şövalyeler ise Fransa'ya yerleşmişlerdi. Belli bir amaç için kutsal topraklarda toplanan Tapınakçı şövalyelerin Fransa'da tarikatın varlığını sürdürmelerine için hiçbir neden yoktu. Artık tarikat ömrünü tamamlamıştı. Ancak şövalyeler bunu kabul etmek bir yana zenginlikleri ile ayrıcalıklı bir konumda varlıklarını sürdürüyordu.

Tapınakçı şövalyelerin bu zenginliği, paraya ihtiyacı olan Fransa kralı Güzel Philippe'nin (Philippe le Bel) dikkatini çekmekteydi. Bu arada Tapınakçı şövalyeler hakkında çıkan söylentiler de kralın içini kolaylaştıracak gibi durmaktaydı. Sonunda kral ustaca bir komplo ile 13 Ekim 1307'de Tapınakçı şövalyelerin büyük bir bölümünü tutuklamayı başardı. Aralarında Büyük Üstad Jacques de Molay'ın da bulunduğu bu grup büyük işkenceler maruz kalmış ve kendilerine atfedilen suçlardan büyük bölümünü kabul etmişlerdir[ALINTI]

Bu şekilde dünya da Bunların Terörüne ve Komplolarına Mağdur kalmıştır...

Okuduğunuz için Teşekkür Ederim...

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 26-04-18, 09:13 #37
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Misir ve Hermes

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere Ezoterik öğretilerin çıkış noktası olan bir noktayı alıntılar eşliğinde anlatacağım....Günümüz bilim dünyasının, nasıl olup da ortaya çıktığını açıklayamadığı Mısır uygarlığı, hem Mu, hem de Atlantis imparatorluklarının bu topraklar üzerinde kurdukları iki ayrı koloninin tufandan sonra, zaman içerisinde birleşmeleri ile meydana geldi. Her iki kolonide de başlangıçta tek Tanrılı din ve Ezoterik öğreti geçerliyken, Mu kolonisi bir süre sonra yozlaştı ve çok tanrılı inanca geçti. Atlantis kolonisi ise, Hermes (Toth) tarafından kurulmuştu ve Osiris Dini'ni uyguluyordu .

Osiris'in müridlerinden olan ve ondan 6 bin yıl sonra yaşayan Hermes, ya da diğer bir adıyla İdris, günümüzden 16 bin yıl önce, beraberindeki bir güç ile Atlantis'den Nil deltasına çıktı. Burada bir Atlantis kolonisi kurdu ve Osiris dinini Mısır'da yaymaya başladı. Sais'de bir tapınak inşa eden Hermes için, Mısır'ın ünlü "Ölüler Kitabı"nda, "ilahi kelamın efendisi ve ilahi sırların sahibi" denilmektedir.

Kuzey Mısır, Hermes döneminden, Firavun Menes dönemine kadar (M.Ö. 5.000) Hermetik rahipler tarafından yönetildi. Daha sonraları İdris Peygamber olarak tek tanrılı dinlerin efsanelerine giren Hermes'e Yunanlılar, aynı zamanda hem kral, hem büyük rahip, hem de din kurucu olması nedeniyle, üç defa büyük anlamına gelen "trimejit" sıfatını layık gördüler.

Bu noktada Hernıes ve Mısır'daki kardeşlik örgütünün gelişimine kısa bir ara verip, büyük yıkıma, bir dönemin sonra erip yeni bir dönemin açılmasına yol açan Tufan'a değinmek gerekiyor.

Tufan, bazı bilim adamlarının iddia ettikleri gibi sadece Mezopotamya ve Ortadoğu ile sınırlı değildir. Aksine, tüm dünya insanlığının hafızasında silinemeyecek izler bırakmış olan bu felaketten en az etkilenmiş bölgelerin başında Ortadoğu gelmektedir.

Aynı anda iki dev kıtanın sulara gömülmesine ııeden olan ielaketten söz etmeyen, dini efsanelerinde, mitoslarında ona yer vermeyen millet ya da kavim yok gibidir. İskandinavyalılar, Hintliler, Yunanlılar, Yahudiler, Türkler, Kızılderililer, Polonezyalılar, kısacası dünyanın dört bir köşesinden tüm kavimler tufan olayından oldukça ayrıntılı biçimde bahsetmektedirler. Bunun yanısıra kutup buzullarının da en son 12 bin yıl önce çözüldükleri bilinmektedir. Tüm dünyanın değilse bile, okyanuslara uzak bölgeler ve yüksek yerier hariç her yerin dev dalgalar ve çözülen buzul sulan altında kalmasına yol açan bu felakete ne sebep olmuştur?

İnsanlığın neredeyse sonunu getirecek nitelikte olan bu felaketin nedeni hakkında üç ayn teori öne sürülmektedir.

Bunlardan ilki, uzaydan gelen çok büyük bir meteorun, dünyanın güneş yörüngesindeki ekseninde dahi sapmaya yol açacak kadar büyük bir şiddetle Mu kıtasına çarptığını iddia etmekte. Bu teoriye göre Pasifik çukurunun oluşması ve Mu kıtasından bu denli az tıelirti kalmasının ~ıedeni bu meteordur. Ancak bu teori, eksendeki sapma nedeniyle Atlantis'in de battığını öne sürerken, diğer kıtaların bu sapmadan niçin çok fazla etkilenmediklerine açıklık getirmiyor.

İkinci teori ise, James Churchward'ın öne sürdüğü, jeoloik nedelerle kıtalann batması teorisi. Churchward, Atlantis ve Mu kıtalannın denizden yükselmelerine, bu kıtalann altındaki büyük gaz kütlelerinin sebep olduğunu ve zamanla bazı noktalardan yeryüzüne çıkan gazların, içinde bulunduklan ceplerin boşalmasına neden olduklarının öne sürüyor. Churchward'a göre içleri boşalan bu ceplerin üzerindeki topraklar çökmüş ve kıtalar da bu nedenle batmıştır. Ancak İngiliz araştırnıacı, bu olayın iki kıtada birden aynı anda ya da çok kısa aralıklarla nasıl meydana geldiğini izah edemiyor.

Üçüncü teori ise, uygarlık ve teknolojide çok büyük aşamalar kaydeden Mu ve Atlantis'in birbirleriyle savaşmalan ve kendi sonlannı kendileri hazırlamalan teorisi. Büyük tufandan sadece 12 bin sene, kendi uygarlığımızın başlangıcı olarak kabul ettiğimiz tarihten itibaren de sadece 6 bin sene sonra atomik güçleri knllanabilecek aşamaya geldiğimiz düşünülürse, en az 70 bin yıl yaşamış olan uygarlıklann bilim ve teknoloji alanlarında da hangi boyutlarda olabilecekleri tasavvur edilebilir. İnsanoğlunun hırsının geçmiş dönemlerde bugünkünden daha az olduğunu düşünmek için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Dünya hakimiyetini sağlamak için aynı düzeydeki iki kuvvetin çekişmesine sadece günümüzde rastlanabileceğini iddia etmek komik olur.

Bazı eski Tibet, Maya, Hindu belgeleri ile, Tevrat gibi Ortadoğu dini kitaplarında, bu iki uygarlık arasındaki savaşta kullanılan silahlar hakkında; efsane ile karışmış nitelikte çeşitli bilgiler günümüze kadar ulaşmıştır. İşte bu atomik, ve bugünkü teknolojimizin henüz bulamadığı, bilinmeyen daha güçlü bazı silahların topyekün kullanımı, iki kıtanın karşılıklı olarak aynı anda batmasına ve kutup buzullannı dahi eritecek bir sıcaklık şoku ile dev dalgaların oluşmasına neden olmuştur. Dev dalgalar tüm dünyayı kaplarken, sadece çok yüksek bölgeler ve tıer iki felaket noktasına da hemen hemen aynı uzaklıkta bulunan ve Akderıiz, Karadeniz, Kızıldeniz gibi nispeten kapalı bir denizin iç kesimlerinde olan yerler sel sulanndan datıa az etkilenmiştir. Nitekim, Nuh efsanesi ve benzeri efsanelerde görüldüğü gibi, kimi insanlar basit tahtadan teknelere binerek dahi, bu büyük felaketi atlatabilmiţlerdir.

Ancak, tufan sonrasında uygarlıkta gerileme kaçınılmaz olmuştur. Tibet, Maya, Mısır ve Mezopotamyâ da tufanı nispeten daha az etkili olması, buralardaki uygarlıkların belli bir düzeyde varlıklannı sürdürnıelerini sağlarken, dünyanın büyük bir bölümünde korkunç bir gerileme yaşanmıştır. Buralarda, boyğulmaktan her nasılsa kurtulmuş olanlar taş devrine geri dönmüşlerdir. İşte günümüz bilminin 5-6 bin yıl önce yaşandığını iddia ettiği taş devrinin altında yatan gerçek, bu gerilemedir.

Öte yandan, güneşten uzaklaşan gezegenlerin soğuması gibi, ana ışık kaynağından yoksun kalan, ayakta kalabilen tüm kardeşlik örgütleri ve dini öğreti okullan da benzeri bir gerilemenin içine girnıiş ve giderek yozlaşmışlardır. Bu yozlaşmayı nispeten yavaşlatabilen Tibet, Mısır ve Babil gibi merkezler ise bugünkü uygariığın beşiği olmuşlardır.

Günümüz Mısırologları Gize'deki Keops, Kefen ve Mikerinos piramitlerinin yapım tarihi olarak M.Ö. 3.000 yıllarını verirler. Ancak, bu tarih kesin değildir ve bazı uzmanlar bu pramitlerin söz konusu tarihten çok daha önce yapılmış olabileceklerini kabul etmektedirler.

Sadece Keops piramidinin yapımında 2 milyon 600 bin adet dev blok taş kullanılmıştır. Bu dev bloklar yüzlerce mil ötedeki taş ocaklarından çıkartılmış, yüzeyleri pürüzsüz denecek ölçüde düzeltilmiş, yapı alanına kadar taşınmış ve burada metrelerce yükseğe çıkartılarak birbirlerine birleştirilmiştir. Bu, 3 bin yıl önceki teknoloji ile nasıl mümkün olmuştur? Uzmanlar, günümüz teknolojisini kullanarak dahi böyle bir yapının en az bir yüzyılda bitirilebileceğini söylemektedirler.

Gerçekte, bu üç büyük piramit tufan öncesi teknolojisi kullanılarak, Hermes rahipleri tarafından inşa edilmiştir ve bugün sanıldığı gibi sadece birer fıravun mezarı değildirler. Firavun mezarları olmalarının yanısıra piramitlerin asıl işlevleri, inisiasyon törenlerinin yapıldığı birer mabet olmalarıdır. Tufan sonrasında yapılmış olan ve ilk üçüne kıyasla çok daha küçük ve basit, adeta çocukça birer taklit niteliğinde olan diğer piramitlerin yegane işlevi ise fıravun mezarları olmalarıdır.

Yunanlı tarihçi Heredot, ilk üç piramidin ve sfenks gibi birçok gizemli eserin Tufan öncesinde yapıldığını doğruluyor . Mısırlı rahipler Heredot'a, bu piramitlerin tufandan önce Mısır'ı yöneten firavun Surid döneminde, Herrries rahiplerinin "üstadlık sırlarını" daha sonraki nesillere ulaştırmak amacıyla inşa ettiklerini ve aradan 341 nesil geçtiğini söylemişlerdir. Mısır'lı rahiplerin verdiği bilgiler doğrulsunda yapılan kabaca bir hesaplama piramitlerin günümüzden en azından 12-13 bin yıl önce yapıldıklarını ortaya koymaktadır.

Bu üç piramitten özellikle Keops piramidi ile ilgili bulgular, bu primamidin çok özel bir yapı olduğunu ve bulunduğu noktaya da özellikle yerleştirildiğini gösteriyor. Piramidin yapımında kullanılan ölçüler, binlerce yıldan bu yana matematik ve geometri bilimlerini kullanan büyük mimarların eseri olduğunun ispatı niteliğinde.

Edouard Schure'nin, inisiasyon törenleri için özel inşa edildiğini söylediği Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyon ile çarpımı, dünyanın güneşten yaklaşık uzaklığı olan 149 milyon kilometreyi vermektedir. Piramidin tam uç noktasından geçen meridyen, kara ve denizleri iki eşit parçaya böler. Keops aynı zamanda 30. paralel üzerindedir ve bulunduğu nokta, dünyanın diğer gizemli noktaları ile büyük bir uyum içinde birleşir. Piramitin tepesinden doğuya uzatılan dümdüz bir çizgi, Tibet'in başketi Lhassa'ya ulaşır. Bu noktadan 60 derecelik bir açıyla dönüldüğünde Atlantik okyanusuna, yani batık kıta Atlantis'e varılır. Yine bir 60 derece dönüldüğünde ise ulaşılan yer, Yukatan yarımadasındaki Maya piramitleridir.

Hermes müridlerince inşa edildiği bu denli açık olan Keops piramidinin içinde varlığı saptanan çeşitli odalar, bunların ateş ve ölüm odaları olarak törenlerde kullanıladıklarını ortaya koymaktadır.

Keops piramidindeki bu gizemli mabetten kimler geçmedi ki? Musa, Orfe, Pisagor, Efiatun ve niceleri...

Hermes ve onun devamı olan başrahiplerin yönetimindeki Mısır, Ezoterik doktrinin barınağı ve okulu olageldi. Yönetici firavunların aynı Mu'da ve Atlantis'de olduğu gibi inisiye edildikleri ve rahipler örgütünün sembolik lideri oldukları Mısır'da Ezoterik sırlar da, bu güçlü örgütlenme sayesinde rahatlıkla korunabildi. Tüm rahipler, sırların dışarı çıkmaması ve öğretinin yozlaşmaması için ketumiyet yemini ederlerdi. Yemine titizlikle uyulmasını sağlamak için en küçük sırrı dahi ifşa edenlerin derhal öldürülmesi cezası konmuştu.

Bu arada, ilk örgütlenmelerinin Mu ve Atlantis kıtalarında başladığı sanılan çeşitli mesleki kuruluşlar ve özellikle de inşaat loncaları, piramitlerin ve diğer mabetlerin yapımında aktif rol oynadılar. Mısır'daki bu loncaların devamı niteliğinde olan Yahudi loncalarının Süleyman Mabedi'nin inşasında oynadıkları rol daha yakından tanınmaktadır.

Mısır Ölüler Kitabı'nda anlatıldığına göre, inisiye edilmeyi isteyen rahip adayı, gözleri bağlanarak, önünde Osiris'in dişil ifadesi olan İsis'in yüzü örtülü bir heykelinin bulunduğu bir mabedin kapısına getiriliyordu. Burada adaya, İsis'in yüzünü şimdiye kadar hiçbir inisiye olmamışın göremediği belirtiliyor ve dönmesi için tıalen şansı olduğu söyleniyordu. Adaya, eğer bir zaaf sonucu ya

da menfaat beklentisi ile geldiyse, bulacağı şeyin çıldırnıa ya da ölüm olacağı açıklanıyordu. Mabedin kapısında, biri kırmızı, diğeri siyah iki sütün vardı. Kırmızı sütun Osiris'in nuruna ulaşma şansını, siyatı sütun ise ölümü simgelemekteydi.

Aday mabetten içeri girme konusunda israrlıysa rehberi onu dış avluya götürüyor ve gözlerini açtıktan sonra oradaki görevlileri teslim ediyordu. Burada bir hafta kadar kalan aday, basit ruh arındırnıa işlemleri uyguluyordu.

Sınav akşamı aday, iki çırak rahip tarafından alınıyor ve içinde bir dizi heykel ile bir mumya ve bir iskeletin yer aldığı loş bir koridordan geçiriliyordu. Çırak rahipler adaya halen geri dönme şansı oiduğunu söylüyorlar, aday ilerlemekte ısrarlı ise onu duvardaki çok dar bir delikten içeri sokuyorlardı. İçinden ancak bir kişinin sürünerek geçebileceği bu geçit Osiris tapınağının, yani büyük piramitin giriş kapısıydı. Bu kapıdan içeri giren hiçbir zaman geri dönemezdi. Ya başarmak ya da yok olmak zorundaydı.

Aday bu geçitte zorlukla ilerlerken derinlerden gelen bir ses, "bilim ve kudrete göz diken akılsızlar burada telef olurlar" diye uyarılarda bulunuyordu. Geçit giderek dik bir yokuş halini alıyordu. Yolun sonunda aday kendisini, dibi görünmeyen bir kuyununun başında bulundu.

Adayın buradan yegane kurtuluş şansı, tam başının üstünde bulunan ve zorlukla seçilebilen dik bir merdivendi. Kuyuya düşmeyen veya ne yapacağını bilmeyerek orada aciz kalmayan adaylar merdiveni tırmanırlar ve kendilerini dev heykellerin bulunduğu geniş bir salonda bulurlardı.

Burada adayı, "Kutsal Semboller Muhafızı" adı verilen görevli rahip karşılar ve birinci sınavı başarıyla tamamladığı için kendisini kutlardı. Bu salonda yer alan 22 dev heykelin altında 22 temel sırrı ifade eden aynı sayıdaki harfleı- ile bunların sayısal sembolleri vardı. Bunlardan I sayısı ve "A" tıarfinin, Tanrının ve onun yeryüzündeki en yüksek ifadesi olan insanın sembolü olduğunu öğrenen adaya diğer sırlar da sırasıyla verilirdi.

Bu mabetteki tüm sırları öğrenen aday daha sonra, merkezi ateş odasına götürülürdü. Bu odada dev alevlerin olduğunu gören adayda doğan tereddütü rehberi, bir zamanlar kendisinin de aynı alevlerden geçmiş olduğunu söyleyerek giderirdi. Alevlerin ara- sına dalan aday, bunların gerçek alevler olmadığını, bir göz ya- nılgısı olduğunu görürdü. Ateş sınavını su sınavı izler, aday çok karanlık ve içinde derin çukurların bulunduğu bir su bi- rikintisinden ürpertiler içinde, boğulmadan geçmeye çalışırdı. Bu sınavı da başarıyla tamamlayan adayı iki görevli rahip karşılar ve içinde rahat bir yatağın bulunduğu bir odaya bırakırlardı. Burada aday, derinden gelen rahatlatıcı bir müzik sesinin de etkisiyle kendinden geçerdi. Aday uyandığı zaman karşısında, çırılçıplak ve çok güzel bir kadının durduğunu görürdü. Kadın, adaya içki sunar ve kendisinin sınavları başarıyla geçenlere sunulan bir ödül olduğunu söylerdi. Aday, kadının bu sözlerine kanıp da kendisiyle cinsel temasta bulunursa, az önce içmiş ol- duğu içkinin içinde bulunan uyku ilacının etkisiyle uyur ve uyan- dığında yanlız olduğunu görürdü. Kısa bir süre sonra odaya, ma- bedin baş rahibi girer ve adaya, daha önceki sınavlardan başarıyla geçmiş olmasına rağmen kendisini yenmeyi başaramadığını, nefsine hakim olmayı bilmeyen bir kimsenin duygularına esir ola- cağını ve karanlık içinde yaşamaya mahkum olduğunu söylerdi. Bu adaylar bir daha çıkmamacasına bu küçük odllarda hapis hayatı yaşarlardı. Ancak aday içkiyi ve kadını reddederse, ellerinde meşaleler ile 12 görevli rahip kendisini alır, baş rahibin ve görevliler kurulunun beklediği, siyah ve beyaz taşlarla döşeli Osiris Mabedi'ne gö- türürlerdi. Burada Osiris'i simgeleyen bir heykel ile, onun eşi ola- rak kabul edilen ve kucağında oğlu Horus bulunan İsis'in bir heykeli vardı. Başrahip adaya, burada göreceli tüm sırları hayatı pahasına saklayacağına dair yemin ettirir ve onu, kardeş rahip olarak ilan ederdi. Böylece aday, çırak rahip ünvanını alırdı. Ancak önünde, çok uzun bir dönemi vardı. Çıraklık süresi kişiden kişiye değişirdi. Bir çırak ancak, rehberi olan üstad rahibin kararı ile üst dereceye geçme hakkına satıip olabilirdi. Yıllarca sürebilen bu dönemde çırak, rehber üstadından sürekli ders alır ve hücresinde meditasyon yapardı. Bu uzun bekleme döneminde çırağın görevi bilmek değil, öğrenmekti. Devamlı gözaltında tutulan, sert kurallara büyük bir disiplin içinde uyan ve sürekli itaat eden çırak yavaş yavaş kendisinde bir başkalaşım hissederdi. Çıraktaki başkalaşımı kendisi de gözlemleyen retıberi, zamanın geldiğine karar verir ve hakikatin yakında ifşa edileceği müjdesini verirdi. Başrahip çırağa, hakikatin nuruna ulaşması 'ıçin ölmesi ve yeniden doğması gerektiğini, aksi takdirde Osiris'in yüce meclisine kimsenin katılmayacağını söylerdi.

Çırak, "kendimi feda etmeye hazırım" cevabını verirse, görevliler tarafından, içinde bir köşede açık bir mezarın bulunduğu "yeniden doğuş odası"na götürürlerdi.

Başrahip burada, ölümün herkes için olduğunu ancak her canlının da yeniden doğacağını söyleyerek çırağı mermer mezarın içine sokar ve kapağını da kapatırdı. Mutlak karanlık içinde kendisiyle başbaşa kalan çırak, mezarda ne kadar kaldığını bir süre sonra algılayamaz hale gelirdi. Gerçekte sadece bir gece mezarda kalan çırağa bu süre çok daha uzunmuş gibi gelirdi. Çırak ancak sabaha karşı başının hemen üstünde küçük bir deliğin olduğunu farkederdi. Beş köşeli yıldız şeklindeki bu delik öylesine ayarlanmıştı ki, sabah olunca Seher yıldızı "Sotis"in ışığı tam bu deliğe vuruyor ve onun pırıl pırıl parlamasına neden oluyordu. Bu yıldız, çırağa Tanrının varlığının ispatı ve Hakikatin Nuru gibi görünürdü.

Işığın yavaş yavaş azalmaya yüz tuttuğu anda mezar kapağı açılır ve baş rahip çırağa müjdeyi verirdi; "Sen dün akşam öldün ve Osiris'in ışığını görerek yeniden doğdun. Artık, büyük sırlarımızı öğrenmeye hak kazanan bir inisiye kardeşimizsin"...

Bu açıklamadan sonra yeni üstad rahip, "büyük doğu" denilen ve tüm üstad rahiplerin hazır bulundukları geniş bir salona götürülür, tören burada devam ederdi. Kapı, içeri girenlerin başlarını

eğmelerini gerektirecek kadar alçaktı. Doğuda, baş rahibin kürsüsünün hemen üstünde, bir eşkenar üçgenin ortasındaki gözün içinden çıkan, kaynağı belli olmayan güçlü bir ışık bulunurdu. Bu sembole, herşeyi gören Osiris'in gözü adı verilirdi.

"Hyorofan" adı da verilen baş rahip bu aşamada şöyle konuşurdu:

"Bu noktaya kadar gelmeyi baţaran sen, büyük sırların da eşiğine dayanmış oldun. Bundan önce sana verilen sırlar küçük sırlar, yani İsis'in sırlarıydı. Şimdi ise, büyük sırları, yani Osiris'in sırlarını elde edeceksin.

Tanrı Osiris, kendisi, karısı İsis ve onların oğlu olan Horus'dan oluşan bir üçlemedir. Osiris, yaşamın kendisinden doğduğu kutsal babayı, İsis onun dişil ve üretken yanını, Horus ise İlahi Kelam ve maddi alemi remzeder. Tanrı bir bütündür ve tektir. Bu üç kişilik bölünme zaafın değil, mükemmelliğin ifadesidir.

Bu Yüce Varlıktan çıkan insanlar da birer ölümlü Tanrıdır. Yüce Tanrıya ulaşmalarına çok az kalan Kamil İnsanlar ise, ölümsüz insanlardır. İlahi düzende hiçbir şey küçük olmadığı gibi, hiçbir şey de büyük değildir. Ne mutlu bu sözleri anlayabilene. Çünkü bunları anlamak demek, yüce sırlara sahip olmak demektir. Bu sırları kalbine göm ve onu ancak kendi eserlerinde ifşa et"...

Bu sözlerden sonra yeni üstada, özel üstad kıyafeti giydirilir ve yemin ettirilirdi. Eğer yeni üstad Mısırlı ise yönetici rahip olarak mabette görev yapar, yabancı uyrukluysa da, din kurınak veya kendisine verilecek başka bir görevi yerine getirmek üzere ülkesine gönderilirdi. Ancak bu tür inisiyelere, ayrılmadan önce, mabedin sırlarını inisiye edilmeyenlere verrrıeyeceklerine dair bir kez daha ketumiyet yemini ettirilirdi. Aksine davrananlara, rıerede olurlarsa olsunlar kendilerini ölümün beklediği hatırlatılırdı.

Kendisi de bir inisiye üstad rahip olan Musa'nın, öğretisinde mutlak gerçeği açıklayamamasının ve doktrinini ancak üç kat sır perdesi altında ifşa etmesinin arkasında yatan neden bu ketumiyet yeminidir. Musa, kuşkusuz ölüm korkusuyla değil, bir Kamil üsdatın ettiği yeminden dönmesinin ********lik olacağı bilinciyle bu şekilde davranmak zorunda kalmıştır. Kaldı ki, Musa öğretisini, tüm gerçekliği ile açıklayamayaca~ının da farkında idi. Ezoterik öğretiye ne denli yakın olurlarsa olsunlar, yine de bu konularda nispeten cahil olan müridlerine, dinini öğretebilmek için tüm söylemlerini basitleştirmek zorundaydı.[Alıntı]

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 27-04-18, 09:19 #38
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nin Tarihçesi

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere Skoç Riti Masonları hakkında alıntılar eşliğinde bilgiler vereceğim...Operatif Masonluktan, Spekülatif Masonluğa geçişin ilk defa İngiltere'de gerçekleştiği bilinmektedir. Bunun sebebi de vardır. Gerçekten Ortaçağın sonlarında Londra şehrinde yürürlükte olan esaslara göre dernek kurmak ve toplanmak hürriyeti sadece korporasyonlara tanınmıştı. Başka kişiler için böyle bir hürriyet kabul edilmemişti. İşte kendi aralarında toplantılar yapmak, buluşlarını, fikirlerini ve cemiyet olayları hakkındaki düşüncelerini paylaşmak isteyen fikir, ilim ve sanat adamlarının bir takım korporasyonlara girmek ihtiyacını, hatta zaruretini hissetmelerinin sebebi bu olmuştur. Diğer korporasyonlara nisbetle duvarcı ve inşaatçıların korporasyonunun tercih edilmesi de, bu korporasyona mensup olanların İngiltere ve Avrupanın çeşitli ülkelerinde seyahat etmeleri ve gittikleri yerlerde vergi ve yargı hakkı gibi bir takım ayrıcalık ve dokunulmazlıklara mazhar olmaları idi.



Operatif Masonluğa bu şekilde kabul edilen ve esasta inşaatçılıkla ilişkileri bulunmayan bu şahısların, önceleri, simyakerlik ve şifalı iksirler bulmak ve dağıtmakla uğraşan ve Christian Rosenkreutz adındaki yarı tarihî ve yarı efsanevî bir şahsın kurduğu bir topluluğu devam ettirmek isteyen rozikrüsyenler olduğu söylenir, hatta o zamana kadar çırak ve kalfa olarak ikiye ayrılmış olan, yani iki derece üzerinden çalışan operatif Masonluğun sinesi içinde kurulan ustalar grubunun, diğer bir ifade ile üçüncü derecenin bu rozikrüsyenler tarafından eklendiği de ileri sürülmektedir.

Zamanla sadece spekülatif Masonlardan terekküp eden bu Localar, bu durumlarını, yani ilk üç derecelik çalışma düzenlerini uzun süre devam ettirdiler. Nitekim 1717 tarihli ilk nizamî kuruluş bu üç dereceyi benimsedi. Yüksek derecelere geçişin Chevalier de Ramsay'ın nutku ile başladığı kabul edilmektedir. Skoçya'lı bir asilzade olup 1730 yılında Skoçya'da tekris edilen ve Fransa'ya yerleşip, Fenelon'un kâtipliğini yapan Chevalier de Ramsay, Paris'teki bir Loca'ya tebenni edip de bu Locanın hatipliğini yaparken, 1735 yılında yapılan bir tekris töreni sırasında yeni tekris edilmiş Kardeşlere hitaben bir konuşma yapar.



İlerde aynen çevirisini göreceğimiz bu konuşmasında, Ramsay Haçlı seferlerinden dönen Şövalyelerin Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde şövalyelik geleneklerini devam ettirmek üzere Mason Localarını kurduklarını, gayenin bütün insanlığı kapsamına alacak bir aileye vücut vermek, herkesin bir şövalye gibi davranmasını sağlamak olduğunu, ancak zamanla Localara bu gayeye erişmek açısından asla elverişli olmayan kimselerin alındığını, bu sebeple Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde kurulan Mason Localarının eski safiyet ve tesanüdünü kaybettiğini halen şövalyelik geleneklerinin eski temizliği ve saflığı ile sadece Skoçya'da yaşamakta olduğunu, bu itibarla Kıt'a Avrupası Masonluğunda bir reform yapmanın, denenmiş ve seçilmiş Masonları toplayarak, Skoç geleneğine uygun Localar kurup, Masonluğu derinlemesine incelemenin gerekli bulunduğunu söylemiştir.

Fakat en esaslı değişiklik Fransa'da vukua geldi. Esasen 1650 yılında Cromwell'in önderlik ettiği isyan sonucunda İngiltere Kralı Birinci Charles'in kafası kesilip Krallık rejimine son verilince, Kralın oğlu olup, sonraları İkinci Charles unvanı ile İngiltere tahtına çıkacak olan Charles Stuart, taraftarları ile birlikte Fransa'ya sığınmış ve ilk olarak Arras şehrinde yerleşmişti. Bu şehir halkından gördüğü hüsnü kabule bir karşılık olmak üzere de Arras'da ilk Rose-Croix şapitrini kurmuştu. Ancak bu şapitrin yüksek dereceler üzerinden çalışmaya başlaması çok daha sonralara, yani 1745 yılına rastlar.

Chevalier de Ramsay'in nutkundan sonra ise Fransa'da 1740 - 1745 yılları arasında şövalyelik geleneklerini devam ettirmek maksadıyla, Templiers, Saint Jean, Rodos, Malta, Kutsal Salip Şövalyeleri adlarını taşıyan çeşitli Locaların kurulduğuna şahit olmaktayız. Fakat Ritimiz açısından en önemli olan olay 1743'te Bordeaux'da «La Parfaite Harmonie» Locasının kurulmuş olmasıdır. Gerçekten İkinci Charles'in taraftarları bu Şehirde toplanmışlar, kendi aralarında toplantılar yaparak, «dul kadının çocuğu» diye adlandırdıkları İkinci Charles'in bir ordu kurması için para toplamışlar, bu para ile meydana gelen ordunun başında İngiltere'ye geçen İkinci Charles Cromwell'e yenilerek tekrar Fransa'ya kaçmış fakat Cromwell ölüp de yerine oğlu geçince, tekrar İngiltere'ye gitmiş ve toplanan yeni ordunun başına geçerek genç Cromwell'i yenmiş ve tahta çıkmıştı. Bu itibarla Bordeaux'nun yerleşmiş bir Masonik geçmişi vardı.

«La Parfaite Harmonie» Locasının kurucuları arasında Jamaika'lı bir melez (creole) olup, ticaretle uğraşan Etienne Morin Kardeşte vardı.

1778'de Bordeaux'da «Les Parfaits Elus» Locası kurulmuş ve bu Loca 14. derece üzerinden çalışacağını bildirerek bu 14 derecelik Rit'e de «Rite d'Heredome» adı verilmişti. Heredom diye bir şahıs ne tarihte ne de mitolojide bulunmadığına göre bu ismin nereden geldiği ve niçin seçildiği belli değildir. Etienne Morin Kardeş bu Locanın da kurucuları arasındadır. 1754 yılında Paris'te Clermont Hâkim Şapitri kurulmuş ve bu Şapitr 25 derece üzerinden çalışmaya başlamışsa da herhangi bir Rit'e bağlılığını açıklamamıştır.

1758'de Paris ve Bordeaux'da Saint Jean Kudüs Hâkim Şapitri kurulmuş ve bu Şapitr de 25 derece üzerinden çalışacağını bildirmiştir. Şapitr'in sonuncu ve 25. derecesi «Doğu ve Batı İmparatorluğu Hâkim Konseyi» adını almıştır. Bordeaux'daki Konsey 1761'de Amerika'ya gidecek olan Etienne Morin Kardeşe, bu kıtada Doğu ve Batı İmparatorluğu Konseyini oluşturmak ve bu maksatla uygun gördüğü Kardeşlere 25. dereceyi vermek yetkilerini ihtiva eden bir berat (patent) verir ve bir yıl sonra, yani 1762'de bu 25 derecelik Rit'e «Rite de Perfection» adını vererek, bunun 35 maddelik Anayasasını, Büyük Konseyin (25.Derece) ve Büyük Konsistuar'ın (23.Derece) Tüzüklerini kabul eder. Bordeaux Anayasası diye anılan bu Anayasanın 1. maddesi şu hükmü ihtiva eder:

«Din, Kadiri Mutlak Allaha karşı ifası zarurî bir ibadet olduğu cihetle, Masonluk prensiplerinin kendisine açıklanacağı ülkede kabul edilmiş olan dinin mükellefiyetlerine tâbi olmayan bir kimse, bu Rit'teki derecelerin kutsal misterlerine inisiye edilmeyecektir»

Böylece 1762 Bordeaux Anayasası, Rit'in kurulduğu ülkede câri olan dine mensup olmayan kimselerin o ülkedeki Rit'e kabul edilmelerini engellemekte idi. Bu böyle olmakla beraber, 1762 ile 1778 yılları arasında Avrupa'da diğer bazı Rit'ler de ortaya çıkmıştır. Bu Rit'leri şu şekilde belirtmek mümkündür:

a) Rite des İllumines (6 dereceli - Avignon'da)

b) Rite Templier (9 dereceli - Paris'te)

c) Rite Martiniste (7 dereceli - Almanya'da)

d) Rite Hermetique (52 dereceli - Fransa'da)

e) Rite des Philatheles (13 dereceli - Fransa'da)

f) Rite Philosophique Ecossais

g) Les İlluministes de Baviere (2 sınıf - Münih'te Alman İllüminist Weishaupt tarafından kuruldu)

h) Rite de Grand Prieure de Gaule

1784 yılında Morin, kendisine verilmiş olan Patenti hâmil olarak, Jamaika'ya varır. Yolda büyük maceralar geçirmiş, bindiği gemi Fransa ile harp halinde bulunan İngiliz donanması tarafından zaptedilerek kendisi esir edilmiş, bir müddet Skoçya ve İngiltere'de kalmış, İngiliz Masonlarının yardımı ile kurtulmuş ve seyahatine devam etmiştir. Jamaika'da Morin bu adada büyük şeker kamışı çiftliklerinin sahibi olan iki Fransız Masonu ile karşılaşır. Bunlardan biri Kont de Grasse-Tilly, diğeri de daha sonra onun kayınpederi olacak olan Delahogue'dür. Morin bu iki Kardeşe elindeki Patent'e dayanarak Rite de Perfection'ın 25. derecesini tevcih ettikten ve kendi yetkileri ile onları teçhiz ettikten sonra yoluna devam eder. Bir anlatışa göre de New York'ta sefalet içinde ölür. Bundan iki yıl sonra 1 Mayıs 1786'da Berlin'de Prusya Kralı Büyük Frederik 9 tane 25 dereceli Kardeşi toplar ve 25 derecelik Rite de Perfection'u 33 dereceye çıkarmak, daha önceki bütün Ritleri ihtiva etmek ve bu dereceleri feshetmek hususunda bir karar alır. Bu yeni derece Skoç geleneklerine bağlı ve daha eski Ritleri ihtiva ettiği için, 33 derecelik bu Rit'e Eski ve Kabul edilmiş Skoç Rit'i adı verilir. Aynı zamanda 1762 tarihli Bordeaux Anayasasının birçok maddelerini tâdil eden ve ancak yeni hükümlerle çatışmayan eski hükümlerin yürürlükte kaldığını ilân eden ve Berlin Anayasası diye anılan yeni bir Anayasa da kabul edilir.

Büyük Frederik'in aynı yılın Ağustos ayında ölmesi sebebiyle bu toplantıya hastalığı yüzünden katılamadığı, metnin altındaki imzanın sahte olduğu hususunda söylentiler mevcutsa da, toplantıda hazır bulunanların inanılır beyanları karşısında buna ihtimal vermek mümkün değildir. 1768 Anayasasının biri Lâtince diğeri de Fransızca olan iki metni kaleme alınır. Her iki metinde 33. derecenin Yüksek Şûra olduğu, bir ülkede tek bir muntazam Yüksek Şûra bulanabileceği, Yüksek Şura bulunmayan bir ülkede 33. dereceyi haiz bir Hakim Büyük Umumi Müfettiş'in bu dereceyi başka bir Kardeşe, bunların da bir üçüncüsüne tevcih edebileceği ve böylece en az dokuz 33 dereceli Kardeşin bir araya gelmesiyle Yüksek Şura'nın kurulmuş olacağı belirtilmekte ise de, Lâtince versiyonunda bu dokuz Kardeşten en az dördünün ülkede câri olan dine mensup olmalarının şart olduğu belirtildiği halde, Fransızca metinde en az beş Kardeşin yani Yüksek Şurayı terkip eden Kardeşlerin ekseriyetinin hristiyan olmalarının gerekli bulunduğu ifade olunmakta ve her iki metin aynı kuvveti haiz bulunduğu için, hangisinin doğru olduğu bilinmemektedir.

1791 yılında Jamaika'da ilk büyük zenci ayaklanması patlak verince, Fransız çiftlik sahipleri ve onlarla birlikte De Grasse-Tilly ile Delahogue Kardeşler Amerika Birleşik Devletlerine sığınırlar. Güney Carolina'daki Charleston şehrine yerleşen bu iki Kardeş, bu şehirde yaşayan bir kısmı Fransız menşeli 9 Amerikalı Kardeşi 25. dereceye yükseltirler ve bu şehirde Rite de Perfection'u kurarlar.

1801 yılının 31 Mayısında «Charleston'lu 9 centilmen» diye anılan bu dokuz Kardeş, Berlin Anayasasını benimsediklerini ve Charleston'da 33 dereceli Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'ni kurduklarını ilân ederler ve Kont De Grasse-Tilly'ye Avrupanın her hangi bir yerinde bu Rit üzerinden çalışan Yüksek Şuraları kurmak ve Kardeşlere 33. dereceyi tevcih etmek yetkilerini hâvi bir Patent verirler. Bundan böyle ilk kurulan Yüksek Şura olmak itibariyle Charleston'daki Yüksek Şura «Ana Yüksek Şura» diye anılır ve bu Yüksek Şura tarafından tanınmış olmayan bir Yüksek Şura muntazam olarak kabul edilemez.

Avrupa'ya gelen De Grasse-Tilly 1804'te Fransa'da (Paris) 1807'de İtalya'da (Milano), 1811'de İspanya'da, 1817'de de Belçika'da Ana Yüksek Şuraları'na bağlı olarak Yüksek Şuralar kurar.

1853 yılında Kırım savaşı dolayısıyla müttefik İngiliz orduları ile birlikte İstanbul'a gelen İngiliz Masonlarının önayak olmaları ile Türkiye'deki Masonlar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu ve Prens Said Halim Paşa'nın babası olan, Mısır prenslerinden Mehmet Abdülhalim Paşa'yı İstanbul'a davet ederler. Fransa'da 33. dereceyi ihraz etmiş olması muhtemel olan Abdülhalim Paşa, 9 biradere bu dereceyi tevcih eder ve 24 Haziran 1861 tarihinde Türkiye Yüksek Şurasını kurar ve ilk Hakim Büyük Amir olarak seçilir.

Ancak çeşitli ülkelerde kurulan bu Yüksek Şuralar arasında bir bağ olmadığı gibi, her Yüksek Şuranın değişik derecelerde uyguladığı ritüeller arasında büyük farklar mevcuttu. Bunları birleştirmek ve Yüksek Şuralar arasında daha sıkı münasebetler tesis etmek maksadıyla 1875 yılında Lozanda 9 Yüksek Şuranın temsilcilerinin katıldığı bir konferans tertiplenir. Konferans Bordeaux Anayasası ile Berlin Anayasasının lâtince metnini esas tutarak şu kararlara varır:

1- Ana Yüksek Şuranın yetkileri tanınmış ve kabul edilmiştir.

2- Bütün Yüksek Şuralar bir Konfederasyon vücuda getirecek tarzda bir birlik teşkil edecektir.

3- Bir Prensipler Beyannamesi kabul olunmuştur.

4- Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nin amaçlarını belirten bir manifesto kaleme alınmıştır.

5- Her derecenin Tuileur'üne (yani merasim esaslarına) kesin şekil verilmiştir.

Ancak Lozan Konferansı başarılı olmamış, bütün imzalar geri alınmış ve hiçbir Yüksek Şura bu anlaşmaları tasdik etmemiştir.

Esas anlaşmazlık Prensipler Beyannamesinde tarif edilmeye kalkışılan Evrenin Ulu Mimarı kavramından doğmuştur. Bu kavram birçok Yüksek Şurayı tatmin etmekten uzaktı. Daha sonra ABD Güney Jüridiksyonu Yüksek Şurası diye anılan Ana Yüksek Şura, konfederasyon fikrine karşı çıkıyor, bu Konfederasyon sebebiyle Amerika'da Güneylilerle Kuzeyliler arasında iç savaşın çıktığını hatırlatıyordu. İngiltere de Konfederasyon kurulmasının bir Yüksek Şuranın kendine eşit ve kendinden üstün bir başka masonik kuvvet tanımaması esasına aykırı olduğunu ileri sürüyordu. Şurasını belirtelim ki, o tarihten beri İngiltere Yüksek Şurası, Avrupa Hakim Büyük Âmirlerini her yıl, Dünya Hakim Büyük Âmirlerini de beş yılda bir toplayan Milletlerarası Konferansların hiç birine katılmamakta, sadece belirli aralıklarla tertiplenen İngilizce konuşan Yüksek Şura Hakim Büyük Âmirini bir araya getiren konferanslara iştirak etmekte, İrlanda ve Skoçya Yüksek Şuraları da aynı tutumu takip etmektedir.[ALINTI]

1877 yılında Avrupa Yüksek Şuraları'nın temsilcileri Edinbourgh'da biraraya gelerek Evrenin Ulu Mimarı kavramını İngiltere Yüksek Şurasının buna izafe ettiği manaya uygun bir şekilde tarif etmeyi kararlaştırdılar. Edinbourgh toplantısında kabul edilen ve toplantı sonunda yayınlanan bildiride yer alan hüküm şudur:

« Masonluk, başlangıcında olduğu gibi, şimdi de Evrenin Ulu Mimarı'nın, yani Allah'ın varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü ilân eder»

Buna rağmen İngiltere Yüksek Şurası'nın tutumu değişmediği gibi, farklı Ritler de kurulmamış değildir. Halen yüksek dereceler üzerinden çalışan Rit'leri şu şekilde açıklayabiliriz:

1- Fransız Riti veya modern Rit

2- 66 dereceli Memfis ve Mizraim Riti

3- Düzeltilmiş Skoç Riti

4- Anglo-Sakson Rit'leri ki bunlar da Mark Mason ve Royal Arch diye ikiye ayrılır

5- Skandinav Riti (Danimarka - İzlanda - Norveç ve İsveç'te)

6- Sembolik Rit (İtalya'da)

7- Martinist Riti (Almanya'da)

8- Amerikan veya York Riti (ABD'de 14 dereceli)

Halen durum bu merkezdedir. Lozan Konferansı sonuçsuz kalmışsa da Ritüelleri birleştirmek hususunda büyük gayret sarfetmiş ve hemen bütün Yüksek Şuralar Lozan'dan ilham alarak kendi derecelerine ait Ritüelleri vücuda getirmişlerdir.

Ancak bu konuda bütün Yüksek Şuraların büyük bir şansı daha olmuştur. Merkezini Charleston'dan Washington D.C.'ye nakletmiş olan Ana Yüksek Şuranın peşpeşe seçtiği iki Hakim Büyük Âmir, Albert PİKE ve Henry CLAUSEN Kardeşler, Ritüellerin belirlenmesinde ve tefsirinde büyük gayret sarfetmişler ve kitapları Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nin anlaşılması bakımından paha biçilmez yararlar sağlamıştır.

Bu şekilde de Masonlukta büyük bir derecelendirme kısmıdır...

Okuduğunuz için Teşekkür Ederim...

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 28-04-18, 09:27 #39
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C: Yüksek Şuraların Sihirli Sayısı: 33°

Merhabalar arkadaşlar bugün sizlere masonluğun 33. derecede masonluk nasıl olduğunu ve gizemini alıntılar eşliğinde aktaracağım...Masonluktaki 33 sayısı sadece Masonların arasında değil, Masonluğa meraklı, hevesli ve teşne haricîler arasında bile, doruktaki nihaî derecenin sır perdesi arkasından sanki kısmen seçilebilen sihirli silueti gibi. Saygılı bir çekingenlikle merak edilir ve manâlandırılmaya çalışılır.



Masonluktaki 33 sayısının gizemi nedir?

Bilindiği gibi Sembolik Masonluk, Türkiye Büyük Locası obediyansındaki üç dereceden ibarettir ve nihaî Alî derece 3°'dir. Bunun ötesinde kalan, 4°'den 33°'ye kadar Skoç Riti tarzındaki felsefî masonik çalışmaların EKSR Türkiye Yüksek Şûrası juridiksiyonunda yapıldığını tabiî ki Masonlar çok iyi bilirler. Ama Masonluk camiasının dışında, Masonluğun 33 dereceli olduğu ve en üst noktanın veya doruğun 33° olduğu genellemesi, masonik açıdan galat bile sayılsa, aslında çok yaygın bir kanıdır. Yani çoğunluk, Masonluğu 33 derece olarak bilir ve en yüksek dereceli Masonlarında 33°'li olduğuna inanır.

Gerçekten de Masonluktaki 33 sayısı, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nin sonuncu derecesinin rakamsal adıdır. Ülkemizde uygulanan Masonluk Sistemi, ilk üç derecesi sembolik artı daha sonraki otuz derecesi felsefî ve idarî olmak üzere 33 dereceden ibaret olup; felsefî aşamanın sonuncu derecesi yani doruğu, idarî mahiyetteki 33. derecedir. Çok az sayıda Mason bu dereceye yükselebilir. Bu nedenle, 33°'li Mason olmak gerçekten büyük bir imtiyazdır.

Masonluk haricî avama göre Seçkinlik demekse; 33°'li Mason olmak Seçkinler Seçkinliği demektir. Bu görkemli niteliğinden dolayı 33 rakamının gizemi üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapılmıştır.

Bu incelemenin amacı 33 meselesine katkıda bulunmaktır.

33 Sayısını değerlendirmek için Sayı Sembolizması'nı hatırlamak gerekir. Sayı sembolizmasının ve nümerolojinin önemi, insanlık tarihinde sayıların bulunuşu kadar eskidir. Mezopotamya'da Magiler ve Keldanî bilgeleriyle, Mısır kültüründe Hermes'i takiben ortaya çıkan ve Pisagor'la doruğa yükselen nümeroloji, Öklit ve Eflatun'la Yunan ve Roma yoluyla Avrupa'ya geçmiş; Yeni Eflatunculardan İslâmî inanca aktarılmış; Kabul Edilmiş Mason statüsü ile localara alınan Simyacıların ve Rozikrusiyenlerin eliyle Masonluğa girmiştir. Günümüzde dünyada ve toplumumuzda, bazı özel sayılara, örneğin 1, 3, 5, 7, 40 gibi rakamlara verilen gizemli önem bilinmektedir. Aynı bunun gibi. Masonlukta da, bu veya diğer bazı sayılara özel sembolik önem verilmekte; darbe, yaş, adım, alkış gibi sayısal değerler çeşitli yöntemlerle çalışmalarda kullanılmaktadır.

Akla "Masonluk neden 33 derecedir ?" şeklinde haklı bir soru gelebilir?

Sorunun kesin cevabı yoktur; ama ilginç varsayımları vardır.

Ancak varsayımlara geçmeden daha önce, önemli bir hususu mutlaka vurgulamak gerekir. Dünyadaki bütün masonik ritler ve sistemler mutlaka 33 dereceli değildir. Bu derece EKSR'ne ve bazı taklitlerine mahsustur.

Günümüzde derece sayısı 7 (Modern Rit) ile 97 (Birleşik Memfis - Mizraim Riti) ekstremleri arasında değişen çeşitli örnekler vardır. Ama dünya Masonluğunda çok yaygın olması nedeniyle iyi tanınan EKSR olduğu için, EKSR'nin 33 dereceli dizisi bütün hepsine teşmil edilerek, sanki dünya Masonluğunun tamamı 33 dereceliymiş gibi düşünülmektedir.

EKSR bilindiği gibi, Prusya Kralı Büyük Frederik tarafından veya himayesi altında, Berlin'de 1786 yılında Perfeksiyon Riti'nin 25°'li dizisine diğer mevcut Skoç tarzı ritlerden de 8 yeni derece eklenmek ve gerekli revizyon yapılmak suretiyle 33 dereceye çıkarılmıştır. Bu dereceye de Hâkim Büyük Umumî Müfettişleri'nin oluşturduğu; Rit'in otokratik yönetim ve denetim birimi olan Yüksek Şûralar oturtulmuştur.



Daha önceki 1762 Perfeksiyon Riti, 3 sembolik derecenin üzerine 22 Yüksek Derece ilâvesi ile toplam 25 derecelidir. Yani ek felsefi öğreti olarak 22 derecelidir. Perfeksiyon Riti derece sayısının İbranî alfabesindeki 22 harften aktarıldığı ve her harfin bir dereceyi simgelediği varsayılır.

1786 Anayasası temel yapılanmasında mevcut 22 derece sayısına, Kabala ezoterizminde açıklanan 10 Sefirot'un sayısı ve artı 1 olarak nihaî Ansof (13° Royal Arch aşamasında açıklanan) kavramının eklenmesiyle toplam EKSR derece sayısı 33'e çıkarılmıştır. Ansof'un 33. derecenin rakamı sayılmasıyla, bu kelimenin derin anlamına bağlı olarak 33. derecenin uhrevî önemi ve manevî değeri pekiştirilmiştir.

Çünkü Ansof: Sonsuz Tek, Mutlak Yüce Varlık, Yüce Kudret, Büyük Ruh, Total Enerji, Sonsuzluk yani Ebediyet sıfatlarıyla açıklanan Allah'ın, yani masonik terminolojiye göre Evrenin Ulu Mimarı'nın, sembolik ezeliyet - ebediyet sıfatının ifadesidir.

Zaten bu nedenle Hristiyanlıkta 33 sayısı kutsaldır. Çünkü Hz.İsa dünya ömrü ile 33 yıl yaşamıştır. Mezhep veya tarikat olarak farklı dinsel inançlar, Spekülatif Masonluğun doğduğu Hristiyan Avrupa'da, çok çeşitli masonik tarzların oluşumunda etkili olmuştur. Hristiyanlığın çeşitli sembolleri ve alegorileri Masonluğa aktarılmıştır.

Bu meyanda Sembolik Masonluğun veya Craft Hürmasonluğun İngiltere'de Anglico-Protestan Reformasyona göre ökümenik anlayışla düzenlenmesine karşın; Kıta Avrupa'da, bir tepki olarak eklesiyastik ve kralî himaye altında kurulan Skoç Masonluğuna Roma kilisesi Katolik inancının büyük katkıları olmuştur. Zaten Skoç Masonluğunun temellerini atanlar da, Şövalyelik Tarikatları ve özellikle daha sonra heretik sayılıp cezalandırılsalar bile Tampliye Şövalyeleridir.

Skoç Masonluğunun Fransa'da Bordeaux'da, Arras'ta ve özellikle de Paris'te yeşerdiği en önemli merkez Katolik - Cizvit tarikatı koleji olan Clermont Şapitri'dir. Cizvit tarikatı, Papa tarafından Anglikan güdümlü Craft Hürmasonluğa karşı mücadele amacıyla kurdurulmuştur. Cizvit Koleji'ndeki Baptist ağırlıklı masonik örgütlenme sırasında, Hz. İsa'nın 33 yıllık dünya yaşının öğreti olarak sembolizma kapsamına alınması ve sonra da bu rakamın kral Büyük Frederik tarafından yine özel olarak Tampliye ve genel olarak şövalyelik ilkeleri ve erdemlerinden esinlenen EKSR'nin saygın doruğuna lâyık görülüp benimsenmesi mümkündür.



Zaten Frederik'in 1786 Anayasası'nda Masonluğu, Askeri (Militaris) ve Kralî (Regalis) Nizam olarak tanımlaması boşuna değildir. Askerî niteliği Şövalyelik tarikatlarından, Kralî niteliği hem Masonluğun kralî sıfatından kaynaklanır. Ayrıca yine Birleşik Almanya Ordusu'na ait olan Deus Meumque Jus mottosunun Yüksek Şûra için benimsenmesi de aynı şekilde yorumlanabilir.

Bu itibarla, kuruluşu itibarı ile Hristiyanî tarz bir rit niteliğindeki EKSR'nin 33 derece olarak seçilmesinin önemli bir nedeni Hz. İsa'nın 33 yıllık dünya ömründen esinlenme düşünülebilir. Kaldı ki Hz. İsa'nın peygamberlik görevi 30 yaşında başlamış ve 3 yıl sürmüştür; aynı EKSR'nin 30 felsefi ve 3 idari derecesi gibi...

EKSR derece sayısının iki ayrı muhtemel sebebi daha olabilir.

Elias Ashmole bugüne kadar ele geçen kayıtlara göre 1601 yılında Scoon and Perth Locası'nda Mason olan İskoçya kralı II.James ile 1641 yılında Newcastle'da kurulan askeri St.Mary-Edinburg Locası'nda tekris olan İskoçya Ordusu komutanı General Robert Moray'den sonra tekris edilen üçüncü Kabul Edilmiş Mason'dur. Ünlü bir Royal Society üyesi, ünlü bir müzeci ve koleksiyoncu ve ünlü bir Rozikrusiyen olan Elias Ashmole, İngiltere'de dönemin önde gelen aydınlarındandır. Ashmole 1646 yılında tekris olmuştur. Masonluğa gerçekten çok önemli katkıları olan Ashmole'un, Locası tarafından takdir edilmeyen bir hizmeti de Masonluğu yeniden derecelendirme ve ritüel çalışmasıdır. Ashmole, Masonluğu 33 dereceli olarak kabul etmiş ve ritüellerini hazırlamıştır. Acaba o dönemde İngiltere'de egemen Masonluk zihniyeti tarafından beğenilmeyen 33 derece sayısı, çok daha sonra 1786 yılında Büyük Frederik tarafından benimsenip ihdas ettiği EKSR'ye uygulanmış olabilir mi?

İkinci bir sebep, Skoç Masonluğunun Fransa'daki kökleriyle daha yakından ilgilidir. Skoç Masonluğunun Fransa'daki kökleri çok daha önceleri Fransız ordusuna yardım için Fransa'ya gelmiş olan İskoçya askerlerinin içinden seçilerek 1445 yılında oluşturulan İskoç Muhafız Birliği tarafından atılmıştır. Daha sonraları bu askeri güç arasındaki soylu aileler ve seçkin gençlerden seçilen 33 kişilik özel birlik İskoç Muhafızları adıyla Fransa kraliyet ailesinin ve kralın özel korumalığını yapmıştır. Stuartlar'ın sürgün döneminde, Saint Germain Şatosu'nda ilk Skoç Masonluğunu kuran ve kendilerine özgü giysileri nedeniyle bu yeni tarz Masonluğa Ecossais veya Scots denilmesini de sağlayan işte bu 33 seçkin şövalyeden oluşan koruma timidir. Daha sonra İskoçya Masonluğundaki ünlü isimlerden çoğu bu birlikte görev yapmıştır. Acaba bu seçkin birliğin 33 kişi olması, Fransız ve İskoç hayranı olan Büyük Frederik'i de etkilemiş olabilir mi?

İslâmîyette de 33 sayısı önemlidir. Şân-ı Yüce Kur'an'daki Allah'ın sonsuz sayıdaki ismi arasında Esma'ül Hüsna olarak derlenen güzel isimlerinin sayısı 33'ün 3 katı olan, 99'dur. Bundan esinlenilerek ibadette kullanılan tespihler 33'lük veya 99'luk olarak yapılmıştır. Zikirler, 33'ün katlarına göre düzenlenmiştir. Namazdan sonraki dua, ilk 33 Allah'ı tespih ve tenzih, ikinci 33 Allah'a hamd, son 33 Allah'ın adının yüceliğinin ifadesidir. Ayrıca zikir ve tespih açısından aktif organ kabul edilen ağzın nümerolojik sembolizması, 32 diş ve artı 1 dil ile toplam 33 olmaktadır.

Anadolu Türk-İslam geleneğinde, 3'ler, 7'ler ve 40'lar adıyla ermiş kişilerin varlığına inanılır. Kırklar Meclisi, 3'lerin dışında 7 yönetici ve artı 33 görevli olmak üzere 40 kişidir. Kırklar Meclisi, ikinci kutsal 7 sabit kişi ve artı 33 görevliden oluşur. Bu sistem tasavvufta Gayp Erenleri, yani Ricâl-i Gayb ile de benzerdir. Karar organı Divân-ı Kebir toplam 66 kişidir. Divân'ın 33'ü ölüm ötesi yaşama intikal etmiş büyük velîler; diğer 33'ü hâlen dünyada bilfiil tasarrufu olan yüksek dereceli insanlardır. Dolayısı ile bu dünya için 33, öteki dünya için 33 büyük görevli mistik anlamda önemlidir. Benzer mistik göreviler grupları diğer inançlarda da vardır.

Eski Mısır'da 33 sayısı ezoterik önem taşır. İÖ 4000 yıllarına inen Mısır kültürüne ait Eski Misterler ve Hermetizm ekolünde inisiyasyonu izleyen 33 ezoterik yücelme derecesi vardır. Nihaî 33. dereceye biri Firavun ve diğer ikisi kimlikleri saklı tutulan sadece 3 kişi yükselebilmektedir.

Eski İran Zerdüşt dini ve ilgili Manieizm veya Mazdeizm gibi dualist inançlarda 33 adet olan ahlâkî temel öğretileri ve ilgili büyük melekleri simgeleyen aşamalar vardır.

Masonluğun ütopik İnsanlık Mabedi'nin fiziksel modeli sayılan Süleyman Mabedi girişindeki ünlü ikiz B & J sütunların toplam yükseklikleri 33 arşındır.

İnsanın omurgasında anatomik özellik olarak 7 boyun, 12 göğüs, 5 bel, 5 sağrı ve 4 (3-5) kuyruk olmak üzere, toplam 33 omur vardır. İnsan iskeletinin aslî taşıyıcı öğesi omurganın 33 omurdan oluşması ile EKSR'nin belkemiğinin 33 dereceden oluşması arasında anlamlı bir sembolik ilişki kurulabilir. Kaldı ki Skoç Riti'nin özü olan Perfeksiyon Riti'nin derece sayısı da, 24 artı 1 idarî dereceyle birlikte 25 olduğundan; insan omurgasının ilk 24 gerçek omuruyla benzeşmektedir.

Nümerolojiye göre 33 sayısı iki ayrı 3 rakamının aynı 11 sayısında olduğu gibi, adeta simetrik bir tekrarı; sanki yansımasıdır. Kaldı ki 11 x 3 = 33 olması da özel bir anlam taşır. 3 Sayısı masonlukta önemlidir ve Mükemmellik ifadesi olarak Eşkenar Üçgen yani Delta ile simgelenir. Delta'nın eşit kenarları: Ahenk-Düzen-Denge; Tez-Antitez-Sentez; Geçmiş-Bugün-Gelecek; Doğum-Yaşam-Ölüm; Beden-Ruh-Can; Ana-Baba-Çocuk gibi referansların ve Masonluktaki çeşitli öğretisel üçleme ve mottoların sembolüdür.

Zaten Mükemmel, aranılan Hakikat, Allah'tır. Davut'un Kalkanı veya Süleyman'ın Mührü formundaki kucaklaşmış iki Delta'dan tepesi aşağı olan Allah'ı, tepesi yukarı olan İnsan'ı temsil eder. İki Delta adeta birbirinin aynada yansıması gibidir ki, gnostizminin "What is above is like what is below" kuralında olduğu gibi hangisinin gerçek, hangisinin hayal; hangisinin zahir, hangisinin bâtın; hangisinin ubûbiyyet, hangisinin rububiyyet; hangisinin zat, hangisinin tecelliyat olduğu şaşırtır insanı!

İçice geçerek kucaklaşmış iki Delta ile temsil edilen, iki ayrı 3 sayısından oluşan 33, Allah-İnsan Birliği anlamında Tevhid ve Ahad sembolü olup, aranılan Hakikat'in; anlayana, Hakikatler Hakikati'nin sîretidir.

Bu konu biraz daha detaylandırılırsa, aşağı inen Delta manâ olarak ifade edilen Hak'tır. Öz kaynağında saf enerji, yani lâtifken; aşağı doğru indikçe maddeye dönüşerek kesifleşir. Yukarı doğru çıkan Delta madde olarak ifade edilen varlıktır. Hani beşerin adı olan Varlık! Varlık dünya şartlarında kesiftir; ama yükseldikçe ağırlığını atarak lâtifleşir ve maddeden enerjiye dönüşüm başlar. Bu beşerin insanlaşması ve sonunda saf enerjiden insan-ı kâmil olmasıdır.

İşte iki Delta'nın kucaklaşmasından meydana gelen alan olayların itidal bölgesidir. Yani enerjiden maddeye, maddeden yine enerjiye dönüşüm alanıdır. Aynı beşer gibi, varlık beden de, enerji ruh da bir aradadır ve vardır. Ama birbirine dönüşümlüdür.

Enerji ruhtur; bedenin istemleri nefstir. Dünya bu iki gücün egemenlik kavgası alanıdır. Aslında ruh, ölüm denilen tabii olayla eninde sonunda varlığı, yani kesafeti dünyada bırakıp özüne geri döner. Ama asıl amaç dünyada yaşarken nefs yükünü azaltıp; hatta ruhun emrine vererek ortadan kaldırıp, ruhu ÖZ'üne çıkarabilmektir.

Bu açıdan bakıldığında yukarı bakan Delta'nın üst ucu saf enerjiden oluşan Ahad; aşağı bakan Delta'nın alt ucu salt Madde; iki Delta'nın kucakladığı alan da Madde ve Manâ'nın veya Ruh'un karışım ve sürekli dönüşümünden ibaret Varlık alanıdır.

Öyleyse varlığın ötesi berisi enerjidir. Yedi renkli tayfın bir ucundaki kırmızı-altı ve diğer ucundaki mor-ötesi bölgelerin dışındaki enerji alanı gibi!

Konuyu enerji örneği ile özetlersek: yedi ayrı renk ışık, yani Varlık, daha doğrusu bilgi ve algılama kapasitemize göre Varlıklar; sonra prizmadan geçince tek bir beyaz ışık, yani Tevhit; sonra yine prizmadan geçirince tekrar yedi renkli ışık tayfı, yani yine Varlık veya Varlıklar.

Peki! Bitti mi? Hayır! Hiç biter mi? Yeni başladı...

Kırmızının altına git, kafa gözleri için kapkaranlık bir dünya; morun ötesine git, yine kapkaranlık bir dünya! İkisi de aynı dünyanın, bilmediğimiz için sadece bazılarını aletle fark ettiğimiz için kapkaranlık saydığımız aslında ışıl ışıl, koskoca bir âlem, Enerji âlemi; yani Ahad...

Öyleyse yedi renkli ışık tayfının simgelediği Varlık âleminin her iki tarafında koskoca birer Enerji âlemi, daha doğrusu tek bir âlemin iki kapısı. Öyleyse nereden gidersen git, mutlaka ve illâ ki Varlığın her iki tarafında da Enerji!

Sürekli bir oluşum ve dönüşüm. Devamlı, durmadan...

Beşere göre Doğum, Ölüm, Yeniden Doğum!

Peki de! Ya ölümle yeniden doğumun arası?

İnsana göre doğumla ölümün arası Varlık ama önü arkası yani ruhun ölümsüzlüğü anlamında olanı: Enerji!

Ama bunu bilmek için önce Tevhid'i sonra Ahad'ı ve daha sonra Ahrar'ı tahkik ederek; Ahrar'dan olmak gerek! Bunu idrak için önce Cem, Hazarat'ül Cem ve hatta daha sonra Cem'ül Cem aşamalarını idrak ederek Cem'ül Cem'de karar gerek!

Konuya bu yönüyle bakıldığında yan yana iki 3 rakamından meydana gelen 33 sayısı, aynı 11 sayısına benzer olarak masonik mottoları pekiştirerek ve güçlendirerek yansıtır. Bu üçlemelerden 33 sayısına konu EKSR açısından özellikle en önemlileri: "Deus Meumque Jus" ve "Orda ab Chao" mottolarıdır. Birincinin anlamı "Allah ve Benim Hukukum", diğerinin "Kaostan Nizama" dır. İşin ilginç yönü Türkçe anlamlarındaki harf sayısının, EKSR'nin eğitsel derece sayısını gösteren 32 olması; ve tepede Işık Saçan Altın Deltaya 33 yazılmasıdır.[ALINTI]

ABD 1 Dolar'ında kartalın kanadındaki uzun tüylerin sayısı da EKSR'nin 33. idarî derece dışında kalan 32 eğitsel derecesini simgeler.

Masonluktaki erdemler aşağıda gösterildiği gibi 33'tür:

01. Akıl ve Hikmet
02. İman ve İtikat
03. Şefkat ve Merhamet
04. Sabır ve Ümit
05. Şecaat ve Cesaret
06. Namus ve İffet
07. Fedakarlık ve Feragat
08. İtidal ve Temkin
09. Aklıselim ve Basiret
10. Azim ve İtimat
11. Sebat ve Metanet
12. İdrak ve Feraset
13. Müsamaha ve Tahammül
14. Doğruluk ve Dürüstlük
15. İtaat ve Sadakat
16. Ketumiyet ve Emanet
17. Nefse hâkimiyet ve İzzet
18. Safiyet ve Masumiyet,
19. Edep ve Haya
20. Tevazu ve Vakar
21. Hayır ve Hasenat
22. Dostluk ve Vefa
23. Cömertlik ve Sahavet
24. Alicenaplık ve Seciye
25. Hilim ve Halisiyyet
26. Kahramanlık ve Vatanseverlik
27. Çalışkanlık ve Emek
28. İlim ve İrfan
29. Huzur ve Refah
30. Sulh ve Sükûn
31. Hak ve Adalet
32. İstiklâl ve Hürriyet
33. İnsanlık ve Evrensellik

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Eski 30-04-18, 08:57 #40
Eru Iluvatar Eru Iluvatar çevrimdışı
Varsayılan C:Mason Locasına Üyelik İşlemleri

Merhabalar arkadaşlar herkes Bu locaya üye olup dünyanın altına üstüne getirmek istiyor, farkındayım ama bu loca tamamıyla diğerlerinden farklı yani o kadar kolay değil Alıntılar eşliğinde sizlere aktaracağım...

Madde 93 - Locaya Giriş Yolları

(1) Bir Locaya tekris veya tebenni ile girilir.

(2) Bir Kardeş, Büyük Locanın matrikülünde kayıtlı birden fazla Locaya üye olamaz. Özel Localar, Eğitim Locaları ve Araştırma Localarına dair hükümler saklıdır.

(3) Büyük Locanın matrikülünde kayıtlı bir Locanın üyesi, Büyük Locanın tanıştığı başka Büyük Locaların matrikülündeki Localara da üye olabilir. Aynı şekilde, Büyük Locanın tanıştığı başka Büyük Locaların matrikülündeki Locaların üyeleri, Büyük Locanın matrikülünde kayıtlı bir Locaya üye olabilirler. Bu tarz çoklu üyelikler için başvuru Büyük Sekretere yapılır ve işlemler Büyük Sekreterin uygun göreceği usuller dairesinde yürütülür.

Madde 94 - Tekris

Mason sıfatı, düzenli bir Locada, ritüeline uygun olarak yapılan tekris töreni ile kazanılır. Tekris edilen kişi Çırak Mason olur.

Madde 95 - Mason Olmanın Şartları

(1) Masonluğa yalnız medeni haklara sahip, yirmi bir yaşını doldurmuş, hür, iyi ahlaklı, namuslu, şerefli ve aydın erkekler kabul edilir.

(2) Mason çocukları ve torunları on sekiz yaşında tekris edilebilirler, fakat yirmi bir yaşını tamamlamadan terfi edemezler.

Madde 96 - Haricî Teklifi

(1) Bir haricînin Masonluğa alınmasını isteyen en az iki yıllık Üstat derecesindeki Kardeş, bunu bir Locanın Üstad-ı Muhteremine ön teklif varakası ile hususi olarak bildirir. Teklifi yapacak olan Kardeşin haricîyi ve ailesini en az bir yıldan beri her özelliğini bilecek kadar iyi tanıması ve kendisine her bakımdan kefil olduğunu taahhüt etmesi lazımdır.

(2) Haricî, üye olmak için doğrudan müracaat etmiş ise, Büyük Sekreter müracaatı uygun gördüğü Locaya havale eder.

Madde 97 - Ön Tahkikat

(1) Üstad-ı Muhterem, teklif eden Kardeşin ismini açıklamadan, haricî hakkında bir ön tahkikat yaptırır. Bu tahkikat resmi celselerde görüşülmez.

(2) Tahkikatın sonucu olumsuz çıkarsa, teklif eden Kardeşe bilgi verip kendisini uyarır. Teklif eden Kardeş, teklifinden vazgeçmek veya ısrar etmekte serbesttir.

(3) Teklifinden vazgeçilmiş bir haricînin daha sonra başka bir Locaya teklif edildiği duyulursa, o Locanın Üstad-ı Muhteremini bilgilendirmek bir görevdir.

(4) Büyük Sekreter tarafından havale edilmiş bir üyelik müracaatının ön tahkikat sonucu eğer olumsuz çıkarsa, dosya Büyük Sekretere iade edilir.

Madde 98 - Teklif Varakası ve Engelsizlik Levhası

(1) Ön tahkikat olumlu sonuç vermiş veya olumsuz olmasına rağmen Kardeş teklifinde ısrar ederse bir teklif varakası doldurur ve teklif kesesine atar.

(2) Üstad-ı Muhterem teklifi çekiç altı etmediği takdirde Loca haricîyi Büyük Sekretere bildirir ve üyelik işlemlerinin başlatılmasında bir mahzur olup olmadığını sorarak engelsizlik levhasını (nulla osta) ister.

(3) Büyük Sekreter, haricînin, "işlemden çıkarılan", "işlemi ertelenen" veya "reddedilen"lerden biri olup olmadığı yolunda Locaya bir engelsizlik levhası gönderir. Engelsizlik levhasına, varsa, haricînin daha önce görmüş olduğu işlemlere dair evrak da eklenir.

(4) İş bu tüzüğün 98/8 maddesi uyarınca engelsizlik levhasının işlem görmemesi nedeniyle süresinin dolmasından, 103/2 maddesi uyarınca işleme devam yazısının süresinin dolmasından 104/3 maddesi uyarınca tahkikatın tamamlanamamasından 105 maddesi uyarınca teklifin geri çekilmesinden ya da 106/6 madde uyarınca karar verilen tekrisin yapılamamasından dolayı dosyası kapatılan haricî, "işlemden çıkarılan" olarak nitelendirilir.

(5) İşbu tüzüğün 99/3 maddesi uyarınca Teklif edilip, dosyası teklif oylaması ya da 106/7 maddesi uyarınca skrütenin olumsuz sonuçlanmasıyla dosyası kapatılan haricî, "işlemi ertelenen" sıfatını alır. İşlemi ertelenen haricînin dosyası, erteleme tarihi üzerinden bir yıl geçmeden yeniden işlem göremez. Dosyanın, işleminin ertelendiği Locadan başka bir Locada işlem görebilmesi için erteleme tarihi üzerinden iki yıl geçmesi gerekir.

(6) İşlemden çıkartılmış ya da işlemi ertelenmiş dosyaların iki yıl içerisinde yeniden işleme girmeleri halinde işlem kaldığı yerden devam eder. Aksi takdirde işlem baştan başlar.

(7) Haricinin işlemi iki defa ertelenmiş ise o haricî "reddedilmiş" olarak nitelendirilir. Aynı şekilde, üç defa işlemden çıkarılan harici de "reddedilmiş" olarak nitelendirilir.. Reddedilmiş haricîler bir daha teklif edilemezler.

(8) Büyük Sekreterden engelsizlik levhası alınmadan haricî ile ilgili hiçbir işlem yapılamaz. Engelsizlik levhasının yazıldığı tarihten itibaren bir yıl içinde haricînin dosyasının 99. ve 100. Maddeler uyarınca işlem görmemesi halinde, Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

Madde 99 - Teklifin Görüşülmesi ve Oylanması

(1) Engelsizlik levhası alındıktan sonra, teklif varakası, bir Üstat derecesi toplantısında, gündeme alınmak suretiyle, teklif edenin adı açıklanmadan okunur.

(2) Müzakere sonunda teklif açık oylamaya konur. Aleyhte oy kullananların sayısı dört veya daha fazla olursa, Locanın iç tüzüğünde belirtilen usule göre, olumsuz oy kullanmış olanların gösterecekleri istikamette bir soruşturma yapılır. Bu soruşturmanın neticeleri imzasız bir rapor halinde sonraki bir oturumda Üstad-ı Muhterem tarafından okunur ve teklif tekrar müzakere edilerek açık oya sunulur.

(3) Olumsuz oylar yine dört veya daha fazla olursa, işlem ertelenir ve keyfiyet Büyük Sekretere bildirilir. Büyük Sekreter dosyayı "ertelenen işlem" olarak nitelendirir.

(4) Bu haricî bir yıl geçmeden yeniden teklif edilemez. Bir yıl sonra, ayni haricî yeniden teklif edilirse 98. ve 99. Maddelerdeki işlemler tekrar edilir; sonunda yine dört veya daha fazla olumsuz oy alırsa bu haricî reddedilmiş olur ve bir daha teklif edilemez. Keyfiyet Büyük Sekretere bildirilir. Büyük Sekreter dosyayı "reddedilen işlem" olarak nitelendirir.

Madde 100 - Talepname ve Diğer Belgelerin Alınması

(1) Teklif oylamasının olumlu neticelenmesi halinde teklif eden Kardeş vasıtasıyla haricîye bir talepname verilir. Talepname, haricîye, onu veren Kardeşin huzurunda doldurtulur, imza ettirilir ve geri alınır. Ayrıca, haricîden Büyük Sekreterin uygun gördüğü sayıda vesikalık fotoğraf ve adli sicil kaydı alınır.

(2) Talepname, teklif eden Kardeşin ismiyle birlikte, bir Üstat derecesi toplantısında gündeme alınır ve Locanın bilgisine sunulur.

(3) Bu safhaya gelen bir işlemin mutlaka skrütene kadar devam ettirilmesi lazımdır; çekiç altı edilemez. Ancak teklif sahibi, skrüten başlamadan önceki herhangi bir safhada teklifini geri alabilme hakkına sahiptir. Bu takdirde tüm evrak Büyük Sekretere iade edilir. Teklifin geri alınmasından itibaren en çok bir yıl içinde teklif eden Kardeşin müracaatı ile geri alınan teklifin işlemlerine kalınan yerden devam edilir. Bu sürenin geçmesi halinde işlemler yeniden başlar.

(4) Haricîden talepname alınması ön hazırlık işlemi mahiyetinde olup Dernek üyeliğine başvuru anlamına gelmez. Derneğe üyelik başvurusu, adaydan tekris günü alınacak üyeliğe başvuru dilekçesi ile başlar.

Madde 101 - Haricîlerin İlanı

Büyük Sekreter haricîleri, fotoğraflarıyla, tüm yerleşkelerde bütün Kardeşlerin görebileceği bir yerde bir ay süreyle ilan eder. Askı işlemi, her ayın birinci günü başlar, takip eden ayın birinci günü sona erer. Haziran ayında askıya çıkanlar Ekim ayının birinci günü askıdan iner.[ALINTI]

Madde 102 - Genel Tahkikat

Bütün Masonlar, bir haricînin üye alınıp alınmaması hususunda tahkikatla görevli ve sorumludurlar. Bu itibarla, Mason olmasında sakınca gördükleri haricîleri, haklarında bilgi ve bulgularla, doğrudan doğruya veya üyesi oldukları Locanın Üstad-ı Muhteremi vasıtasıyla haricînin teklif edildiği Locanın Üstad-ı Muhteremine yazılı olarak bildirmekle mükelleftirler. Bu yolla bilgi sahibi olan Üstad-ı Muhterem, en geç bir hafta içinde keyfiyeti ilgili Locanın Üstad-ı Muhteremine ve Büyük Sekretere ulaştırmak zorundadır.

Madde 103 - İşleme Devam Levhası

(1) Büyük Sekreter, bir aylık askı süresinin sonunda, Locaya işleme devam levhası gönderir. Bu levhaya, varsa, Büyük Sekretere gelmiş sakınca yazıları da, sakınca gören Kardeşin adı saklanarak, eklenir. Loca tahkikatı, işaret edilen sakıncalar dikkate alınarak derinleştirilir.

(2) İşleme devam levhasının yazıldığı tarihten itibaren iki yıl içinde haricînin dosyasının neticelenmemesi halinde, Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

Madde 104 - Loca Tahkikatı

(1) İşleme devam levhası alındıktan sonra, onbeş gün içinde Üstad-ı Muhterem, Üstat derecesinde iki yılını doldurmuş en az üç Kardeşi tahkikatla görevlendirir. İsmi açıklanmayacak olan bu Kardeşlerin başka Localardan da seçilmeleri mümkündür. Tahkikatla görevlendirilen Kardeşlere haricînin talepnamesinin bir kopyası da verilir.

(2) Tahkikat ile görevli Kardeşler, ayrı ayrı ve yüz yüze yapacakları görüşmelerde vardıkları sonuçları, en geç üç ay içinde Üstad-ı Muhtereme sunarlar. Tahkikat süresi on beş günden az olamaz. Üstad-ı Muhterem yapılan tahkikatı yeterli görmezse soruşturmayı genişleterek başka Üstat Kardeşleri tahkikat ile görevlendirebilir. Bu takdirde üç aylık müddete en çok iki ay daha ilave edilir.

(3) Tahkikatın herhangi bir nedenle tamamlanamaması halinde, tahkikatla görevlendirilmiş Kardeşler durumu, gerekçeleriyle yazılı olarak Üstad-ı Muhtereme bildirirler. Bu durumda, skrütene gidilmeden tüm belgeler Büyük Sekretere teslim edilir. Büyük Sekreter gerekçeyi yeterli bulmazsa dosyayı Locaya iade eder ve bu takdirde skrüten mecburidir.

Madde 105 - Teklifin Geri Çekilmesi

Teklif eden Kardeş, skrüten yapılacak Üstat derecesi toplantısına kadar olan herhangi bir safhada, Üstad-ı Muhtereme müracaat etmek kaydıyla, teklifini geri çekme hakkına sahiptir. Bu durumda haricînin dosyası Büyük Sekretere teslim edilir.

Madde 106 - Skrüten ve Tekris Kararı

(1) Tahkikat tamamlanıp tüm tahkikat evrakı Üstad-ı Muhtereme teslim edildikten sonra, bir Üstat derecesi toplantısı gündemine alınmak suretiyle skrüten yapılır. Bütün tahkikat levhaları ve muamele tamamlanmadan konu gündeme alınamaz.

(2) Skrütenden önce, Üstad-ı Muhterem, engelsizlik ve işleme devam levhalarının tarih ve sayılarını, tahkikat evrakını, varsa itiraz yazılarını bizzat kendisi okur ve görüşme açar. Görüşmeler tamamlandıktan sonra derhal skrütene geçilir. Skrütene celsede bulunan bütün Kardeşler bu belgelerin tamamını dinlemiş olmaları şartıyla katılırlar. Bu oylamada çekimser kalınamaz.

(3) Skrüten şu şekilde yapılır:

1. Skrütene katılacak Kardeşlerin sayısı tespit edilir;
2. Birinci Tören Üstadı skrüten kutusunu Üstad-ı Muhtereme getirir; Üstad-ı Muhterem kutunun boş olduğunu Kardeşlere gösterir;
3. Birinci Tören Üstadı kutuyu dolaştırır ve Üstad-ı Muhtereme getirir. Üstad-ı Muhterem kutuyu açar, Bir Önceki Üstad-ı Muhterem ve (eğer oradaysa) Büyük Loca Gözlemcisi ile birlikte oyları kontrol eder. Olumsuz oy çıkmamışsa "hepsi temiz", bir veya iki olumsuz oy çıkmışsa "temiz", üç veya daha fazla olumsuz oy çıkmışsa "temiz değil" kelimeleri ile sonucu duyurur. Skrüten kutusunda üç veya daha fazla olumsuz oy varsa, atılan oy sayısı ile hazır bulunan Kardeş sayısını karşılaştırır, sayılar birbirini tutmazsa skrüten aynı toplantıda tekrarlanır. Tekrarlanan skrütende de sayı tutmazsa, oturumda hazır bulunan her Kardeşe Loca mühürüyle mühürlenmiş bir skrüten pusulası verilir. Kardeşler bu pusulaya sadece kabul anlamında artı (+) veya red anlamında eksi (-) işareti koyarlar, sıra ile Üstad-ı Muhteremin önüne gelip kürsüdeki keseye skrüten pusulalarını kapalı olarak atarlar. Başka bir işaret taşıyan pusulalar geçersizdir. Üstad-ı Muhterem pusulaları sayar, Bir Önceki Üstadı Muhtereme ve (eğer oradaysa) Büyük Loca Gözlemcisine gösterir, sonucu ilan eder.

(4) Skrüten sonucu en geç bir hafta içerisinde Büyük Sekretere bildirilir.

(5) Aleyhte yazılı veya sözlü hiçbir beyanda bulunulmamış olduğu halde olumsuz oyların sayısı üç veya dört ise skrüten Locanın müteakip iki toplantısından birinde gündeme alınır ve bütün levhalar okunmak suretiyle tekrar edilir.

(6) Olumsuz oy olmaması veya bir ya da iki tane olması haricînin tekrisine karar verildiği manasına gelir ve tekris töreninin altı ay içinde yapılması gerekir. Herhangi bir nedenle adayın tekrisi mümkün olmazsa, Loca kararı ile bu süre en çok on iki ay daha uzatılabilir ve durum derhal Büyük Sekretere bildirilir. Bu süre içinde tekris töreni yapılmamışsa Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

(7) Yapılan skrütende olumsuz oy adedi üç veya daha fazla ise haricînin dosyası (teklif varakası, talepname, engelsizlik levhası, işleme devam levhası ile tahkik levhaları ve varsa her türlü ihbar vesikaları) derhal Büyük Sekretere gönderilir. Büyük Sekreter dosyayı kapatır.

Madde 107 - Belgeler

(1) Üyelik işlemlerine dair her türlü evrak, bir dosya halinde Büyük Sekretere gönderilir. Loca isterse sözü geçen diğer belgelerin birer suretini kendi arşivinde alıkoyar.

(2) Tekrisi yapılmış Kardeşlerin tahkikat levhaları, her türlü ihbar vesikaları ve sair belgeler yok edilir. Kabul sırasındaki müzakereler tersimata geçmez.

Madde 108 - Dosya Devri

Bir Locada işlem görmekte olan bir haricînin dosyası bir başka Locaya, teklif eden Kardeşin talebi, ilgili iki Locanın mutabakatı ve Büyük Sekreterin onayıyla devredilebilir.

Madde 109 - Niyabeten Tekris

(1) Tekris töreni, niyabeten başka bir Locada da yapılabilir. Bu husustaki talep, haricînin üyesi olacağı Locanın bir yazısı ile diğer Locanın Üstad-ı Muhteremine bildirilir.

(2) Niyabeten yapılacak tekris töreninde haricînin üye olacağı Locayı temsilen Locanın Üstad-ı Muhtereminin veya Üstad-ı Muhteremin görevlendireceği bir Üstat Kardeşin Locasını temsilen bulunması gereklidir. Bu temsilcinin adı o günkü tersimata geçirilir ve tekrise ait tersimat kısmı bir levha ile ilgili Locaya gönderilir. Her iki Loca, niyabeten tekrisi, ayrı ayrı Büyük Sekretere bildirirler.

Madde 110 - Büyük Locanın Gayrımuntazam Saydığı Bir Büyük Locadan Gelen Aday

Büyük Locanın gayrımuntazam saydığı bir Büyük Locadan gelen aday için üyelik işlemlerinde hiçbir ayrıcalık uygulanmaz.

Madde 111 - Tekris Usulü

(1) Tekris töreninin bir toplantıda en fazla kaç kişiye uygulanacağını Büyük Üstat tespit eder.

(2) Bu tüzükte gösterilen işlemler kendisine uygulanmamış veya ritüeline uygun olarak tekris edilmemiş bir haricî hakkında Büyük Üstadın vereceği karara göre hareket edilir.

Madde 112 - Tebenni Yoluyla Üyelik

(1) Bir Kardeş üyesi olduğu Locasından başka bir Locaya üye olmak istediği takdirde hem kendi Locasına hem de üye olmak istediği Locaya yazılı olarak başvurur. Üye olunmak istenen Locanın Üstad-ı Muhteremi, Kardeşin hazine ile intizamını Locasından yazıyla sorar. Olumlu cevap gelirse, müracaatı bir Üstat derecesi toplantısı gündemine alır. Başvuru sahibi Kardeş o toplantıya katılmaz. Müzakereden sonra skrüten yapılır. Skrütene yalnız o Locanın Kardeşleri katılır; karar toplantıda bulunan Loca Kardeşlerinin oy çoğunluğuyla alınır. Oylama sonucu Büyük Sekretere bildirilir.

(2) Oylama olumlu ise, Kardeş ritüeline uygun olarak yapılan Tebenni Töreni ile o Locanın üyesi olur. Eski Locası, Kardeşin dosyasını Büyük Sekretere gönderir.

(3) Oylama olumsuz çıkarsa Kardeş Locasında kalır.

(4) Çırak ve Kalfaların Loca değiştirmeleri, Üstad-ı Muhteremlerinin iznine bağlıdır.

Madde 113 - Şeref Üyeliği

(1) Masonlukta aktif olarak kırk yılını dolduran Kardeşler, bu süreyi doldurdukları takvim yılının başında Büyük Üstat tarafından şeref üyesi ilan edilirler. Sürenin hesabına, başka bir muntazam Büyük Locada çalışılan sürenin en fazla on beş yılı alınır.

(2) Şeref üyeleri, kırk yıl önlüğü ve kırk yıl madalyonu taşımaya hak kazanır; protokolde yer alırlar.

(3) Şeref üyeleri her türlü mali mükellefiyetten muaf olurlar; diğer bütün hakları saklıdır.

Madde 114 - İzin

(1) Hazineye borcu olmayan her kardeş, haklı sebeplerle bir süre için Loca çalışmalarına katılamayacaksa, teklif kesesine atılacak bir levha ile izin isteğinde bulunabilir. Teklif derhal görüşülerek karara bağlanır.

(2) Bir yıldan fazla süre için izin verilmez. Gerekirse yeni bir kararla süre uzatılabilir.

(3) İzinli Kardeş mali mükellefiyetlerini yerine getirmeye devam eder.

Madde 115 - İstifa

(1) Her Kardeş Locasına yazılı olarak bildirmek suretiyle istifa edebilir. Loca, istifa eden Kardeşi Büyük Sekretere bildirir. Bu Kardeş Loca çalışmalarına katılma hakkını kaybeder. Büyük Sekreter bu durumdaki Kardeşleri tüm localara duyurur.

(2) İstifa eden Kardeş Büyük Sekreterden istifa etmiş olduğuna dair bir yazı isteyebilir.

(3) İstifa eden Kardeş Loca çalışmalarına katılma hakkını yeniden kazanabilmek için istifa ettiği yılı takip eden takvim yılından itibaren herhangi bir Locaya yazılı olarak başvurabilir. Loca, gerekli tahkikatı yaptırdıktan sonra Büyük Sekreterden iç engelsizlik levhası alır.

(4) İç engelsizlik levhasının alınmasını müteakip müracaat, Locanın bir Üstat derecesi toplantısının gündemine alınarak görüşülür. Oylamaya yalnız Locanın üyeleri katılır. Karar skrütenle ve oy çokluğu ile alınır ve Büyük Sekretere bildirilir.

(5) Olumlu karar halinde Kardeş, eski Locasına müracaat etmişse ise eski matrikül numarası ile çalışmalarına başlar. Başka bir Locaya dönmüş ise, ritüeline uygun olarak gerçekleşen Tebenni töreni ile bu Locanın üyesi olur.

(6) İstifa tarihinde borcu olan Kardeşin çalışmalara başlayabilmesi için Locanın olumlu kararını müteakip istifa ettiği yılın borcunu yüzde elli fazlası ile ödemesi gerekir.

(7) Başvurusu reddedilen Kardeş aradan bir yıl geçmeden yeni bir başvuruda bulunamaz.

(8) İstifa ve ceza süreleri Masonik kıdem hesabına dahil edilmez.

Madde 116 - İstifa Etmiş Sayılma

(1) Büyük Loca Hazinesine karşı mükellefiyetlerini yerine getirmeyen Kardeşin adı Loca Hazine Emininin tahsilat raporuna geçirilerek Büyük Sekretere bildirilir. Büyük Sekreter, borçlu Kardeşe iadeli taahhütlü bir yazı göndererek borç durumunu bildirir ve ödememenin müeyyidesini hatırlatır. Yazıyı aldığı tarihten itibaren bir ay içinde borcunu ödemeyen Kardeş, Büyük Görevliler Kurulu kararıyla istifa etmiş sayılır.

(2) 69. Madde uyarınca Locasının çalışmaları durdurulan Kardeşler, bir yıl içinde başka bir Locaya üyelik müracaatında bulunmadıkları takdirde istifa etmiş sayılırlar.

(3) İstifa etmiş sayılan Kardeşler, Büyük Sekreter tarafından tüm Localara duyurulur.

(4) Bu Kardeşlerin Loca çalışmalarına katılma hakkını yeniden kazanabilmeleri için 115. Maddedeki istifanın geri alınması hükümlerine göre işlem yapılması gerekir.

(5) Büyük Üstat, haksız olarak istifa etmiş sayıldığı kanaatine vardığı bir Kardeşi Locasına iade edebilir.

Madde 117 - Disiplin Hükümlerine Göre Üyelikten Çıkarılma

Disiplin hükümlerine göre Locadan süresiz uzaklaştırma cezası alan Kardeşin Dernek üyeliği sona erer.

Madde 118 - Terfi Talebi

Her Çırak, Kalfa; her Kalfa, Üstat derecesine terfi etmeyi talep edebilir; bu talebini, teklif kesesine atacağı nafaka arttırılması talebi ile belirtir. Böyle bir talepte bulunabilmek için,

1. Büyük Loca Hazinesine borçlu olmamak;
2. Derecesinde en az on iki ayı doldurmuş olmak;
3. Son on iki ay içerisinde en az on toplantıya (Kalfalar için bunun üç adedinin Kalfa derecesinde olması gerekir) katılmış olmak;
4. Derecesi hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olduğunu göstermek ve Masonik konularda fikri çalışmalar yapabileceğini, verdiği konferans ve/veya tezlerle ispat etmek;
5. Hakkında disiplin müeyyidesi uygulanmamış olmak;
6. Rehberinin muvafakatını almış olmak

gerekir. Uyarma müeyyidesi uygulanmış bir Kardeşin terfii oniki ay, kınama müeyyidesi uygulanmış bir Kardeşin terfii onsekiz ay geciktirilir. Daha ağır bir müeyyide uygulanmışsa hiçbir şekilde terfi edemez.

Madde 119 - Terfi Kararı

(1) Terfi talebi, bir Üstat derecesi toplantısının gündemine alınmak suretiyle görüşülür. Karar, Kardeşin derecesine ait bilgileri edinip edinmediği hususu da göz önüne alınarak, açık oylamayla ve hazır bulunanların dörtte üçünün oyu ile alınır. Terfi talebinde bulunan Kardeş başka bir Locada tekris edilmişse, terfii gündeme alınmadan evvel, önceden üye olduğu Locanın Üstad-ı Muhtereminin yazılı görüşü alınır.

(2) Terfi talebi kabul edilmeyen Kardeş, en az altı ay geçmeden yeniden terfi talebinde bulunamaz.

Madde 120 - Terfi Töreni

Kalfalığa geçiş ve Üstatlığa yükseliş, ritüellerine uygun törenlerle yapılır.

Madde 121 - Niyabeten Terfi

(1) Terfi töreni, niyabeten başka bir Locada yapılabilir. Bu husustaki talep, Kardeşin Locasının bir yazısı ile o Locanın Üstad-ı Muhteremine bildirilir.

(2) Törende, terfi edecek Kardeşin Locasının Üstad-ı Muhtereminin ya da görevlendireceği bir Üstat Kardeşin Locasını temsilen bulunması gerekir. Temsilci olarak törene katılan Kardeşlerin isimleri tersimata geçirilir ve tersimatın terfi törenine ait bölümü Kardeşin Locasına gönderilir.

(3) Her iki Loca, niyabeten terfii ayrı ayrı Büyük Sekretere bildirirler.

Madde 122 - Terfi Süresinin Kısaltılması

Bir Kardeş, bir yıldan daha az kalmamak üzere yurt dışına gidecek olursa terfi süresi kısaltılabilir. Bu Kardeşin, Büyük Loca Hazinesine borçlu olmaması gerekir. Loca, Büyük Sekreterin onayını müteakip Kardeşin talebini bir Üstat derecesi toplantısının gündemine alarak görüşür. Karar açık oylamayla ve hazır bulunanların oy çokluğu ile alınır.

Okuduğunuz için Teşekkür Ederim...

Saygılarımla...
  Alıntı Yaparak CevaplaAlıntı Yaparak Cevapla
Cevapla

Bu konunun kısa yolunu aşağıdaki sitelere ekleyebilirsiniz

Konu Araçları

Gönderme Kuralları
Yeni konu açamazsınız
Cevap yazamazsınız
Dosya gönderemezsiniz
Mesajlarınızı düzenleyemezsiniz

BB code is Açık
Smiley Açık
[IMG] kodu Açık
HTML kodu Kapalı



Tüm saatler GMT +3. Şuan saat: 09:23
(Türkiye için artık GMT +3 seçilmelidir.)

 
5651 sayılı yasaya göre forumumuzdaki mesajlardan doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir. Şikayet Mailimiz. İçerik, Yer Sağlayıcı Bilgilerimiz.